Zuladaki altınlar!

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Danzhou, Çin’de çok da büyük olmayan tarihi, turistik bir kent. Bu kentin eski belediye başkanı bütün dünyaya haber oldu. Başkanın evinin bodrumuna zulalanmış 13.5 ton altın ve 214 milyar TL’ye denk nakit para yakalandı. 34.5 milyar Euro değerindeki altın ancak kamyonla taşınır. Sanırım nakit para için TIR filan gerekir. Çin “Yolsuzlukla Mücadele Kurumu” (afilli, fiyakalı bir ad), bir operasyonla altınları ve paraları ele geçirmiş. Görüntüleri kamuoyu ile paylaştı ve haberdar olduk. Muhtemelen haber “büyük yolsuzluk operasyonu!” diye sunuldu Çin medyasına. Çinliler de “polisimiz çalışıyor!” “çalanlar yakalanıyor!” diye polise, devlete güven tazeledi.

Haberi duyan herkes “oooo adam amma da çalmış!”, “malı götürmüş!” gibi şeyler söyledi. Pek azımız bir belediye başkanı bu kadar parayı nasıl çalabilir diye sorguladı. Hırsızlık bu seviyeye gelene kadar neden kimse farketmedi? Neden şimdi farkedildi? Nasıl bir denetim sistemi var ki bu kadar büyük hırsızlık yıllarca farkedilmiyor? Kamu görevi yapan insanların kamu kaynaklarından kolayca ve büyük miktarlarda çalabildiği yönetim sistemi sağlıklı olabilir mi? gibi sorular ilk anda aklımıza gelmiyor. Gözlerimiz yığılmış çil çil altınları görünce fal taşı gibi açılsa da bu sorular ve verilecek cevaplar yolsuzluktan daha önemli. Ama insanoğlu işin medyatik, aktüel tarafını görmeyi yeğliyor. Zihnimizi arka plana yormak zor geliyor.

Çin, Komünist Partiyle yönetiliyor. Yani bir parti devleti var; herşey parti organlarınca yönetiliyor. Ama artık Parti organlarının da etkisi kalmadı. Çin’i 3 yıl önce kendisini ömür boyu başkan ilan eden tek adam Şi yönetiyor. Muhalefet yok, eleştiri yok, denetim yok. Gerçi Parti organları çalışırken de farklı değildi. Tepe noktaları tutanlar devletin bütün imkanlarını ve sorumsuzca kullanırken sözde rejimin sahibi proletarya sınıfı (işçi, emekçi) karın tokluğuna yaşamaya mahkum oluyor. Birilerine yönetmek ve yemek, ötekilere sabretmek, itaat etmek, rejimi ayakta tutmak için fedakarlık düşüyor. Sovyet rejimi de aynı sebeple yıkılmıştı. Kapalı rejimlerde vatandaş açlıkla mücadele ederken, yönetici kesim altınları/paraları zulalar. Yönetici etiketine sahip üst düzey hırsızlık şebekelerinin suçları kurulan ortaklık bozulana, hırsızlar iktidardan düşene kadar ortaya çıkmaz. Kazara (17/25’teki gibi) polisler, yargıçlar görevini yapsa, hepsi hapsi boylar. Millete de konu: “vatana ihanet”, “yabancı güçler”, “darbe” vb şeklinde sunulur ve çalma, zulalama tüm hızıyla devam eder.

Kapalı rejimlerde sanılanın aksine yönetici kesimde daha büyük gelecek korkusu vardır. Topluma “vatan” “millet” hamaseti yaparken çaldıklarını ülke dışında tutmayı daha güvenli bulurlar. Korkuları halktan değildir. Beraber yönettikleri ve çaldıkları arkadaşlarının ifşa etmesinden korkarlar. Sorumsuzva ve sınırsızca kullandıkları kamu otoritesinin güç dengeleri değişip aleyhine işlemesinden korkarlar. Bu korku nedeniyle üst düzey siyasetçiler, yöneticiler daha aktif görevde iken ailesini çoluk çocuğunu çaldığı paraların bir kısmıyla batıda veya güvenli ülkelerde yaşamaya gönderir. Diktatörler yönettikleri ülkeye başta kendisi güvenmez, gelecek endişesi yaşar. Milletin evlatlarını imam hatipte, mahalle mektebinde okumaya teşvik ederler, ama kendi çocuklarını/torunlarını Avrupalarda, Amarikalarda okuturlar. Millet devletin karşılaması gereken temel eğitim harcamaları için okula haraç öderken, onlar çocuklarına, torunlarına batıda okumak için servet öder; batıda bohem ve lüks içinde hayat yaşarlar.

Batı dünyasında kapalı rejimlerden, otoriter ülkelerden gelen iki tür insan var:

  1. O ülkede zulme, eziyete, açlığa maruz kalıp, demokrasinin hukukun olduğu batılı ülkelere tehlikeli yollardan geçmiş ve sığınmış, muhalif veya ezilmiş kesimler.
  2. Otoriter ülkelerdeki yönetici kesimin lüks içinde yaşayan sonradan görme yakınları ve züppe çocukları.

Maalesef bu kesimler aynı ırktan, aynı dinden, aynı kültürden olmalarına rağmen biri zalim, bir mazlum olduğu, biri iktidarı, biri muhalefeti temsil ettiği için biraraya gelemezler. Ateşle barut gibidirler. Suriye’liler, Irak’lılar, diktatörlerle yönetilen Afrika halkları, Mısırlılar, Çin’liler, Rusya’dan gelenler böyledir. Başka üke vatandaşları ile kolayca biraraya gelip konuşurlar ama kendi ülkesinden biriyle görüşünce gardını alır, onun ne olduğunu anlamaya çalışır. Bazen de yurt dışında aynı ülkenin vatandaşları kanlı bıçaklı hale gelir ve o ülkenin polisi-güvenlik güçleri araya girerek ayırır bu insanları. Zira otoriter yönetimler kendi halkını ülke içinde bölmekle, ezmekle kalmaz; yurt dışında da böler. Oralarda da korkuyu devam ettirir, muahlifleri takip eder. Rejime sadık militanlaştırılmış kişiler üzerinden insanları sindirmeye, susturmaya çalışır. Erdoğan’ın korumalarının ABD’de terör estirdiği gibi batıda otoriter yönetimlerin gönüllü gestapoları, militanları olur ve özgür ülkelerde de insanları özgür bırakmazlar. Çin dünyaya insan ihraç etmeyi politika haline getirmiş bir ülke. Ama vatandaşlarını yakından takip ettiğini her Çinlide gözlemliyorsunuz. En demokratik ülkelerde dahi hala Çin vatandaşı olan Çinlilerde korku, güvensizlik ve endişe açıkça farkediliyor.

Muhtemelen o kadar altını çalan belediye başkanı bir iç rekabet ve çatışma nedeniyle ifşa oldu. Belki de birileri biriktirdiklerinden pay istedi; o da paylaşmaya yanaşmayınca ifşa edip perişan ettiler. Belki de sabık başkan beraber çaldıklarına yeterince pay vermedi! Belki bölüşmede problemler çıktı. Bazı terslikler olmasa o belediye başkanı pekala altınlarıyla başına çok da iş açılmadan yaşayabilirdi. Servetiyle yargıyı polisi satın alabilirdi. Yakalananların dışında yurt dışına ne kadar altın-para çıkardı, kamu kaynaklarından ne kadar çarçur etti meçhul! Çin’de buna benzer altın ve para zulalanmış kaç bodrum var kimse bilemez!

İnsanoğlu aç gözlü, muhteris. İnsanoğlu bencil ve adaletsizliğe, zulme yatkın. Eğer insanın bu olumsuz duygularını dizginleyecek, kontrol edecek açık, şeffaf, denetlenebilir bir yapı kurmazsanız bu tür yolsuzluklar suistimaller her dönemde, heryerde olur. Çin basın özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler, şeffaflık, yolsuzluk vb endekslerde hep en kötü ülkeler arasında oldu. Dolayısıyla bu vaka devede kulak olabilir. Türkiye’nin bile Çin’den önde olduğunu söylersem vehamet anlaşılır.

Çin gibi bir ülkede sıradan bir belediye başkanı bir kamyon altın, bir TIR nakit para zulalayabiliyorsa komünist partinin önündeki adamların, büyük kentleri yönetenlerin, yatırımcı bakanlıklara bakanların neler zulalayabileceğini varın hesap edin. Çin devasa bir üke. Bizimkilerin dünyada tek köprü gibi sunduğu, öğündüğü 3. Köprüden son 4-5 yılda yüzden fazla yapıldığı söyleniyor. Muhtelemelen orada da yöneticiler yolları köprüleri milletin gözüne sokarken altınlarını zulalıyor, paraları yabancı ülkelere yığıyor. Millet köprülerle avunurken yöneticiler köprü ve yol ihaleleri üzerinden aşırdıkları ile kasalarını dolduruyor. Kazara ve çıkar çatışmalarından saçılan böylesi vakalar da “yolsuzlukla mücadele!” adına milleti rahatlatıyor. Kimse yolsuzluğun bütününü göremiyor, göremeyince de kendini rahat hissediyor.

Demokrasinin, denge denetim mekanizmalarının, muhalefetin, basın özgürlüğünün, ifade hürriyetinin, bağımsız yargının olmadığı ülkelerde işler böyle işliyor. Yakalanırsan suçlu oluyorsun, yakalanmazsan zengin!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin