Ana Sayfa HABER Zor yıllarda bir vaiz!

Zor yıllarda bir vaiz!

 “Yeni Faz” Kavramları (17)

“Gittiğim her yerde bazı önerilerde bulunuyorum. Hiçbir ayrımcılık yapmadan vatandaşlarımıza şunu söylüyorum: “Üniversite hazırlık kursları açın ve insanımızın seviyesini yükseltin.” F. Gülen


 

Gülen’in Avrupa seyahatleri ve bu seyahatlerde şekillenen vizyonu, Türk diasporasının Avrupa’daki konumunu güçlendirmeyi ve İslam’ın bu coğrafyalardaki temsilini iyileştirmeyi hedefliyordu. Bu yaklaşım, günümüzde de devam eden entegrasyon ve kültürel kimlik tartışmalarına ışık tutmakta.

Türkiye’den bir hocayı dinlemeye gelen bazı insanlara şunu söyledim: “Burada kalın. Çocuklarınızı üniversiteye hazırlayın. Fen bilimleri okusunlar. Genel kültür ve eğitim seviyesi yeterince yüksek değilse, üniversite hazırlık kursları açın. İmkanlarınızı bir araya getirin. Küreselleşen bir dünya beraberinde bazı şeyleri de getirecektir.”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Okurlarımızın birçoğunun yaşı itibarıyla dönemi tam olarak bilemeyebileceğini hesaba katarak, mümkün mertebe fazla arka plan vererek meseleyi izah etmeye çabalıyorum. Bu sebeple bazı kısımlar tekrar gibi gelebilir, bağışlayınız.

1970’ler Türkiye’si, siyasi çalkantılar ve toplumsal değişimlerle dolu bir dönemdi. Özellikle 1975-80 arası tam bir zehirli sarmaşık sımsıkı kavramıştı ülkeyi. Memleket siyasi kamplara bölünmüş, sağ-sol çatışmalarından dolayı binlerce genç sokaklarda öldürülüyor, anarşi kol geziyordu. Bu karmaşık ortamda, genç bir vaiz olan Fethullah Gülen’in hikayesi, ülkenin yaşadığı zorlu sürecin bir mikrokozmosu gibiydi.

Gülen, 1971’deki askeri muhtıra sonrasında tutuklandı. İddia, ‘din devleti kurmak için propaganda yapmakla’ suçlanmıştı. Ancak, iddianamede somut delillerin yokluğu, davanın siyasi niteliğini gözler önüne seriyordu. Bu durum, o dönemde Türkiye’de düşünce özgürlüğü ve din-devlet ilişkileri konusundaki gerilimleri yansıtıyordu.

Tahliye sonrası Gülen’in Edremit ve Manisa’daki görevleri, onun fikirlerinin yayılması için yeni fırsatlara vesile olmuştu. Ancak, sürekli yer değiştirmesi, devletin din adamları üzerindeki kontrolünün bir göstergesiydi. Bu durum, bize Türkiye’de laiklik anlayışının nasıl uygulandığı hakkında iyi bir fikir veriyor olsa gerek! Nitekim bir sıkıyönetim görevlisi de Gülen’e, “Solculardan bazı kimseleri topladık. Sizin kesimden de birilerini toplamamız lazımdı.” demişti.

1974-1980 arası İzmir’deki yoğun vaaz dönemi, Gülen’in etkisinin arttığı bir dönemdi. Ancak 1980 darbesi, bu süreci kesintiye uğrattı. Gülen’in 1981’de istifası, Türkiye’de siyasetin din üzerindeki etkisinin ne kadar derin olduğunu gösteriyordu.

Peki Gülen’in hayatındaki bu dönem, Türkiye’nin modernleşme sürecinde dinin rolü hakkında bize ne anlatıyor? Bir yandan devlet kontrolü altında tutulmaya çalışılan, diğer yandan toplumda geniş kitleler üzerinde etkisi olan din adamlarının konumu, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde nasıl bir rol oynadı?

Bugün özellikle iktidarın 15 Temmuz kurgusundan sonra at izi it izine karışmış durumda ve maalesef, Gülen’in o dönemdeki faaliyetleri hala tartışma konusu. Bazıları onu bir reform hareketi başlatmakla övüyor, diğerleri ise devlet içinde paralel bir yapı oluşturmakla suçluyor. Bu tartışmalar, Türkiye’de din-devlet ilişkilerinin hala çözülmemiş doğasını yansıtıyor esasen.

Biz gündelik bu kısır tartışmanın cazibesine kapılmadan hikayemize ve kavram analizlerimize devam etmeye çalışalım.

Bir hareket doğuyor!

1966-1970 yılları arasındaki İzmir dönemi, Fethullah Gülen’in düşünce dünyasının şekillendiği ve ileride büyük bir harekete dönüşecek faaliyetlerinin temellerinin atıldığı kritik bir zaman dilimiydi. Bu dönem, Türkiye’nin sosyal ve siyasi açıdan çalkantılı bir sürecinden geçtiği yıllara denk geliyordu.

Gülen’in İzmir’deki faaliyetleri, Kestanepazarı Kur’an Kursu’ndaki görevi etrafında şekillendi. Ancak onun etkisi, kısa sürede bu kurumun sınırlarını aştı. Müftülükten aldığı genel vaizlik izniyle, sadece İzmir’de değil, Ege Bölgesi’nin birçok şehrinde vaazlar vermeye başladı. Bu vaazlar, onun fikirlerinin geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir rol oynadı.

Gülen’in vaazlarının etkisi, dönemin tanıklarının anlatımlarından açıkça anlaşılıyor. Örneğin, Cahid Erdoğan’ın “Hayatımda dinlediğim en tesirli vaazdı.” sözleri, Gülen’in hitabet gücünü ortaya koyuyor. Bu vaazların kayda alınması ve dağıtılması, Gülen’in mesajlarının daha geniş bir kitleye ulaşmasını sağladı.

Gülen’in etkisi sadece vaazlarıyla sınırlı kalmadı. Kestanepazarı’ndaki öğrencilerle kurduğu yakın ilişki, onun eğitim anlayışının pratiğe dökülmesinin ilk adımlarıydı. Öğrencilere verdiği “tehzib-i ahlak” dersleri, onun ahlaki eğitime verdiği önemi gösteriyordu. Bu dersler, sadece dini bilgilerin aktarılması değil, aynı zamanda karakterin şekillendirilmesi amacını taşıyordu.

Gülen’in yaşam tarzı da etrafındakileri derinden etkiledi. Mütevazı yaşantısı, aldığı maaşın büyük kısmını ihtiyacı olan öğrencilere dağıtması, onun fedakarlık anlayışının somut örnekleriydi. Bu durum, etrafındaki insanların ona olan güvenini ve bağlılığını artırdı.

Bu dönemde Gülen’in etrafında oluşmaya başlayan çevre, ileride “Gülen Hareketi” olarak anılacak yapının çekirdeğini oluşturdu. Öğrenciler, esnaflar ve din görevlileri arasında yayılan bu hareket, Gülen’in fikirlerini toplumun farklı kesimlerine taşıdı.

Ancak bu süreç, zorlukları da beraberinde getirdi. Gülen’in genç yaşı ve yenilikçi fikirleri, bazı çevrelerde şüpheyle karşılandı. Buna rağmen, onun samimiyeti, sabrı. İlmi ve gayretiyle, zamanla bu şüpheleri giderecekti!

Bu dönem, Türkiye’nin modernleşme sürecinde dinin rolünün yeniden tanımlandığı bir zamana denk geliyordu. Gülen’in faaliyetleri, bu bağlamda dini düşüncenin modern dünyayla nasıl uzlaştırılabileceğine dair bir model sunuyordu.

Gülen’in faaliyetleri, dönemin hassas siyasi ortamında sürekli bir gözetim altındaydı. Edirne’deki devam eden mahkemesi ve peşindeki sivil polisler, onun üzerindeki baskının göstergesiydi. Bu durum, Türkiye’de düşünce özgürlüğü ve devlet-din ilişkileri konusundaki gerilimleri yansıtıyordu.

Buna rağmen Gülen, eğitim ve toplumsal faaliyetlerine devam etti. Üniversitelerde seminerler vermesi ve İslam iktisadı gibi konularda konuşmalar yapması, onun fikirlerinin akademik çevrelerde de ilgi gördüğünü gösteriyordu. Bu faaliyetler, İslami düşüncenin modern eğitim kurumlarıyla nasıl etkileşime girebileceğine dair bir model sunuyordu.

Gülen’in faaliyetleri sadece dini alanla sınırlı kalmadı. Diriliş Derneği’nin açılması ve buradaki çalışmalar, onun gençlere ulaşma çabasının bir göstergesiydi. Ancak bu girişimin kısa ömürlü olması, farklı görüşleri bir araya getirmenin zorluklarını ortaya koyuyordu.

Bu dönemde Gülen’in İmam Hatip ve Yüksek İslam Enstitüleri’nin kurulmasına verdiği destek, Türkiye’de dini eğitimin kurumsallaşması sürecinde önemli bir adımdı. Bu kurumların finansmanı için yürütülen çalışmalar, Gülen’in toplumun farklı kesimleriyle nasıl iletişim kurduğunu gösteriyordu.

Gülen’in yurtdışı yardımları reddetmesi, onun bağımsızlık anlayışını yansıtıyordu. “Hizmetin hiç kimseye bir diyet borcu yoktur” sözü, onun hareketin finansal ve ideolojik bağımsızlığına verdiği önemi vurguluyordu. Bu tutum, küreselleşen dünyada yerel hareketlerin nasıl konumlanması gerektiği konusunda bir örnek teşkil ediyordu.

İttihad Gazetesi’nin çıkarılması, Gülen’in medyanın gücünü fark ettiğini gösteriyordu. Ancak gazetenin yönetiminde yaşanan anlaşmazlıklar, İslami kesim içindeki fikir ayrılıklarını da gün yüzüne çıkarıyordu. Bu durum, Türkiye’deki İslami hareketin homojen bir yapıda olmadığını, farklı yaklaşımların ve anlayışların var olduğunu gösteriyordu.

Bu dönem, Gülen’in fikirlerinin ve faaliyetlerinin şekillendiği, aynı zamanda karşılaştığı zorlukların da onu şekillendirdiği bir süreçti. Onun yaklaşımları, Türkiye’de dini düşüncenin modernleşme sürecindeki rolünü anlamak açısından önemli ipuçları sunuyordu.

Hocaefendi’nin gayretleriyle, 12 Mart Muhtırasından biraz evvel Buca ve Bornova’da da evler açılmıştı. Bornova’daki evi Mustafa Birlik Bey almıştı. Babasından kalma dükkanları satmış, eline 85 bin lira para geçmişti. 15 bin lira da başka bir arkadaştan bularak 100 bin lira ile ev alınmıştı. Aslında Birlik’lerin henüz ciddi bir evleri yoktu. Buna rağmen Hizmet edecek olan bir ışık evi kendilerine tercih etmişlerdi.

Yine o dönemlerde 18 bin liraya bir yer daha alınmıştı. “Ben hacda iken orası satıldı. Oradan alınan paraya biraz daha ilave yapılarak Fettah’taki ev alındı. Fettah’ın elli metre karelik bir salonu vardı. Orada çok sayıda insan toplanıp sohbet yapabiliyorduk. Fakat daha sonra burası Hyde Park’a döndü. Önüne gelen, gelip nutuk atmaya başladı. Hayr-ı kesir için şerr-i kalil irtikap edildi ve satıldı.” diye anlatmıştı. Daha sonra da o para ile Hatay’da hizmetler için bir ev satın alındı. Hizmetin yeni evresine çoktan geçilmişti.

Avrupa seyahati

1970’ler ve 1980’ler, Türkiye’den Avrupa’ya yoğun işçi göçünün yaşandığı yıllardı. Bu dönemde, Fethullah Gülen’in Avrupa seyahatleri, Türk diasporasının durumunu gözlemlemek ve İslam’ın bu yeni coğrafyalardaki temsilini şekillendirmek açısından önemli bir dönüm noktası oldu.

Gülen’in 1977’deki ilk Avrupa seyahati, Türk işçilerin yaşam şartlarının zorluğunu gözler önüne seriyordu. “Haym – Heim” adı verilen işçi yurtlarında kalan Türklerin manevi ve sosyal hayatlarının perişan durumu, Gülen’i derinden etkilemişti. Bu gözlemler, onun gelecekteki faaliyetlerinin yönünü belirlemede önemli bir rol oynadı.

Bu seyahatte Gülen’in verdiği konferanslar, özellikle “Kurtarıcı Neslin Vasıfları” başlıklı konuşması, onun vizyonunu yansıtıyordu. Bu vizyon, sadece Türkiye’de değil, Türklerin yaşadığı her yerde İslami değerlerin ve kültürün korunması ve geliştirilmesi fikrini içeriyordu.

Ancak Gülen, Avrupa’daki Türk toplumu içindeki bölünmüşlüğü de gözlemlemişti. Farklı camilere giden grupların birbirleriyle iletişim kurmaması, onun bütüncül yaklaşımına ters düşüyordu. Bu durum, diaspora topluluklarının karşılaştığı kimlik ve uyum sorunlarını yansıtıyordu.

Bu arada bir not; Gülen’in 1990’daki ikinci Avrupa seyahati, ilkinden oldukça farklı bir tablo sundu. Bu sefer, Türk toplumunun Avrupa ülkelerinde daha iyi bir konuma geldiğini gözlemledi. Öğrenci yurtlarının açılması, Türklerin sosyal statülerinin yükselmesi ve toplumsal entegrasyonun artması, Gülen’i memnun etmişti!

Dönelim ilk seyahatine. Bu seyahatte Gülen’in verdiği mesajlar, Avrupa’daki Türk diasporasının geleceği açısından önemliydi. “Burada kalın, vatandaş olun, çocuklarınızı üniversiteye gönderin” tavsiyesi, Türklerin Avrupa toplumlarına entegrasyonunu teşvik ediyordu. Bu yaklaşım, o zamana kadar hâkim olan “bir gün mutlaka dönüş” fikrinden farklıydı ve diaspora topluluklarının yaşadıkları ülkelerdeki konumlarını güçlendirmeyi hedefliyordu.

Gülen’in bu dönemdeki faaliyetleri, İslam’ın Avrupa’daki temsilini de etkiledi. Onun vurguladığı “doğru insan olma” ve “Müslümanlığın öngördüğü dürüstlük kurallarını hayata yansıtma” ilkeleri, İslam’ın Batı toplumlarındaki algısını olumlu yönde etkilemeyi amaçlıyordu.

Bu seyahatler ve sonrasındaki gelişmeler, Gülen hareketinin uluslararası bir boyut kazanmasında önemli bir rol oynadı. Avrupa’da açılan okullar ve kültür merkezleri, hareketin global bir nitelik kazanmasının ilk adımlarıydı.

Ezcümle Gülen’in Avrupa seyahatleri ve bu seyahatlerde şekillenen vizyonu, Türk diasporasının Avrupa’daki konumunu güçlendirmeyi ve İslam’ın bu coğrafyalardaki temsilini iyileştirmeyi hedefliyordu. Bu yaklaşım, günümüzde de devam eden entegrasyon ve kültürel kimlik tartışmalarına ışık tutmakta. Bu süreç, aynı zamanda küreselleşen dünyada dini hareketlerin nasıl evrildiğini ve yerel kimliklerden uluslararası bir boyuta nasıl geçiş yaptığını gösteren ilginç bir örnek sunmakta. Gülen’in vizyonu ve faaliyetleri, din ve kültürün sınırlar ötesi etkileşimini ve diaspora topluluklarının kimlik oluşum süreçlerini anlamak açısından önemli bir vaka çalışması oluşturmakta.

Devam edeceğiz…

 

HENÜZ YORUM YOK