Dune hakkında her şey (2): Dune nasıl yazıldı?

“Esasen Herbert’in kurduğu evren yabancı değildi. Ustalıkla kendisinden önce yazılmış pek çok harika kitaptan olay, karakter, mekanları ödünç almıştı. Kendi kullandığı taktik eserinin filme çekilme sürecinde başına gelecekti. George Lucas, Star Wars evrenini düpedüz Dune’den yola çıkarak çekmişti. Herbert’in dava açmasından korkmuştu ama yazar dava açmak yerine, “Dava Açmayacak Kadar Büyüğüz Topluluğu” adında şaka bir dernek kurdu.”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

1959 yılında, Oregon’un Florence şehri yakınlarındaki kumul tepelerinde yürüyüş yapan biri, Ray-Ban Aviator güneş gözlükleri ve pratik askeri fazlalık giysileriyle dolaşan güçlü, sakallı bir adamla karşılaşabilirdi. Bu adam, Frank Herbert’ten başkası değildir. Ekolojiye olan ilgisiyle tanınan bu bağımsız yazar, ABD Tarım Bakanlığı’nın Avrupa plaj çimi kullanarak kayan kumları sabitleme programını araştırıyordu.

Pasifik’ten esen güçlü rüzgarlar kumulları doğuya doğru sürüklüyor, yol üzerindeki her şeyi gömüyordu. Herbert, manzarayı havadan gözlemlemek için bir Cessna hafif uçağı kiraladı. “Bu kum dalgaları bir tsunamiden farksız zarar verebilir, hatta ölümlere sebep olabilir.” diye not düşmüştü ajandasına. Ancak onu en çok cezbeden, düşmanca bir çöl manzarasını yeşertme ve bir ekosistemi mühendislik yoluyla dönüştürme fikriydi.

Siuslaw Halk Kütüphanesi Müdürü Meg Spencer, “Kitaplarından da anlaşılacağı üzere her şeyle ilgileniyordu” diyor: “Kum tepelerinin üzerinden uçtu, birden fazla fotoğraf çekti ve üzerlerine yürüdü.”

Herbert, Floransa hakkındaki makalesini bitirdi ama hiçbir zaman yayınlanmadı. Bunun yerine çöl ekosistemlerini ve insanın doğayla olan etkileşimini daha derinlemesine incelemeye başladı. Spencer, “Buradaki kum tepelerini görme deneyimi ve buradaki insanlarla yaşadıkları çevre arasındaki etkileşim, gerçekten de Dune ve Arrakis’in merkezi haline geldi.” diyor.

Bunu biliyor çünkü Siuslaw Halk Kütüphanesi, Herbert’in Dune’u araştırmak için topladığı birçok orijinal materyalin bulunduğu bir arşive ev sahipliği yapıyordu. Modern ekoloji üzerine 1962 tarihli bir kitap olan “Doğa Sosyolojisi” ve 1961 tarihli tarihsel psikoloji kitabı “ İnsanın Değişen Doğası” gibi kitapları içermekte.

Siuslaw Halk Kütüphanesinde Herbert bölümü mevcut.

Herbert, 19 yaşında yazmaya başlamış ve 40 yaşına gelmek üzereyken, kariyeri boyunca inişli çıkışlı dönemler yaşamıştı. Washington, Tacoma yakınlarında zor bir çocukluk geçiren Herbert, balık tutmayı ve teknelerle zaman geçirmeyi severdi. Daha sonra Pasifik Kuzeybatısı’nda çeşitli bölgesel gazetelerde çalıştı ve dergilere kısa hikayeler sattı. Görece rahat geçen savaş yıllarında, sekiz ay boyunca donanmada fotoğrafçı olarak görev yaptıktan sonra tıbbi sebeplerle terhis edildi.

Daha yakın zamanda, Washington’da bir Cumhuriyetçi senatör için konuşma yazarlığı yaparak geçirdiği tuhaf bir dönem vardı. Bu dönemde, doğu kıyısında yaşadığı tek uzun süreli zaman dilimiydi ve uzaktan akrabası Senatör Joseph McCarthy’nin komünizmi kökünden kazımaya çalıştığı Ordu-McCarthy oturumlarını izledi.

Herbert, özgürlükçü, merkezi otoriteye şüpheyle yaklaşan, fakat aynı zamanda ütopik gelecekçiliğin geniş bir izini taşıyan Pasifik kıyısı kültürünün tipik bir temsilcisiydi. Ancak aynı zamanda sürekli olarak maddi sıkıntılar yaşamaktaydı. Dune’ı yazdığı dönemde, eşi Beverly Ann ailenin ana geçim kaynağıydı; kendi yazı kariyerini bir kenara bırakarak küçük marketler için reklam metinleri yazıyordu.

Herbert’in kumullar üzerine araştırması, çöller ve çöl kültürleri üzerine daha geniş bir araştırmaya dönüştü. Amerikan tarım Bakanlığı USDA’nın cesur erkeklerinin kahramanlıklarını anlatan makalesi (“Hareket Eden Kumları Durduranlar” başlığını tercih etmişti) gözden düştü ve Analog Science Fact & Fiction gibi prestijli bir dergide tefrika edilen iki kısa bilimkurgu romanına dönüştü. Ancak Herbert, iki hikayesini tek büyük bir epik hale getirerek yeniden işledi. O zamanın yayıncılık bilgeliğine göre bilimkurgu okurları hikayeleri kısa severdi. Ancak Dune (ilk ciltli baskısı 400 sayfa, şimdiki kopyalar ise neredeyse 900 sayfa) Chilton tarafından kabul edilmeden önce 20’den fazla yayınevi tarafından reddedildi.

Chilton, Philadelphia’da araç ve hobi dergileriyle tanınan bir yayıneviydi. Dune, en prestijli iki bilimkurgu ödülü olan Nebula ve Hugo ödüllerini kazanmasına rağmen, bir gecede ticari bir başarı olmadı. Kitlesini 60’lar ve 70’ler boyunca yavaşça inşa etti, fikirlerin global dönüşümü çekici bulduğu işgaller, komünler, laboratuvarlar ve stüdyolar gibi yerlerde dolaşmaya başladı. Elli yıl sonra birçok kişi tarafından bilimkurgu kanonunun en büyük romanı olarak kabul edilen Dune, dünya çapında milyonlarca sattı.

Dune, savaşan asil evlerin acımasız bir galaktik imparator tarafından dizginlendiği uzak bir gelecekte geçer. Bizans siyasi entrikalarının bir parçası olarak, Homerik isimli Atreides Evi’nin asil dükü Leto, ailesini cennet gibi ana gezegenleri Caladan’dan çöl gezegeni Arrakis’e, halk arasında Dune olarak bilinen yere taşımaya zorlanır. Dune’un iklimi korkunç derecede düşmanca, su o kadar nadirdir ki sakinleri dışarı çıktıklarında, vücut nemini yakalayan ve içme suyu olarak geri dönüştüren sıkı oturan kıyafetler olan stillsuitler giymek zorundadır.

Savrulun Dune geliyor!

Atreides Evi’nin büyük düşmanı, insanlara eğlence için işkence eden şehvet düşkünü Harkonnen Evi’dir ve lideri Baron Vladimir o kadar obezdir ki hareket ederken küçük anti-yerçekimi “askılar” kullanmak zorundadır. Harkonnenler, korkunç iklimi ve göçebe çöl halkına rağmen stratejik açıdan hesaplanamaz bir değere sahip olan Dune’u kontrol ediyordu: Büyük güney çölü, galakside yalnızca “melange” veya “baharat” olarak bilinen son derece değerli bir maddenin çıkarıldığı tek yerdir.

Baharat, uzay gemisi pilotlarında geliştirilmiş bir zaman-mekan algısı uyandırma gibi birçok faydalı özelliğe sahiptir. Onsuz, İmparatorluk’un tüm iletişim ve taşıma sistemi çökecektir. Yüksek bağımlılık yapıcıdır ve kullanıcının gözlerini derin maviye dönüştürür. Baharat madenciliği sadece kum fırtınaları ve göçebe saldırıları nedeniyle değil, aynı zamanda gürültünün kum tepeleri arasında okyanusta balinalar gibi seyahat eden yüzlerce metre uzunluğundaki dev kum solucanlarını çektiği için tehlikelidir. Bütün bunları enine boyna ele alacağımız için şimdilik çerçeve çizme adına betimliyoruz.

Dune’un sinemaya uyarlanma süreci, vizyoner Şilili film yapımcısı Alejandro Jodorowsky’nin bu eseri beyaz perdeye taşıma girişimi ile bilimkurgu sinemasının büyük ‘ne olurdu’ hikayelerinden birine dönüştü. Jodorowsky’nin olağanüstü işbirlikçileri arasında görselleri Moebius ve HR Giger tarafından hazırlanmış, uzay gemileri ise İngiliz illüstratör Chris Foss tarafından tasarlanmıştı.

Orson Welles Baron Harkonnen rolünde, Salvador Dali ise İmparator olarak yer alacaktı. Pink Floyd ve Magma, filmin müzikleri için anlaşılmıştı. Ancak Jodorowsky’nin progresif ve fantastik projesi, riskten kaçınan Hollywood yapımcıları tarafından daha başlamadan sona erdirildi. Bu süreçten sonra, David Lynch 1984’te bir versiyon çekti, fakat Universal tarafından o kadar nefret edilen bir kurgu yayınlandı ki Lynch adını jenerikten kaldırttı.

Lynch’in filmi aslında korkunç ününden çok daha iyidir ama Sting’in bir zırh içindeki görüntüsü ve Toto’nun film müzikleri, Jodorowsky’nin yapılmamış destansı filminin potansiyel büyüklüğüne asla ulaşamaz durumdaydı. Bu konuya Dune ve sinema bölümünde ayrıntılı bakacağız.

Aslında, harika bir Dune filmi yapıldı. Adı Star Wars’tı. İlk taslaklarda, bir çöl gezegeni, kötü bir imparator ve galaktik bir kaderi olan bir çocuk hikayesi, savaşan asil evler ve ‘aura spice’ adı verilen bir şeyin sevkiyatını koruyan bir prensesi de içeriyordu. Star Wars evreni, Dune’dan alıntılarla doluydu; Jedi’ın Bene Gesserit benzeri zihinsel güçlerinden, Tattooine’deki madencilik ve ‘nem çiftliği’ne kadar. Herbert, fikirlerinin çalındığını biliyordu ve Lucas’ın para kazandıran serisinde diğer bilimkurgu yazarlarının fikirlerini gördüğünü düşünüyordu. Kendisi ve birkaç meslektaşı, George Lucas’a “Dava Açamayacak Kadar Büyüğüz Topluluğu” adında şaka amaçlı bir organizasyon bile kurdular.

Dune’nun dip koçanları!

Esasen Herbert’in kurduğu evren yabancı değildi. Ustalıkla kendisinden önce yazılmış pek çok harika kitaptan olay, karakter, mekanları ödünç almıştı. Herbert’in, Edgar Rice Burroughs’un Mars hikayelerine, Isaac Asimov’un Vakıf kitaplarına ve Idaho doğumlu gıda kimyacısı Elmer Edward “Doc” Smith’in 1940’lar ve 50’lerde popüler olan Lensman uzay operalarına borçlu olduğu düşünülen bu yapı, değişen bilinç durumlarını ağırlıklı olarak beyaz ve doğru kişilerin subversifleri, uzaylıları ve istenmeyen özelliklere sahip diğerlerini yok etmek için kullanmaları fikrini eleştiren bir bakış açısı sunuyordu.

Herbert, büyük hükümetlerin dostu değildi ve Peyote (psikioktif madde içeren bir tür kaktüs) kullanmış ve Jung okumuştu. 1960 yılında, bir yelken arkadaşı onu Sausalito’da bir ev botunda yaşayan Zen düşünürü Alan Watts ile tanıştırdı. Watts ile yapılan uzun sohbetler, Herbert’in hızlı macera hikayesini zamanı, kişisel kimliğin sınırlarını ve zihnin bedenle olan ilişkisini keşfeden bir araştırmaya dönüştürmesine yardımcı oldu.

Her fantezi onu üreten yer ve zamanı yansıtıyor. Eğer Yüzüklerin Efendisi faşizmin yükselişi ve İkinci Dünya Savaşı’nın travması hakkındaysa ve (GOT) Taht Oyunları, sinik realpolitik ve güvencesiz, girişimci karakterlerden oluşan kadrosuyla neoliberalizmin bir masalıysa, Dune da Kova Çağı’nın paradigmik fantezisiydi!

Neydi Kova Çağı?

Batı astrolojisinde Zodyak’ın on iki burcundan biri olan Kova’nın dönemini ifade ediyor.

Çevresel stres, insan potansiyeli, bilinç durumlarının değiştirilmesi ve emperyalizme karşı gelişmekte olan ülkelerin devrimi gibi endişeler, kişisel ve kozmik dönüşümün bir dönem tanımlayan vizyonunda birleştirilmişti.

Frank Herbert, 10 yıldan fazla bir dönemde zihninde kurguladığı fantastik bir evreni 1960 yılından itibaren kurmaya başlamıştı. Bu evrenin temelini kurarken, doğu ve batı mistizminden, İslam ve Hıristiyanlık kaynaklarından alabildiğince yararlanacaktı. Bununla beraber kader ve özgür irade, güç ve acı, insanlar, doğa ve ekoloji, din ve kontrol, insan potansiyeli gibi kavramları da anlatısının katmanlarına özenle yerleştirmişti. Yazma tekniğini ise 1969 yılında verdiği bir röportajda şöyle izah edecekti: “Herhangi olgu ya da kavramı bir katman tekniği üzerine inşa ediyorum ve tabii ki din ve dini fikirleri de katarak birbirinize karşı oynayabilirsiniz.”

Tolkien: Dune’dan nefret ediyorum!

Yüzüklerin Efendisi serisinin efsane yazarı JRR Tolkien, Frank Herbert’in Dune’u hakkında çok özel ama çok olumsuz bir görüşe sahipti. Tolkien’in Kütüphanesi, bir yerinde, Tolkien’in 12 Mart 1966’da John Bush’a yazdığı yayınlanmamış bir mektupta şöyle yazdığı aktarılıyor: “Hala yazan bir yazarın, aynı çizgide çalışan başka bir yazara karşı adil olması imkansızdır. En azından ben öyle buluyorum. Aslına bakılırsa Dune’dan bir miktar nefret ediyorum ve bu talihsiz durumda sessiz kalmak ve yorum yapmayı reddetmek başka bir yazar için en iyisi ve en adil olanı olacaktır” (Madde:964)

Ancak şöyle bir ayrıntı da var, yazmazsak her iki yazara da haksızlık olacaktır.

Malum gerek Yüzüklerin Efendisi gerekse Dune zamanla kendi sevenlerinin bir araya geldiği topluluklar oluşturdular. İşte kendilerine Tolkien Topluluğu diyen bir gurubun forumunda bu mevzu açıldığında aşağıda bir misafir üyenin şu notu dikkat çekecekti (bu notu buraya almamın sebebi Tolkien’in hiçbir zaman bu nefretin sebebini açıklaması ve bu cevapta nispeten bunun sebeplerinin yer almasıdır):

“Scott Mauldin: Merhaba, ben “Tolkien Neden Dune’dan Nefret Etti?” adlı makalenin yazarıyım. Makaleyi bağlantı vererek “güçlü” olarak nitelendirdiğiniz ve Tolkien’in bakış açısı hakkındaki düşünceleriniz için teşekkür ederim. Sadece kelime seçimimi savunmak istiyorum. 1960’larda Tolkien yorumlarını kaleme aldığında ve özellikle yüzyılın başlarında kendi ideolektini (Benzersiz dil kullanımı) ve semantik izlenimlerini geliştirirken “nefret” kelimesinin bugün sahip olduğu anlamla aynı olmadığına inanıyorum. Bu kelime, büyük ölçüde semantik bir şişkinlik geçirmiştir ve eskiden olduğundan çok daha zayıf bir anlam taşımaktadır. 1892 doğumlu birinin “hoşlanmamak” için kullanacağı duygu yoğunluğunu ifade etmek için muhtemelen “nefret etmek” kelimesini kullanacaktır, “kesinlikle hoşlanmamak” demeye bile gerek yok. Tolkien’in kişiliği hakkında derinlemesine çalışmadım ama hatta sıradan bir hayran bile bilir ki, o değerler adamıydı ve atasözünde dediği gibi “her şeye tolerans göstermek, hiçbir şeye değer vermemektir”. Tolkien modern anlamda “nefret dolu” biri değildi, ancak görünüşe göre toplumun değer vermesi gereken (hayırseverlik, doğa, özgecil hizmet) ya da reddetmesi gereken (açgözlülük, maddiyatçılık, egoist gurur) şeyler hakkında kesinlikle güçlü fikirlere sahipti.”

Yapılan imayı anlıyorsunuzdur eminim.

Bu iki güçlü usta yazarı karşılaştırmadan önce, isterseniz eserlerini ele alalım. Bu arada bunun bir karşılaştırma olmayacağını, elma ile armut gibi iki farklı tadın aynı kantarda tartılamayacağını da ekleyelim.

Yüzüklerin Efendisi versus Dune!

Tolkien, genellikle modern fantastik edebiyatın babası olarak anılmakta. “Yüzüklerin Efendisi” serisi, Orta Dünya adlı kapsamlı bir evrende geçiyor ve yüksek fantezi olarak adlandırılan türün en ünlü örneklerinden. Seri, iyi ile kötü arasındaki mücadeleyi, kahramanlığı, fedakarlığı ve dostluğu konu almakta. Tolkien’in eserleri, kendi ürettiği (akıl almaz) diller ve efsanelerle dolu ve bu yönüyle derin bir mitolojik temele sahip. Tolkien, eserlerini yazarken Avrupa’nın özellikle de Kuzey Avrupa’nın folklor ve mitolojilerinden esinlenmiş.

Herbert’in “Dune” serisi ise genellikle bilimkurgunun başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. “Dune”, karmaşık politik entrikalar, ekoloji, din ve insan bilinci gibi temaları ele almakta. Herbert, Arrakis (Dune) gezegeninin çöl ekosistemini detaylı bir şekilde tasvir ederken, aynı zamanda insan doğası ve iktidar dinamikleri üzerine derinlemesine bir sorgulamaya da girişiyor. “Dune”, bilimkurguda çevre bilincinin ve sürdürülebilirliğin erkenden ele alınışının öncüsü ve Herbert, eserinde insanlığın geleceğine yönelik distopik bir bakış sunmakta.

Her iki (muhteşem) eser de kendi evrenlerinde kapsamlı tarihler ve sosyal sistemler oluşturuyor, ancak temaları ve mesajları birbirinden çok farklı. “Yüzüklerin Efendisi” klasik iyilik ve kötülük arasındaki savaşı ve karakterlerin kaderlerini şekillendiren mitolojik bir geçmişi merkezine alırken, “Dune” insan psikolojisi, doğal kaynakların yönetimi ve karar mekanizmalarının karmaşıklığını işliyor. Tolkien’in eseri, efsanevi ve masalsı bir dil ve anlatım içerirken, Herbert’in dili daha teknik ve felsefi meselelere odaklanmakta.

Edebi etkiler açısından, her iki yazarın da kendi türlerinde ölçüt belirleyici olduğu söylenebilir; Tolkien, fantastik edebiyatın, Herbert ise bilimkurgunun gelişimini önemli ölçüde etkilemiş. Ancak Tolkien’in eserleri daha geniş bir kitleye hitap ederken, Herbert’in eserleri daha “niş/özel” bir kitleyi hedef alır ve bilimkurgu okuyucuları tarafından daha fazla takdir edilir.

Sonuç tahlilde, Tolkien ve Herbert, muhteşem hayal dünyaları ve derin tematik anlayışlarını kendi türlerinin klasik eserlerine dönüştüren iki özgün yazar. Onların eserleri olan, “Yüzüklerin Efendisi” ve “Dune” de türlerinin en sevilen ve en çok tartışılan eserleri olmaya devam etmekte.

1965 yılında bilim kurgu dergilerinde kendine zar zor yer bulan Dune, kopacak fırtınanın ayak sesleriydi!

Evet gördüğünüz üzere ortalık ısınmaya başladı, heyecan daha yeni yeni başlıyor sıkı tutunun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin