Istakozlar ve AKP’ye doluşan takozlar! 

MAHMUT AKPINAR | YORUM

AKP ilk yıllarında Özal’ın ANAP’ına benzer farklı eğilimleri, siyasi görüşleri bünyesinde toplayan, projeleri ve hedefleri olan partiydi. Akademisyen Ömer Dinçer’in çabaları sonucu, partiyi/hükümeti bağlayan pek çok standart, ilke, esas ortaya konmuş ve bunlar kamuoyuna ilan edilmişti. O dönemdeki parti programına, hükümet programlarına baktığınızda bugün yapılanların tam aksi şeyler görürsünüz. Bunlar yazılı metinlerde hala duruyor olabilir ama artık hiçbir önem ifade etmiyor.

İktidarın ilk yıllarında AKP ürkekti, tedirgindi. Halkın güvenini kazanmak, gücünü arkasına almak ihtiyacındaydı. Zira iktidarlar üzerinde baskın bir askeri vesayet vardı. AKP iktidarı ‘Kemalistlerden’ ve onların etkisindeki ordudan, yargıdan çekiniyordu. Demokrasiyi, AB sürecini öne çıkardı. O dönem parti içinde yer alan pek çok insan demokratik hedefler ve AB yürüyüşü noktasında samimiydi. Erdoğan, ‘Milli Görüşçü’ kimliğinden sıyrıldığını, ‘gömlek değiştirdiğini’ ifade ediyordu. Ama Erdoğan’ın yapısının ‘tek adam’ olmaya, mafyatik eğilimlere müsait olduğunu herkes biliyordu. Ama o, hitabetiyle, demokratik söylemleriyle, göstermelik AB çabalarıyla toplumu ikna etmeyi başardı. Varoşlardan çıkması, iyi Kur’an okuması, dindar bilinmesi Cumhuriyet boyunca ezilmiş muhafazakarları cezbetti, “Bizden biri!” diye düşünüp Erdoğan’a güvendi, büyük kredi verdiler.

28 Şubat sürecinde siyasi partilerin ve liderlerin halkın taleplerini okuyamayıp vesayetçi tutum takınmaları yeni kurulduğu halde AKP’nin umut görülmesine sebep oldu. Kendisini “muhafazakar demokrat”, “AB yanlısı”, “piyasa ekonomisini önemseyen”, “kucaklayıcı” bir merkez parti olarak tanımlayan AKP, halkta karşılığı olan vaatlerde bulunduğu için ilk girdiği seçimde iktidar oldu. İlk AKP hükümetleri her kesimden oy ve destek alabilecek kadrolarla yürüyordu. Bugünkü gibi boş vaattlerde, hamasi söylemlerde bulunmuyor, hedefler koyuyor, projeler üretiyordu. Erdoğan tek karar verici değildi, partide katılımcılık, meşveret vardı. Herşeyden önemlisi Erdoğan’ın hırslarını ve kaprislerini dengeleyecek ağır abiler, farklı sesler vardı. Kuvvetler ayrılığı, bağımsız medya, tarafsız yargı eksikleri olsa da işliyordu. Askeri vesayetin, Kemalistlerin gölgesi devletin farklı alanlarında hissediliyordu ama demokratik söylemleri nedeniyle toplum AKP yanında yer alıyordu.

Erdoğan bugünkü çizgiye gelmeyi baştan beri umuyor ve planlıyor muydu, bilemiyoruz. Ancak o dönemin umut veren ortamı nedeniyle sadece muhafazakarlar değil, solcusuyla, Kürdüyle, Alevisiyle, liberaliyle ülkede huzur, barış,demokrasi isteyen herkes AKP iktidarına prim verdi. Bu dönemde AKP nitelikli insanları buluyor, çalışkan, dürüst insanları öne çıkarıyordu. Kaliteye önem veriyor, başarılı insanlara alan açıyordu. Öyle ki Batı’da iyi eğitim almış, Avrupa ve ABD’de üst düzey şartlarda çalışan beyinler ülkelerine hizmet için maddi imkanları tepiyor, ülkesine dönüyordu. İnsanlar Türkiye’nin yakaladığı gelişime, kalkınma ve demokratikleşme ivmesine katkı vermek istiyor, Türkiye’ye dönmeyi “geleceğe yatırım” görüyordu. Global anlamda da Türkiye parlayan yıldızdı, ülkeye dış yatırımcı ve finans akıyordu. Dünyanın gelişmiş ülkelerinden akademisyenler, mühendisler, teknokratlar tersine beyin göçü oluşturuyordu. Nitelikli insanların kurumlarda, karar mercilerinde etkin olması doğurgan döngü (salih daire) oluşturuyordu. Türkiye demokratikleşiyor, büyüyor, güçleniyordu. Çünkü kalitenin, eğitimin, becerinin, niteliğin karşılığı, değeri vardı.

İki dönemden sonra Erdoğan, ‘tek adam’ olma yoluna girdi, partideki dengeler değişti, katılımcı yaklaşım bozuldu. Demokratik hedefler, AB süreci rafa kaldırıldı. AKP’nin kuruluşundaki  amaçları, ilkeleri, sözleri unuttu. Zamanla Erdoğan kuvvetler ayrılığını tamamen bitirdi, TBMM’yi devre dışı bıraktı, yargıyı kontrol etti, medyada tekel kurdu. 15 Temmuz’un bir sonucu olan ‘Başkanlık’ sistemine geçildikten sonra Erdoğan, Osmanlı sultanlarından daha güçlü hale geldi. Zira kararnameyle, tek başına yasama yetkisini kullanabiliyordu.

Bütün bunlara paralel Erdoğan eğitimli, nitelikli, kaliteli, dürüst insanlarla çalışmayı bıraktı. Sadakati, söz dinlemeyi öne çıkardı. Devleti ve bürokrasiyi mutlak biat eden, niteliksiz ama kendisine ‘sadık’ insanlarla doldurdu. İkinci dönemden sonra her şeyi çalma, iç etme üzerine kurguladılar. Bütün yiyiciler, hırsızlar, rüşvetçiler, kirli ve ilkesiz kişiler partiye, develete, kurumlara doluştu. Ergenekon ve Balyoz davalarıyla askeri vesayet zayıflatılıp, Cemaat kadroları tasfiye edilince AKP’yi denetleyecek güç kalmadı. Yolsuzluğa, soygun düzenine boğazlarına kadar gömüldüler.

“AKP neden kaybetti, ülkeyi neden batağa sürükledi?”sorusunun cevabı Erdoğan’ın tercihlerinde saklı. Son 10-12 yıldır bütün çakallar, soyguncular, çeteler, kolay para-makam peşınde olanlar, kifayetsiz muhterisler, tamahkarlar, sahtekarlar AKP’ye yığıldı. Dürüst namuslu, nitelikli insanlar ise bu kirli ortamdan uzaklaştı. Kalan az miktardaki dürüst insanı da haramzedeler etiketleyip uzaklaştırdılar. Bu tabloda en son ayıkanlar, Erdoğan’ın Kur’an okumasına, namaz kılmasına aldanan seçmenler oldu. Havuz medyasından bilgilenen muhafazakar kitle, dindarlar, cemaatler oldu. Ekonomik çöküş ceplerine dokununca onlar da uyandı ve tepkilerini gösterdiler.

AKP’nin sonunu kamu kaynakları üzerinden sefa sürmek, devleti soymak isteyen, niteliksiz, vasıfsız olduğu halde istakoz yiyerek hava atmaya çalışan takozlar getirdi. Kendi rejimini kurmak için her yolu mübah gören, saraylara gömülüp halktan kopan, kibir abidesi haline gelen, demokrasiyi, hukuku, ahlakı rafa kaldıran ve niteliksiz insanları tercih eden Reis getirdi. Erdoğan dindarlardan oy aldı, çakallarla iş tuttu. Türkiye’deki çakalları devlete, önemli noktalara doldurması yetmiyormuş gibi, ülkeyi dünyadaki çakallar, çeteler, soyguncular, terör grupların için cazibe merkezi haline getirdi, sığınak yaptı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin