Üç krizi atlatır mı dersiniz?

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Türkiye üç büyük krizi birden yaşadığı bir ortamda sandığa gidiyor. Ekonomik kriz, Gazze savaşı ve sefalet düzeyindeki emekli maaşları. Buna bir de içinde bulunduğumuz Asya ve Avrupa coğrafyasının zincirlerinden boşalmış bir şekilde savaşa gitmesi var. Gündemdeki soru, “Bütün bunların yaşandığı bir ülkede iktidar bu krizleri atlatabilir mi?”

Bu sorunun çok net bir cevabı var. Demokratik bir ülkede yukarıdaki krizlerden tekini bile yaşansa seçmen, bu krize neden olan iktidarı protestolarla koltuğunda oturamaz hale getirir. İlk seçimde de bir daha iktidar yüzü göremeyecek şekilde sandığa gömer.

Ammmaaaaa! Söz konusu Türkiye ise yukarıdaki soruya net cevap veremezsiniz. Verirseniz, bırakın çevrenize, aynaya baktığınızda gördüğünüz yüze bile mahcup olursunuz. Çünkü bu topraklarda yaşayan insanın beyin algoritması farklı çalışıyor. 2002’de iktidara gelenler, sadece ülkeyi yönetmiyor, toplumun beyin algoritmasının kodlarını da sürekli güncelliyor.

1933’te Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. kuruluş yıldönümünde ortak yazdıkları ve “Onuncu Yıl Marşı” olarak bestelenen şiirde, “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan” dedikten sonra, “On yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan!” dediler.

İki şair, o zamanki ülke nüfusunu kastederek, her yaştan 15 milyon gencin Cumhuriyet sevdasıyla dolu olduğunu anlatmak amacıyla bu ifadeleri kullanmıştı. Cumhuriyet sevdalısı iki şairin sözleri bir temenniyi dile getiriyordu.

20 yılı aşkın süreden bu yana ülkeyi yöneten Erdoğan, kendini ayakta tutacak oranda beyinlere hükmetmeyi başardı. Yoksa, yaşanan krizlerden şikayetçi olup da çözümü yine aynı adreste aramayı mantıklı bir gerekçeyle açıklamak mümkün olabilir mi?

Yoksa kiraların ulaştığı seviyeden şikayet edip, emeklinin içler acısı halini anlattıktan sonra, “Geçinemiyorum. O yüzden oyum Murat Kurum’a!” diyebilmek ortalama bir insanın dilinden dökülebilecek sözler olamaz.

Bu vatandaşın saçmaladığını ve benzerinin fazla olmadığını düşünüyorsanız bu toplumu yeterince tanımamışsınız demektir. AK Parti seçmeni, ülkeyi bu sefalete sürükleyenin Beştepe Sarayı’nda oturan şahıs olduğunu elbette biliyor. 14 Mayıs seçimleri öncesinde meydanlarda yapılan vaatlerin yalan çıktığını bildiği gibi, 31 Mart seçimleri sürecinde söylenenlerin de yalan olduğunu biliyor.

Bütün dünya toplumlarının Gazze’de on binlerce insanı öldüren İsrail’i yalnızlığa mahkum etmeye çalıştığı bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Siyonist rejime can suyu taşıdığının, AK Parti seçmeni de farkında.

Buna rağmen sözde İsrail düşmanı Beştepe Sarayı’nın özde İsrail dostu olduğu, Ekim 2023’ten bu yana daha bariz bir şekilde ortaya çıktı. Ancak, AK Parti iktidarının “başarısı”, kendi tabanına bunları başkasının yaptırdığına inanmasında yatıyor.

AK Parti Sivas Milletvekili Ali Turan’ın, “İsrail ile ticareti kesmemizi; Amerika, Avrupa, İran ve şer güçler istiyor” diyebilme cesaretinin altında bu mantık yatıyor. Üstelik bunu satın almaya hazır milyonlar var bu ülkede.

Biri de çıkıp, “Siz dış güçler diye yıllardan bu yana İsrail’i ilk adres göstermiyor muydunuz?” diye sorma gereği duymuyor.

AK Parti iktidarı döneminde Türkiye-İsrail arasındaki ticaret hacmi 6’ya katlandı. Gazze’nin yok edilmeye başlamasından bu yana Türkiye’den İsrail’e yapılan ihracat 1,1 milyar doları buldu. Gönderilen mallar arasında, barut, parlatıcı ve patlayıcı malzeme ve silah parçaları da yer alıyor. Bu ihracatı yapanların önemli kısmı MÜSİAD üyesi şirketler ile “yerli ve milli” TOGG otomobilin 5 büyük ortağından biri olan Zorlu Grubu.

İsrail ile ticareti kutsalı gibi görenler, Erdoğan ve AK Parti mitinglerinde, “İsrail ile ticaret Filistin’e ihanet” pankartı açanlara tahammül edemiyor. Hiçbir hakaretin, sabotajın olmadığı bu pankarta bile tahammül edemeyenler, protestocuları apar topar gözaltına aldırıyorlar.

Ülkede insanları kör, sağır ve dilsiz hale getiren yönetim, yandaş hocalar aracılığıyla da İsrail’e yapılan ihracatın aslında Filistin’e gittiğine bu toplumu inandırmaya çalışıyor. Toplum da inanmaya hazır olduğu için duruşunu ona göre ayarlıyor.

İsmailağa, son dönemde en çok irileşen cemaatlerden birisi. İsmail Hünerlice Hoca da bizzat merkezin onayıyla cemaate sohbet dersi veren isimlerden. Hünerlice Hoca’nın İsrail’e yapılan ticareti savunabilmek için bulmaya çalıştığı kılıflar hayli dikkat çekici. İsrail’e satılan barutun, patlayıcı ve parlatıcı maddelerin, dikenli telin, çeliğin Filistin halkının aç kalmaması için satıldığını söyleyebilecek kadar cesur.

Bu toplum İslam’ı belli hocaların beyninin süzgecinden geçtiği şekilde tanıdığı için söylenenlerin İslami ölçülerle örtüştüğünü var sayıyor. Dahası Erdoğan’ın adaylarına oy vermeyi İslam’a hizmet olarak görüyor.

Menzil gibi, İsmailağa gibi cemaatleri bir kenara bırakın, nispeten öngörülü olduğu var sayılan Nur Cemaati bile Yeni Asya grubu dışındakilerin tamamına yakını AK Parti’ye oy çağrısı yapıyor. Hüsnü Bayramoğlu imzasıyla yapılan açıklamada, yalnızca AK Parti adaylarına oy çağrısı yapılmıyor. Nurcular uyanık olmaya çağrılıyor ve “habbeyi kubbe yaparak” iktidara muhalefet edenler münafıklıkla itham ediliyor.

İslami cemaatlerin pespaye yapısını gördükçe Sefiller gibi onlarca eseri insanlığa kazandıran Fransız yazar Victor Hugo’nun meşhur “Her kasabada ışık saçan bir öğretmen ve bu ışığı söndürmeye çalışan bir papaz vardır” sözünü hatırlamamak mümkün değil. Victor Hugo, Türkiye’deki gibi öğretmenlerin de “papazlaştırıldığını” görse ne derdi? Bu da ayrı bir soru.

Ruslar için “her şeyi evcilleştirirler” denir. Rusların, savaşçılıkları ve Rus düşmanlığıyla bilinen Çeçenleri evcilleştirmeleri dışında neleri evcilleştirdikleri konusunda fazla bilgiye sahip değilim. Ama Beştepe Sarayı’nda oturan Tek Adamın toplumu ve cemaatleri nasıl evcilleştirdiklerini zaman bize çok iyi gösterdi.

31 Mart seçimlerinden Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’u kazanması ve oy oranını bir ölçüde koruması halinde ülkenin önünde yeni bir sayfa açılacak. 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde, “Siz bu kardeşinize verin yetkiyi!” demişti, toplum da yetkiyi vermiş, etkiyi de görmüştü. 2018-2023 arasında ülkenin nerelere nasıl savrulduğunu hep birlikte gördük.

Bu gidişata son verebilmenin ve ülkenin demokratik bir kulvara çekilebilmesinin tek yolu toplum olarak Erdoğan’ın adaylarına “Dur” diyebilmekten geçiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin