YORUM | YUSUF K. YILMAZ
Tabiat kıştan bahara dönüyor. Cemreler birbiri ardına yeryüzüne indi. Yapraklarını döküp çırılçıplak kalan ağaçların dalları aheste aheste canlanmaya başladı. Tabiatın milyonlarca senedir devam eden devridaimindeki muhteşem senfoni beni tam 8 sene öncesine, 2016’nın ilk aylarına götürdü. Çamlıca mezarlığının hemen üst tarafında yer alan Samanyolu Televizyonu’nun Reşatbey Sokak’taki ana kapısından içeri giriyorum. Kapıda kimseler yok. Daha yakın zamana kadar arı kovanı gibi faal olan binanın üzerine ölü toprağı atılmış gibi.
17/25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları sonrasında, hükümetin operasyonu gerçekleştiren yargı ve emniyet mensuplarına yönelik görevden uzaklaştırma ve tutuklama dalgalarının diğer hedefi özgür medya olmuştu. Birçok medya kuruluşu gibi Samanyolu Yayın Grubu (SYG) da hükümetin darbesine maruz kalıyor, adım adım malum sona doğru yol alınıyordu. 14 Aralık 2014’te SYG Başkanı Hidayet Karaca gözaltına alınıp tutuklanıyor, grubun TV ve radyolarına sürekli hukuksuz cezalar kesiliyor, reklam verenleri baskı ve tehditlerle sindiriliyordu. Hakkın ve hakikatin savunuculuğunu yapan bu yılmaz sesi bir türlü susturamayanlar, kanunsuzlukta eşi benzeri görülmemiş bir hamle ile 15 Kasım 2015’te onu, bütün yayınlarını yaptığı TÜRKSAT uydusundan atıyorlardı. Yüzlerce çalışanın aynı gün işsiz kaldığı o kapkara günden sonra az sayıdaki medya emekçisi, kısıtlı imkânlarla radyo ve TV yayınlarına devam etmeye çalıştı.
İşte o zaman diliminde, “programımıza olabildiğince devam etsek, gelir misin? çağrısına icabet ediyor, hem program hem de gönüllü çalışan arkadaşları ziyaret amacıyla haftada bir kez Çamlıca’ya gidiyordum. O gün kapıdan girdiğimde, capcanlı yayın grubunun komşu mezarlık gibi bir hale bürünmesi çok koydu.
Kolu kanadı kırılmış, yaprakları dökülmüş koca bir ağaç yıkılmak üzereydi. Yanı başındaki hamuşân komşularının, kabirlerinden seyrettikleri bu manzaraya ağladıkları işitiliyordu adeta. Hava soğuk ve kuru. Gökyüzü koyu kurşuni bulutlarla kararmış. Kupkuru ağaçlar hüznümü katlıyor. Tutunacak bir dal arıyorum. Hz. Yunus (a.s.) geliyor aklıma. Bulunduğu gemiden denize atılmış ve kendini yutan büyük bir balığın karnında. “Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette. Onun aleyhinde gece, deniz ve hût (balık) ittifak etmişler.” (Lem’alar, 1. Lem’a, Bediüzzaman Said Nursi)
Daralan ruhumun imdadına, “Fenzur ila âsari rahmetillahi…” ayeti yetişiyor birdenbire: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Rûm Suresi, 50) Evet, herkes ve her şey aleyhimizde ittifak edip sesimizi kesmeye, tüm müesseselerimizi ve imkânlarımızı elimizden alıp bizi yok etmeye ve hepimizi toprak altına gömmeye çalışsa da kıştan sonra baharın gelmesi misal, Allah bizi yeniden diriltip ayağa kaldıracaktır. Bu ferahlamayla yukarıya çıkıyor, o az ama cesur ve özverili arkadaşlarımı görüp daha da bir güç buluyorum. Sanki az sonra yaşayacağım ve bugüne kadar hiç unutmayacağım o an için ilmek ilmek örüyor Rabbim kaderin ağlarını…
Programımızı yaptıktan sonra mezarlığa bakan merdivenlerden usulca iniyorum. Çıkış kapısında, Mehtap TV’de dini programlar yapan Hüseyin Hocam ile karşılaşıyoruz. Ayaküstü bir sohbet ediyoruz.
-Hocam, program için geliyoruz ama işe yarar bir şey yapıyor muyum? Emin değilim.
-Habercilik nedir biliyor musunuz? Peygamber mesleğidir. Nebi, haber veren demektir. Ve nebiler ancak tebliğden mes’uldürler, neticeden değil.
Meslekte geçirdiğim onca yılın ardından bu kısacık konuşmanın verdiği aydınlanma zihnimde hâlâ çok parlak.
Habercilik devam etmeli
Aradan seneler geçti, birçok arkadaşım cezaevlerine hapsedildi veya yurtdışına çıkıp iltica etmek zorunda kaldı. Benim gibi memleketimizde yaşamaya devam edenler de az değil. Burada kalmanın doğal hallerinden biri de yaralı gönüllerin sitem dolu, hatta bazen yaralayıcı sözlerine muhatap olmak. Onların başında da yurtdışından, Türkiye’de yaşanan zulümler hakkında haber yapanların tuzlarının kuru olduğuna dair ithamlar geliyor. Elimden geldiğince ve yaralarını kanatmadan onlara sessiz mazlumların sesi olmanın neden hayati bir gereklilik olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ama bu ayrı bir konu. Sözüm meslektaşlarıma.
Mülteci olmanın zorlukları, iadesi istenen terörist listelerinde yer almak, türlü baskı, adreslerinin manşet manşet deşifre edilmesi, tehdit ve şantajlara maruz kalmak neyse de dosttan gelen bir söz belki çok daha incitiyordur. Kendileri adına habercilik yaptığınız bazı insanlar hakkında böylesi düşünceler düşerse içinize, haberciliğin bir peygamber mesleği olduğunu hatırlayın n’olur ve başkasının değil, sadece Allah’ın kınamasından sakının! Asıl imtihan, ihlasımızla ilgili olandır. Allah sizi zayi etmesin.
Zaman gösterdi ki, “fenzur ila âsari rahmetillahi” ayeti tecelli ediyor. Allah yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyorsa seneler önce yıkılmak üzere olarak gördüğüm ve sonrasında koca birer ağaç gibi yıkılıp toprağa gömüldüğünü zannettiğim Samanyolu gibi, Zaman gibi, Bugün gibi nice yayın gruplarını yeniden diriltiyor.
Haber siteleri, YouTube kanalları, sosyal medya hesaplarıyla farklı araçlardan yapılan yayınların burada, Türkiye’de toplumun çok farklı kesimlerine ulaştığına şahit oluyorum. Asıl maksat değil biliyorum ama böylesi neticeleri görmek de ağızlara sürülen bal gibi ahirette verilecek ücretin bir numunesidir inşaAllah.
Günleri kendimize biz zor ediyoruz.
Önümüze baksak, hepimiz bir yerlede tutunmuş olsak, başkalarınında tutunasına etki edeceğiz, ama bugün yarın Türkiyeye döneceğiz zırvalarıyla; ne kendimize nede bizden umut bekleyenlere hayrımız olamdığı gibi hem kendimizin hayatını hemde faydası olma ihtimalimizin olduğu insanların hayatlarını zorlaştıırıyoruz.
Reaksiyonla(kimyasal tepkime) uğraşacağımıza aksiyon insanı olmalıyız.
Elbetteki program muhteşem. fakat öncekiler gibi bir muhteşem program oluyor, ikincisi Türkiyeye döneceğiz fazla zarar vermeyelim ülkemize safsatasıyla engelleniyor.
Hayat networkten(cemaat olmak) ibarettir, yani Sivaslılar istanbulda hep taksisicidir, neden Çünkü networkleri öyle. biz networklerimizi öldürüyoruz, aktivite edemiyoruz, yaşam kaynaklarımızı hayata geçiremiyoruz. malesef