‘Nedensellik’ hakkında Kur’an ne diyor? (9)

YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM

Önceki yazılarda açıklandığı üzere, sebeplerin kendinden menkul bir güçleri, sonuçlar üzerinde hakiki bir tesirleri yoktur. Kur’ân, onlarca âyetinde bir yaprağın yere düşmesine varıncaya kadar varlık âlemindeki her şeyin ilâhî irade ve kudretle cereyan ettiğini haber verir. Kur’ân’a baktığımızda bulutları hareket ettirenin, gökten su indirenin, denizde gemileri yüzdürenin, yerden bitkileri çıkaranın, ağaçlarda çeşit çeşit meyveleri yetiştirenin, ateşi çıkaranın, anne karnında çocuğu şekillendirenin, hayat verenin ve öldürenin, darlık ve genişlik verenin, rızıklandıranın, şekil ve suret verenin vs. Allah olduğunu görürüz.

Tabiat Olayları

Nedensellikten ve sebeplerden bahsedildiğinde ilk olarak rüzgârın esmesi, bulutların hareket etmesi, yağmurun yağması, topraktan bitkilerin çıkması gibi tabiat olayları akla gelir. Âyet-i kerimelere göre çevremizde gördüğümüz bu tür tabiat olaylarını yapan ve yaratan Cenab-ı Hak’tır. Mesela şu âyet-i kerimede topraktan çıkan bütün bitkilerin faili olarak Allah gösterilir. “Asmalı-asmasız bağ ve bahçeleri, mahsulleri, çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine şekil ve renk yönünden benzer, tat bakımından benzemez tarzda yaratıp yetiştiren hep O’dur.” (En’âm sûresi, 6/141)

Evet, her bir meyve ve sebzenin, her bir mahsulün farklı farklı şekillerde, renklerde ve tatlarda yaratılması ne tohum, ne toprak, ne su, ne güneş ne de daha başka maddî sebeplerin eseri olamaz; bütün bunlar doğrudan Allah’ın yaratmasıyla hâsıl olmaktadır. Bizim sebep olarak gördüğümüz varlık ve olaylar ise ilâhî kudretin aynalarıdır, dellâllarıdır.

Kur’ân, rüzgârın esmesi, bulutların hareket etmesi, yağmurun yağması, topraktan bitkilerin çıkması gibi içinde yaşadığımız dünyada hemen her gün şahit olduğumuz tabiat olaylarına sıklıkla atıfta bulunarak bütün bunların failinin Allah olduğuna dikkatlerimizi çeker. Şu âyetleri buna misal verebiliriz:

“O’dur ki rahmeti olan (yağmurun) önünden müjdeci olarak rüzgârlar gönderir. Nihayet bu rüzgârlar o ağır bulutları hafif bir şeymiş gibi kaldırıp yüklendiklerinde, bakarsın Biz onları, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevk ederiz. Derken oraya su indiririz de orada her türlüsünden meyveler, ürünler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Gerekir ki düşünür ve ibret alırsınız.” (A’râf  sûresi, 7/57)

“İnsan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük. Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.” (Abese sûresi, 80/24-31)

“Görmedin mi ki Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indirir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir.” (Nûr sûresi, 24/43)

Gök Cisimlerinin Hareketleri

Uzaydaki milyarlarca galaksinin, sistemin, yıldızın, gezegenin, gök cisminin oldukça yüksek hızlarda hareket etmelerini, belli eksenler etrafında dönmelerini, bir yöne doğru akıp gitmelerini, sahip oldukları nitelik ve nicelikleri hangi sebebe verebiliriz? Sadece dünyamızı düşünecek olursak onun dönüş eksenini, dönüş hızını, eğimini, güneşe olan uzaklığını, içinde bulunduğu güneş sistemiyle ve onun da içinde yer aldığı samanyolu galaksisiyle birlikte yaptığı hareketleri kim belirlemekte, kim idare etmektedir? Bütün bunları yapan kütle çekim kuvveti midir? Adı konmamış başka kanunlar mıdır? Oysaki bu tür kanunlar cisimlerin var oluşunun sebepleri değil, sonuçlarıdır. Cisimlere ve onların hareket düzenlerine bakarak biz bu kanunları çıkarıyoruz. Dolayısıyla cisimler de onların tâbi olduğu yasalar da Allah’ın yaratma biçiminin bize akseden görüntüleridir.

Şu âyet-i kerimeler yukarıdaki sorulara cevap verir ve bizlere uzay boşluğundaki cisimleri yaratan, hareket ettiren ve ayakta tutanın kim olduğunu haber verir:

“O Allah ki geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürür. Güneş, ay ve bütün yıldızlar hep O’nun buyruğu ile hareket ederler. İyi bilesiniz ki yaratmak da emretmek yetkisi de O’na mahsustur. Evet o Rabbülâlemin olan Allah ne yücedir!” (A’râf  sûresi, 7/54)

“Gerçek şu ki zeval bulmasın diye gökleri ve yeri tutan Allah’tır. Şayet onlar yıkılacak olursa Allah’tan başka kimse onları tutamaz.” (Fâtır sûresi, 35/41)

“Göğün ve yerin Allah’ın emri ile düzen içinde durması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.” (Rûm sûresi, 30/25)

“Allah O’dur ki gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti.” (Ra’d sûresi, 13/2) “Allah, o Allah’tır ki görüp durduğunuz şu gökleri direksiz yaratmıştır.” (Lokman sûresi, 31/10)

İnsan Fiilleri

Cenab-ı Hakk’ın halk u tedbiri sadece dış âlemde ve cansız varlıklar üzerinde cereyan etmez. İnsanın en çok sahiplendiği kendi bedeni, duyuları, fiilleri de Allah’ın dilemesi ve yaratmasından müstakil değildir. Buradan hareketle bir cebir düşüncesi çıkarılmamalıdır. Zira insanın irade sahibi olduğunu bildiren pek çok âyet vardır. Cenab-ı Hak, insan fiilleriyle ilgili yaratmasını onun irade ve tercihlerine bağlamıştır. İşte insanın yapabildiği şey, dilemek, istemek, tercih etmekten ibarettir. İradesinin meyline göre onun fiillerini yaratan Allah’tır.

Kaldı ki kalbimizin atması, kanımızın temizlenmesi, hücrelerimizin yenilenmesi, yediklerimizin hazmedilmesi gibi bünyemizde gerçekleşen birçok faaliyet bizim irademiz dışında gerçekleşmektedir. Vücudumuzda saniyede 3.8 milyon hücre üretilmekte, yüz trilyon hücrenin her birinde saniyede 3 bin değişik reaksiyon olmaktadır. Kimdir bütün bunları karışıklığa sebep vermeden idare eden, yönlendiren, yapan? Atomlar mı, aminoasitler mi, proteinler mi, nükeotitler mi, genler mi, DNA’mı, hücreler mi? İnsanın şuur ve iradesini aşkın bunca kompleks ve derin faaliyeti vücudu oluşturan bu tür yapı taşlarına vermek ne kadar makuldür?

Şu gibi âyetler bu konularda sebeplerin tesirini kesip atar ve yüzümüzü Müsebbibü’l-Esbâb’a çevirir:

 “O’dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve mânen yol gösteren. O’dur beni doyuran, O’dur beni içiren. Hastalandığımda O’dur bana şifa veren. O’dur ölümü yaratacak  ve sonra da diriltecek olan.” (Furkân sûresi, 25/78-81)

“Sizde işitme ve görmeyi sağlayan kulak ve gözleri, düşünüp hissetmenizi sağlayan kalpleri yaratan O’dur. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” (Mü’minûn sûresi, 23/78)

“De ki: “Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim: Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim.” (A’râf  sûresi, 7/188)

“Siz savaşta onları kendi kuvvetinizle öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü. (Ey Resulüm) Attığın vakit sen atmadın, lâkin Allah attı.” (Enfâl sûresi, 8/17)

“Eğer birtakım hilelerle seni aldatmak isterlerse, hiç endişe etme. Allah sana yeter. O’dur ki seni yardımıyla ve bir de mü’minlerle destekledi. Mü’minlerin kalblerini birbirine ısındırıp bir araya getirdi. Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin bile yine de onların kalblerini birleştiremezdin, fakat Allah onları birleştirdi.” (Enfâl sûresi, 8/62-63)

“Sizi karada olsun, denizde olsun gezdirip dolaştıran O’dur.” (Yunus sûresi, 10/22)

“Sizi de yapmakta olduğunuz amelleri de yaratan Allah’tır.” (Saffât sûresi, 37/96)

Hayvanların Sevk u İdaresi

Akıl, şuur ve irade sahibi insanın fiillerini yaratan Allah, bunlardan yoksun hayvanların fiillerini başka sebeplere havale eder mi? Elbette etmez. Bilimin gelişmesiyle birlikte hayvanlar âlemindeki davranışların ne kadar şuurlu, ne kadar mükemmel olduğunu daha iyi anlıyoruz. Onların yol ve yönlerini şaşırmadan yaptıkları binlerce kilometrelik yolculukları, avlanma ve savunma stratejilerini, birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını, nasıl grup hâlinde ahenkle hareket ettiklerini vs. belgesellerden, kitaplardan öğreniyor, gördüklerimiz ve okuduklarımız karşısında hayret içinde kalıyoruz. Her bir hayvana hayatta kalabilmesi ve neslini devam ettirebilmesi için en elverişli uzuvları, organları, duyuları, kabiliyetleri bahşetmeye ve bunları nesilden nesile aktarmaya hangi maddi sebep güç yetirebilir? Elbette hayvanları yaratan da yarattıktan sonra onların ihtiyaçlarını karşılayan da Yüce Yaratıcıdır.

Şu âyetler bu gerçeği açıkça ortaya koyar:

“Üstlerinde kuşların saf saf dizilip kanatlarını açıp yumarak dolaşmalarını hiç görmüyorlar mı? Onları havada Rahman’dan başka tutan yoktur.” (Mülk sûresi, 67/19)

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut. ”Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır.” (Nahl sûresi, 16/68-69)

Bu âyet-i kerimede arı bir örnek olarak zikredilir. Cenâb-ı Hak arıya vahyettiği gibi, bütün hayvanlara da ne yapmaları gerektiğini vahyetmektedir. Biz buna sevk-i ilâhî diyoruz.

“Doğrusu davarlarda da size deliller vardır: Zira size onların karınlarındaki işkembe ile kan arasından, halis bir süt içiriyoruz ki içenlerin boğazından âfiyetle geçer.” (Nahl sûresi, 16/66)

“Nice canlılar var ki rızıklarını kendileri taşıyamazlar. Ama sizi de bütün onları da rızıklandıran Allah’tır. O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.” (Ankebût sûresi, 29/60)

Varlıkların Teshiri

Kur’ân bir çok âyet-i kerimede canlı cansız varlıkların hem Allah’a musahhar olduklarını hem de insanoğlu için teshir edildiklerini bildirir. Teshir; boyun eğdirmek, hizmetine vermek, emrine âmâde kılmak gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türeyen musahhar kelimesi de boyun eğdirilmiş, emrine verilmiş, itaat altına alınmış demektir.

Şu âyetler varlıkların Allah’a musahhar olduklarını bildirir:

“Güneşi, Ayı ve yıldızları emrine musahhar eden Allah’tır. Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” (A’râf sûresi, 7/54)

“Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak (musahhar) uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah’tan başkası tutamaz.” (Nahl sûresi, 16/79)

Şu âyet-i kerimelerde ise varlıkların Allah tarafından insanlara musahhar kılındığı bildirilir:

“Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve Kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, size musahhar kıldı?” (Hac sûresi, 22/65)

“Hem mûtad seyirlerini yapan Güneş ile Ay’ı hem de geceyi ve gündüzü size musahhar kılan O’dur.” (İbrahim sûresi, 14/33)

“Yine O’dur ki denizi size musahhar kıldı ki oradan taptaze et yiyesiniz ve takınıp kuşanacağınız zinet eşyası çıkarasınız.” (Nahl sûresi, 16/14)

“O bu hayvanları size musahhar kıldı ki sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini ilan edesiniz.” (Hac sûresi, 22/37)

“Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri size musahhar kılmış. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi garketmiş?” (Lokman sûresi, 31/20)

“Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini Kendi tarafından bir lütuf olarak size musahhar kılan O’dur. Elbette bunda düşünecek kimseler için ibretler vardır.” (Câsiye sûresi, 45/13)

Kur’ân’ın bize verdiği bakış açısını yakalamadan doğru bir varlık tasavvuru geliştirmek, insan-varlık-Yaratıcı ilişkisini sahih bir temelde kurabilmek mümkün değildir. Bu âyetlerde söz konusu edilen teshir meselesi, birçok yönden ele alıp incelenmesi gereken oldukça önemli bir konudur. Fakat konunun bizi ilgilendiren yönü şurasıdır: Varlıklar, başı boş olmadığı gibi tabiat yasalarına boyun eğmiş de değildir. Aynı şekilde varlıkların, kendi başlarına hareket edecek, bir maksada uygun biçimde davranacak, bir netice ortaya çıkaracak bir tabiatları ve bir güçleri de yoktur. Esasen varlıklar, ne olduklarının, ne işe yaradıklarının, nasıl hareket ettiklerinin farkında bile değildirler. Dolayısıyla bütün bir varlığı ayakta tutan, belli bir gaye istikametinde istihdam eden, birlikte uyum içinde çalıştıran, insanlığın hizmetine sunan Allah’tır (c.c).

Allah’ın Halk u Takdiri

Kur’ân’ın Rabbimizi tanıttığı âyetlerinde O’nun en çok üzerinde durduğu vasıflarından biri yaratmadır. Cenab-ı Hakk’ın yaratma faaliyeti halaka, ebdea’, zerae, berae, enşee, fatara, ce’ale, sevvâ, savvara gibi birçok fiile ifade edilir. Bu fiillerle hem yaratmanın farklı aşamalarına dikkat çekilir hem de yaratma fiilinin doğrudan Allah’a ait olduğu vurgulanır.

İşte icmali manada bundan bahseden âyetlerden bazı misaller: “Allah dilediğini yaratır.” (Mâide sûresi, 5/17) “Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran Allah’tan başka bir yaratıcı mı var?” (Furkân sûresi, 35/3) “İşte rabbiniz olan Allah; her şeyin (bütün varlıkların, sebeplerin de sonuçların da) yaratıcısı O’dur.” (Mü’min sûresi, 40/62) “Biz herhangi bir şeyin olmasını istediğimizde, sadece “Ol!” deriz, o da hemen oluverir.” (Nahl sûresi, 16/40) “O, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarır ve ölmüş toprağa hayat verir.” (Rûm sûresi, 30/19)

Allah yarattıktan sonra yarattıklarını kendi hâllerine bırakmaz. Her an yeni tecellilerle yaratma ve faaliyetlerini devam ettiren Allah’ın (Rahmân sûresi, 55/29) canlı cansız bütün bir varlık üzerindeki idaresi ve tasarrufu devam eder. Mesela bir âyet-i kerimede, “Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Kimdir kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran.” buyrulduktan sonra arkasından şu gelir: “Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten.” (Yunus sûresi, 10/31) Şu âyet de aynı noktaya dikkat çeker: “Allah O yüce Yaratıcıdır ki yedi kat göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır. Allah’ın emri ve hükmü bunlar arasında inip durur ki Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle ihata ettiğini, O’nun ilmi dışında hiçbir şey olmayacağını siz de bilesiniz.” (Talak sûresi, 65/12)

Allah’ın yarattıktan sonra mahlukatı üzerindeki idare ve tasarrufunun devam ettiğini gösteren diğer âyetler de şu şekildedir: “Her şeyin melekûtu (idare ve tasarrufu) O’nun elindedir.” (Yâsin sûresi, 36) “Hareket eden hiçbir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden tutmuş olmasın.” (Hâd sûresi, 56) “Göklerin ve yerin anahtarları (mülkiyeti, egemenliği, tedbir ve tasarrufu) O’na aittir.” (Zümer sûresi, 63)

Canlı Cansız Varlıklara Hidayet Edilmesi

Konuyla ilgili şu âyet-i kerimeler oldukça dikkat çekicidir: “Rabbimiz, her şeye yaratılmış bir tabiat verip sonra da onu hidayet edendir.” (Tâhâ sûresi, 20/50) “Yüce Rabbinin adını tesbih et. O ki yaratıp, düzgün şekil veren; takdir edip hidayet edendir.” (A’lâ sûresi, 87/2-3)

Burada Rab Teâlâ’nın varlık üzerindeki tasarrufu farklı kavramlarla anlatılır. Demek ki Allah varlıkları halk ettikten (yarattıktan), onlar için en uygun şekil ve biçimi verdikten sonra onları kendi hâllerine veya tabiî sebeplerin ve kuvvetlerin eline bırakmamakta, aynı zamanda onlara hidayet etmektedir. Peki, buradaki hidayetten ne anlamalıyız? Hidayet insanlar için kullanıldığında, doğru yolu gösterme, doğru yola sevk etme, doğru yolda tutma gibi anlamlara gelir ki bu teşriî hidayettir. Cansız varlıklar veya hayvanlar için kullanıldığında ise onları yaratılış gayeleri istikametinde sevk u idare etme anlamına gelir ki buna da tekvinî hidayet denir.

Elmalılı Hazretleri hayvanlara hidayet edilmesini; Allah’tan gelen ilham ve yönlendirmelerle onların beslenmesi, korunması, yaşam için ihtiyaçlarının karşılanması, uzuvlarına ait vazifelerinin gördürülmesi olarak izah ettikten sonra, cansız varlıklarla ilgili olarak da şunları söyler: “Bir kürenin eksen veya yörüngesinde dönmesi, bir parçanın diğer bir parçaya doğru çekilmesi, bir gazın genleşmesi ve büzülmesi, bir taşın yere düşmesi, bir madenin billurlaşması, bir tuzun suda erimesi, bir kömürün oksijen ile yanması, bir zerrenin organ olmaya doğru sevki, bir hücrenin bir hücreyi döllemesi gibi olayların meydana gelmesi de hep bu hidayet sözcünün ifade ettiği manaya dahildir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 10/145)

Varlıkların Yüce Yaratıcıya İhtiyacı

Peygamber Efendimiz’in (s.a.s), Cennet hazinelerinden bir hazine olduğunu bildirdiği (Buharî, megâzî 38) “La havle velâ kuvvete illâ billah” zikrini bilmeyen, duymayan Müslüman yoktur. Bunun anlamı ise bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğudur. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerim de farklı âyet-i kerimelerde bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu vurgular. (Bakara sûresi, 2/165; Fâtır sûresi, 35/10) Demek ki güç ve kuvvetin kaynağı Allah’tır. Şu âyet-i kerime bu anlamda dikkat çekicidir: “Göklerde ve yerde olan ne varsa taleplerini (fiilî, hâlî, kavlî olarak) O’na arz eder. O da her an yaratmasını, tasarruf ve tecellilerini devam ettirir.” (Rahman sûresi, 55/29) Buradan anlıyoruz ki Kâdir-i Mutlak Yüce Yaratıcı, her an devam ettirdiği tecellileriyle, tasarruf ve faaliyetleriyle bütün varlıkların isteklerine cevap vermekte, ihtiyaçlarını karşılamaktadır.

Şu âyet-i kerimelerde insanoğlunun aciz, zayıf ve fakir bir varlık olduğu ifade edilmek suretiyle Allah’a olan ihtiyacı dile getirilir. “İnsan, zayıf olarak yaratılmış bir varlıktır.” (Nisâ sûresi, 4/28) “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim.” (A’râf sûresi, 7/188) “Müstağnî (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Allah’tır; muhtaç olan ise sizlersiniz.” (Muhammed sûresi, 47/38) “Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere lâyık olan ise ancak Allah’dır.” (Fâtır sûresi, 35/15)

Akıl, şuur, irade sahibi insanoğlu ihtiyaçlarını giderebilmek, varlığını devam ettirebilmek için Allah’a muhtaçsa, diğer varlıklar öncelikli olarak Allah’a muhtaç değiller midir? Günümüz bilimi kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, zayıf kuvvet ve güçlü kuvvet olmak üzere dört çeşit doğal kuvvetten bahseder. Biz biliyoruz ki madde ve kuvvet iki ayrı şey değildir. Maddenin haricinde bir kuvvet yoktur. Kuvvet itibari bir şeydir. Kuvvet de kuvvetin sebep olduğu hareket de maddede görülen, maddede açığa çıkan özelliklerdir. Ve yine biliyoruz ki mikro âlemden makro âlemlere kadar her şey muntazam olarak hareket etmektedir. Cisimler birbirini itmekte, çekmekte, karşılıklı olarak birbiriyle etkileşime geçmekte, parçacık veya enerji alış verişi yapmakta, parçacıklar yayılmakta veya emilmektedir.

Varlık dünyasındaki hareketlerin, dönüşlerin, etkileşimlerin, itme ve çekmelerin, oluş ve bozuluşların, değişim ve dönüşümlerin meydana gelebilmesi için tesir gücüne, kuvvete ihtiyaç vardır. Kuvvetin müstakil bir varlığı olmadığına göre kaynağı ne olabilir? Atomlar mı, atomları oluşturan parçacıklar mı, atomlardan oluşan cisimler mi? Özellikle bu kuvvetin varlıkları bir düzen ve ahenk içinde hareket ettirdiğini nazar-ı itibara alacak olursak, bu kuvvetin kaynağının bilgi, akıl ve şuur sahibi olması gerekmez mi? İşin aslı, Kur’ân’ın beyan ettiği gibi bütün güç ve kuvvet Allah’a aittir ve O’ndan gelir. Maddi varlıklar ise Allah’ın sebepler perdesi arkasında kendileriyle bir kısım icraat ve faaliyetlerini gerçekleştirdiği vesilelerden ibarettir.

Yaratmanın Tekrarı

Bir âyete dikkat çekerek bu faslı da noktalayalım: “Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar (şürekâ) buldular da yaratma işi kendilerine kapalı, şüpheli, karışık mı geldi?” (Ra’d sûresi, 13/16) Modern bilim, kâinat sayfalarında gerçekleşen bütün olayların sebeplerini maddede, enerjide, tabiat kanunlarında aradığı, yani sebepleri bir yönüyle Allah’a ortak kıldığı günden bu yana yaratma işi de ona kapalı ve karışık geliyor. Oysaki bu âyetin hemen devamında ifade buyrulduğu gibi mikro âlemden makro âleme kadar görülen görülmeyen ne varsa her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ’dır.

Bazılarının zannettiği üzere Allah varlıkları bir kere yaratıp onları tesadüflerin veya tabiat kanunlarının eline bırakmış da değildir. Bilakis, “Allah’ın, yaratma işini nasıl başlattığına ve sonra onu nasıl tekrarladığına bir bakmazlar mı? Şüphesiz ki bu, Allah’a göre kolaydır.” (Ankebût sûresi, 29/19) âyetinin de ifade ettiği üzere  Onun yaratması her an sürekli olarak devam etmektedir.

Hâsıl-ı kelam, Kur’ân yüzlerce âyetinde varlık dünyasında olup biten hâdiselerin hakiki faili olarak Allah’ı gösterir ve zahirî sebeplerin herhangi bir tesir ve icat gücüne sahip olmadıklarını vurgular. Esbabperestliğin hiç olmadığı kadar yayıldığı, bilimin eliyle güç kazandığı ve inanan bireyleri de etkisi altına aldığı günümüzde, bizlerin Kur’ân’ın bu tür âyetlerinden alacağı büyük dersler olsa gerek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

14 YORUMLAR

  1. Hocam Allah razı olsun..
    Ben Furkan 78-81 mealden bulamadım..

    Bir de Timsah, yılan ve binlerce benzeri korku ve dehşet veren hayvanları Allah Niçin Yaratmış..

    Bununla ilgili çok okumuşum, Ama nedense içim mutmain olmadı…

    Allah razı olsun

    “O’dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve mânen yol gösteren. O’dur beni doyuran, O’dur beni içiren. Hastalandığımda O’dur bana şifa veren. O’dur ölümü yaratacak ve sonra da diriltecek olan.” (Furkân sûresi, 25/78-81)

    • Bu konu kötülük problemi çerçevesinde ele alınıyor. Bununla ilgili bu köşede 8 yazı kaleme almıştım. Arşivden ilgili yazılara ulaşabilirsiniz.

  2. Müslümanlardan çevremde sebepleri yaratıcı olanına rastlamadım ama sebeplere saygısız olanını çok gördüm.

    Bekli batıda sebepler yaratıcı zannedilebilir.. Bu yazı ingilizceye çevrilirse belki iş görür diyeceğim ama vaaz üslubundan dolayı yine sıkıntılı..

    Sadece Kur’an ile anlatılırsa, Kur’an ın oku dediği insan ve kainat ile bilfiil esbaplara riayet ederek çapraz okumalar olmazsa, bu anlatımlar yerini bulmayabilir. ÇÜNKÜ:

    Şu ayetlerin ÇOĞUL kullanılması, SEBEPLERİN ROLÜNÜ/VAZİFESİNİ/HİKMETİNİ/GÖREVİNİ ifade eder, git araştır diyor kainatı:

    “O’dur ki rahmeti olan (yağmurun) önünden müjdeci olarak rüzgârlar gönderir. Nihayet bu rüzgârlar o ağır bulutları hafif bir şeymiş gibi kaldırıp yüklendiklerinde, bakarsın Biz onları, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevk EDERİZ. Derken oraya su indiririz de orada her türlüsünden meyveler, ürünler ÇIKARIRIZ. İşte ölüleri de böyle ÇIKARACAĞIZ. Gerekir ki düşünür ve ibret alırsınız.” (A’râf sûresi, 7/57)

    “İnsan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl DÖKTÜK. Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice SÜRDÜK, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar BİTİRDİK.” (Abese sûresi, 80/24-31)

    Saygılarımla..

      • ‘O O DEĞİL’ DEĞİL! sayın Klasik bey..
        SEBEPLER ELBETTE TANRI DEĞİL.
        AMA, SEBEPLERE VAZİFE VEREN, İSTİHDAM EDEN ALLAH’TIR DİYORUM. TIPKI MFG GİBİ. KRALDAN ÇOK KRALCI OLMAMALI.. BU ALLAH A SAYGININ GEREĞİDİR.

  3. sayın hocam, 9 yazınızı da okudum, elinize sağlık. 2-3 paragraf dışında, genel yönteminiz, anladığım kadarıyla, sebeplere tapan bazı yobaz zümreler üzerinden, nedensellik kanununa (adetullah, sünnetullah) sayıp dökmüşsünüz, kibarca ve uzunca..

    oysa bunlar, izzet ve azametin perdeleri (BSN) olmaları yüzünden , saygıyı hak eder ki, insan bununla kainatı okur ve bilim üretir ve akıl-kalp uyumunu okur ve din-bilim ahengini dinler… vb

    sizden ricam, bir 9 seri de, nedenselliğe saygı göstermeyerek çağın gerisinde kalan Müslümanlara, bu NEDENSELLİĞİN önemini anlatan yazılar yazmanız.. Lütfen bu seride olduğu gibi yine mümkünse Kur’an kaynaklı olsun..

    • Ufff yeter ya

      Kilometrelerce yürüyen mülteci mi sebeplere riayet etmiyor

      Gazzeliler mi sebeplere riayet etmiyor

      Alkolden, zinadan, intihardan uzak duran Müslümanlar mi sebeplere riayet etmiyor

      Geçiniz bu ezberleri

      • Bıktım beyefendi/hanımefendi, ne bu öfke.. Sebep, sonuç, sebep-sonuç, mekanik ve iradi nedensellik, kozalite, korelasyon, determinizm, inderterminizm vb hakkında biraz okumalar yapmalısın. Konu ne Gazze, Alkol, Zina değil..

  4. Türkiye de teist ve deist insanlara anket yapılsa, şöyle bir masdeyi kaç kişi kabul eder.. balı arı, elmayı ağaç, maddeyi atom, atomu parçacık, hücreyi dna, sütü inek, ışığı güneş… vb (haşa) yarattı diye.. bence böyle bir sorun yok.

    asıl sorun, buradaki nedenselliği / sebeb -sonuç ilişkisini / kozaliteyi ( kolerasyon değil)/ adetullahı araştırmamak, incelememek, bilim ile kavgalı veya ilgisiz olmak..

    Bence buraları yazmak lazım değerli kardeşim

  5. @@@Aslında, insanlar arasında bulunan makam ve mansıp sahiplerinin bile bir izzet, azamet ve haysiyetleri vardır ve bundan dolayıdır ki, perde arkasından ve bir takım vasıtalarla icraatta bulunurlar. Mesela, bir devlet başkanı, belediye zabıtası gibi elinde makbuz çarşı-pazarı bizzat denetlemez. –Teşbihte hata olmasın– aynen bunun gibi, bütün mevcudâtın tek sahip ve hâkimi Yüce Yaratıcı (celle celalühu) da, kainâtta cereyan eden bütün hadiseleri, kanun ve sebepleri perde yaparak sevk ve idare etmektedir. Zira, izzet ve azamet bunu gerektirir. “Üzerinize bulutları gölge yaptık.” (Bakara, 2/57) mealindeki ayette ve benzerlerinde de ima edildiği gibi, işi yaptıran Allah Teâlâ, vesilelik açısından işi yapan “Allah’ın memurları” mesâbesindeki melekler ve sair esbabdır; dolayısıyla ayette “yaptık” denilmektedir. Evet, Cenâb-ı Hak, kainâtta câri kudretinin icraatını ilan etmek ve onlar vasıtasıyla azametini bildirmek için sebepleri istihdam etmektedir. Hazreti Üstad bu hakikati ne güzel dile getirir: “İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola (hakikî tesirden elini çeke, icada karışmaya) kudret eserinde.”

    @@@Bundan başka, “Biz” diye hitap edilen ayet-i kerimelerde umumiyetle, diğer manaların yanı sıra, bir de arada bir vasıta, bir vesile ve bir sebep bulunduğuna işaret vardır. Meselâ, Kur’ân’ın indirildiğini haber veren âyet-i kerimelerde “Biz indirdik” buyurulur ve ayetlerin vahiy kanalıyla indirildiğine, Vahiy Meleği olarak Cebrâil Aleyhisselam’ın vahye vesilelik ettiğine imada bulunulur. Binaenaleyh, az önce kısaca değinilen “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz!” mealindeki beyan-ı ilahîde, Cenâb-ı Hakk’ın kibriya ve azametinin vurgulanmasıyla beraber, Müsebbibü’l-Esbab’ın bazı icraatına sebepleri vesile kıldığına da işaret edilmektedir. Kur’ân’ı indiren de, onu koruyan da Hazreti Allah’tır. Fakat, Rabb-i Hakîm, Kur’ân’ı indirirken Hazreti Cebrâil gibi bir elçiyi vazifelendirdiği gibi, Yüce Kitab’ını korurken de vahiy katiplerini, onların yazdığı nüshaları ve daha sonra da onun her harfine vakıf hafızları vesile olarak kullanmıştır/kullanmaktadır.

    https://herkul.org/kirik-testi/biz-sozunun-hikmetleri/

  6. KUR’AN DİYOR Kİ -BENİM DE ANLADIĞIM-

    SEBEPLERE:

    1-SIRTINIZI DÖNMEYİN
    2- ARAŞTIRIN VE İNCELEYİN
    3- YARATICI ZANNETMAYİN

    hoca sen sadece 3 numaraya odaklanmışsın daha dengeli yazılabilirdi bence..

  7. Alternatif bir bakış:

    Şimdi bir yazılımcı, web developer geçti pc başına diyelim ve açtı editörünü, visual studio mu olur atom mu olur artık hangisiyse, yazar editörüne şu kodu:

    display: flex;
    justify-content:center;
    align-items: center;

    Bakar sonra ki, hedef nesne, ekranın TAM ORTASINA odaklanmış. Yazdığı kodlarbunun içinmiş.

    Oysa, o kişi, sadece KLAVYE DE, D harfine basmıştır, İ harfine basmıştır, S harfine basmıştır… basmıştır da basmıştır, bastığı tek şey bir plastik tuştur.

    Peki bu yaptığının oluşması için neye ihtiyaç vardır?

    Öncelikle elektriğin evcilleştirilmesine ihtiyaç vardır.

    Internetin icadına, o küçük küçük transistörlerin bulunmasına.

    Onları bir araya getirip çip yapılmasına.

    Çiplerden birinden elektrik geçerken diğerinden geçmemesinin, aradaki volatilite farkının kullanılarak,

    bunun mantıklı sinyallere getirilmesi ve bunun MİMARİSİnin düzgün yapılarak, uygun yan yana hizalı, mantıklı hedeflenen renklerde ışığın oluşturulmasına,

    Ve bu ışığın bir ekran üzerinden yansıtılmasına, ışığın kaybolmadan düzenli şekilde bize gösterilmesine.

    Kısaca GPU YA, CPU ya, transistöre, mimariye, bilmem neye neye neye..

    Yüzbinlerce insanın, beynin emek vere vere oluşturduğu, bilinçli oluşturduğu bir SİSTEME ihtiyaç vardır kısaca.

    Kısaca, sadece plastik butonlara basarak, o fiziksel ve sanal mekanizmayı, elektriksel , elektromanyetik mekanizmayı bilmeden, sadece plastik butona basarak arkada o kodların ve sonunda onlardan amaçlanan şeylerin yapıldığına inanmak tam bir saflık olurdu.

    Bir yazılımcı sadece tuşlara basmıştır bilinçli. Öyle basınca öyle bir şekil oluşacağını bildiği harfler için sadece tuşa basmıştır o kadar.

    Aslında o kadar uzağa da gitmeye gerek yok.

    Bir tuşa basınca, bilgisayarın açıldığını sanmakla da başlayabiliriz.

    Bir tuşa basıyorsunuz ama ne oluyor, Elektrik sinyalini kesen sistem kalkıyor, elektrik transistörlere gidiyor, önce BİOS A, bİOS İle birlikte NVRAM VE RAM A, orada yazılı kural ne ise, o kural tetikleniyor, o elektriği ilgili tüm aksama yönlendiriyor, bu esna da biz bekliyoruz tabi ekran karşısında, karşımızda açılıyor yazıyor, elektrik tüm herh yeri bir dolaşıyor yazılımsal olarak, arıza vs yoksa pat herşey uygunsa,pat buyrun diyor açıldı.

    Bu o kadar karmaşık bir süreç ki, onların her bir aşaması insanlığın yıllarını almış.

    Bir akıllı dese ki, ben tuşa bastıp ve pc yi açtım diyeceğimiz şey şu. Hayır sen sadece bir TUŞA bastın o kadar.

    Ortada hazırlanmış düzenek sistematik olmasa, ve o düzeneği işlenecek KOD lar ÖNCEDEN TANIMLANMIŞ olmasa ekran açılmaz bile.

    ————————-

    Alternatif yaklaşım 2:

    Acıktığımızı hissettik, ve birşey attık ağzımıza.

    Çiğnedik ve yuttuk.. Şimdi biz karnımızı mı doyurmuş olduk.

    Yaptığımız şey, bilinçli bir şekilde onu dahi biz yapmıyoruz ama, yaptığımızı iradi olarak varsayarsak,

    Bir şeyi çiğnemek sadece.

    Bir şeyi çiğnemek ile doymak arasında ilişkiyi kim nasıl kuruyor.

    Bakalım…

    Bazı gıdalar, karbonhidratlar mesela ağızda sindirilmeye başlar, bazıları mide bazıları bağırsak.
    Bunu biz bilmeyiz sbile, kim ayarlamış bunu.

    Ağzımıza attık, pityalin enzimi salgılandı diyelim, o esna da mide de asit salgılınmaya, mukoza salgılanmaşa başladı hazırlanıyor ortam. Bizim bunlardan haberimiz yok tabi. biz de yapmıyoruz, dur şunları bir salgılatayım demiyoruz bile.

    İndi mideye eritildi.

    Peki karnımız mı doydu. Hayır, eritilmiş sindirilmiş, asitle parçalalnmış birşeyeler var sadece ve bizim bundan haberimiz dahi yok.

    Peki ordan bağırsaklara geçti diyelim ne oluyor, poliplerden geçti diyelim Kana.

    Kana geçti parçlaanmış gıdalar diye karnımız mı doyuyor.

    Hayır elbette.

    Aç olan hücreler, doyurulması olanl hücreler.

    Hücre de değil aslında, hücre onları yakacak, mitokondrisinde ve enerjiye dönütürecek. Mantık bu.

    Hücreye girmesi gerek kısaca.

    Hücrenin kapıları var biliyoruz, protein-yağ-yağ-protein tabakasından oluşan.

    Şaşırtıcı olan şu ki, bir hücrenin tam 3000 ağzı var adeta. “açım, açım”, “rızık, rızık” diye bağırıyor gibi adeta diyelim.

    Ve gıdalar o 3000 kapıdan içeri geçmeye başlıyor.

    Tabi bizim bunlardan haberimiz yok.

    Hücre kapıları, zarı, seçici geçirgen.

    Yani her şeyi de içine almıyor.
    Proteinse, karbonhidratsa, yas ise belirli büyüklükte ise alıyor bir kere

    Asıl olaya bakalım ki, bazen kendi sağlıksız beslenmemiz, yaşam tarzımız yüzünden o yağ tabakasının çalışmasını bozarız da. AĞIZLARI, kapıları BOzarız.

    Aldık mı işi başımıza. Geçmez gıdalar içeri belki. Ne olucak peki.

    Basar vücut bu sefer, ŞEKERİ. Alın size şeker hastalığının izahı.

    Neden şekeri basar, şeker ne yapar da onların hücre içine girmesini sağlar vs oralara girmeyelim.

    Ne şekerin basılmasından, ne her hücrenin 3000 kapısının açılıp kapanmasından, seçeerek almasından haberimiz vardır bizim.

    Ve bunun gibi 100 trilyon hücre olduğunu düşünürsek, alın olayın büyüklüğünü.

    Peki hücrenin içine girdi diye karnımız mı doyuyor.

    Tabiki hayır,

    Oradan mitokondriye gidiyor, orada akıl almaz dönüşümlerle , soba da yanan odun gibi, bir güzel enerjiye dönüştürülüyor,

    Açlık hissimiz gidiyor, enerjimiz geliyor vs vs

    Şimdi bu hazırlanmış sistem olmasa, ağzına birşeyi atınca doyan insan, bunları kendi mi yapmış oluyor.

    Ağzına atarak karnını mı kendi doyurmuş oluyor.

    Elbette hayır..

    …………………

    Cenabı Hak, sebepleri ortaya koysa bile, her sebebin tetikledği sistemleri dahi sürekli var ederek bu iş yürüyor, yaşam hayat, hatta yaşamsız, hayatsız şuurlu şuursuz, madde, anti madde, karanlık madde , karanlık enerji ne ise artık yürüyüp gidiyor.

    Peki bunlar önceden oluşturulmuş sistem mi?

    Bunu daha önceki yorumlarımda değerli hocam yazmıştım.

    Kuantum fiziği bulgularından yola çıkarak diyebiliriz ki, varlık kesik kesik, bir VAR olur, bir YOK olur.

    Yani orta da birsistem varmış gibi görünse de, aslında mikro ölçekli zaman bazlarında ve atom altı bazda bakıldığı zaman, aslında sürekli bir yeniden oluşma, var olma olmama, ihtimaller üzerinden oluşma gibi tuhaf bir fantastik sistem üzerinden varız.

    Sistem dahi denemez çünkü doğasın ıdahi anlayamıyoruz. Ancak, bildiğimzi şu ki, Sürekli yok olan ve sürekli var loan bir kesik kesik zaman aralığıyla aralarında zamanın geçtiği br sistem.

    Dolayısı ile yapılmış da terk edilmiş bir sistem değil.

    İki karpuz aldınız kolunuza ve karpuzlar sanabilir ki, biz hep böyle yerden yüksekteyiz.

    Oysa farkında değil ki biri onu öyle orada tutuyor, her an bir müdahale ile, enerji ile onlar orada.

    Ne zaman anlar karpuz.

    Yere düşünce. Karpuzu tutan kişi, yorululnca, kendini çekince..

    İşte Cenabı Hak da, benim kendi tefekkür kapımdan kendi subjektif bakışımla yorumladığım şekilde,

    Herşeyi tüm varlığı, maddi ve maddi olmayan varlığı sürekli böyle AN olarak tutar.

    Yani var olan sistemlerin, SABİT liği değil, onlarında tutup kaldırıldığı, onların da bir şekilde denge de tutulduğu iradi birşey var.

    Bu nedenle de, işleyen mekanizmaların kendisi dahi , Sebeplerin kendisi dahi, oluşurken, ana SEBEBE dayanmadan oluşamaz.
    ………………

    Dolayısı ile karşımızda şöyle bir durum var.

    Var olan sistem sandığımız, Makro boyuttaki sistemlerin kendi işleyişleri bile bir KURAL nedeniyle işliyor,

    bir yazılımcının sadece tuşa basarak ekranda istedği şekilleri yapması ama aslıda onun sadece tuşa basması asıl o kodları tanıyarak, tanımlanmış olduğu için onların gereğini yapan bir SİSTEMİN oluşması.

    Bir de o sistemi ayakta tutanın da sürekli AN olarak tutması ve devam ettirmesi..

    Her ikisi de bir bilinç ve iradi.

    Ve o irade, arka plan bilinç, KUDRET..

    İşte o, iyi ki varsın Allahım, Var olanların Varlığının sebebi VAR olan VAR, TEK VAR, ALLAH.

    Annesiz büyüyen bir çocuğun anne sevgisine özenmesi,

    Annesi ile büyüyen bir çocuğun uzun ayrılıktan sonra annesine kavuşması,

    Çocuğa deseydik ki, Anne diye birşey yok. Çıldırırdı.

    Allahım işte bu nedenle, bu basit aklımla bile, senin hiç olmadığını düşününce herşey çıldırtıcı geliyor.

    Ne mutlu ki, ne şükür ki, sen varsın ALLAH ım.

    Hiç eksiksiz , tastamam, kudreti, şanı, hikmeti, rubibiyeti, rahmaniyeti, rahimiyeti, esmaları sıfatları şuunatı ve asla anlayamayacağeımız ZATI ile.

    Rabbim diyorum, ne şanslıyız.

    Asla gerçek olmayacka ama masal diyarı gibi bir filmin gerçek olması gibi.

    İnsan oğlu birşey dileseydi, ancak seni dilerdi hayalinde kıyasında Rabbim.

    Herşeyiyle herşeyi kapsayan, güzeller güzeli, herşeyin üzerinde Cem ettiği, Zatının aklımızın almadığı, ama heryönüyle herşeyi ihata eden,

    Namütenahi,

    VE asla anlayamayacağımız Kadar OLAN, ONUN DA ÖTESİNİN ÖTESİNİN… sonsuz ötesi olan,

    Allahım.

    İyi ki varsın.

    Müslümanlar, iman edenler bizler ne şanslıyız.

    Bir Allahımız var bizim.

    Allahını kaybedenler, bulamayanlar, kabul etmeyenler, şüphe edenler..

    Ne büyük karanlıkta, ne büyük şeyi kaçırıyorlar.

    Rabbim, Senin Cemalini seyretmeyi, seninle sohbet etmeyi, senin iznin dairesince, ne kadar müsade edersen, ne kadar gücümüz dayanibilrse, takdir ettiğin, münasip gördüğün ölçü de..

    Yaşamak istiyoruz Allahım seni.

    Bize seni yaşat. Cennette Cemalullahını, SEN i yaşat.

    Ve bizleri affet, hatalarımızı kusurlarımız.

    Hamd sana, minnet sana, sonsuz şükür sana.

    • Ahmet bey,

      Yazıklarını İnsan ve Kâinat kitaplarını Oku’masaydın yazamayacaktın.. Demekki neymiş, sebepleri istihdam eden Allah a saygı gidip onları öğrenmek..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin