Zirvenin bir alt noktası: İhsan!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“İşte Biz ehl-i ihsanı böyle mükâfatlandırırız” 
(Yusuf 22)

İhsana ulaşabilmek için, duygu, düşünce ve tasavvurların sağlam bir imana bina edilmesi, iman gerçeğinin İslami esaslarla derinleştirilmesi ve kalbin kadirşinas ölçüleri ile İlahileştirilmesi şarttır. Başkalarına ve başka şeylere ihsan duygusu ise “Hakk” murakabesi ile bütünleşmiş böyle bir kalbin tabiî tavrıdır. 

Malum olduğu üzere “İhsan” kavramındayız…

Bu kavram Kitab-ı Mümin’de 75’e yakın yerde bizatihi mastar olarak geçer. 

Bahse konu ayetlerin bir kısmında “başkasına iyilik etmek”, bir kısmında ise “yaptığı işi güzel yapmak” manasında, kahir ekserisinde, herhangi bir belirlemeye gidilmeden, mutlak anlamda kullanılmıştır.

Aynı durum hadis kaynaklarında da benzerlik gösterir. 

Bunun için “Hasen” maddesine bakmak yeterlidir sanırım. Bu tür metinlere muttali olan âlimlerin eminim çok daha fazlasını çıkaracaklardır. 

Gerek ayet, gerekse hadislerde “ilahi eksenli” bir bakışla incelendiğinde Secde 7’deki anlamın açılımı görülür: 

“O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı.”

Ve daha fazlası

Tegabün 3:

“Size belli bir şekil verdi ve şeklinizi de güzel yaptı.”

Kasas 77:

“Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.”

Talak 11:

“Gerçekten Allah, O’na (Hz. Peygambere)  güzel bir rızık ihsan etmiştir.”

Paralel okuma yaptığımızda ise hadis ile ayetlerin muazzam bir uyum içinde olduğunu görmek mümkün.

Misal Müsned’de geçen bir hadis: 

“Hz. Peygamber, “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap” duasında bulunurdu.”

İslam literatüründe “Cibril Hadisi” denilen –bazı kaynaklarda “İman hadisi” olarak geçer- bir hadis tam da bu konuya değinir ve üzerine pek çok eser kaleme alınmıştır. 

Meselenin detayı biraz karışık gelebilir, zira İbn-i Rüşd ve Şevkânî, Cebrail aleyhisselamın namaz vakitlerini öğretmek için insan suretine bürünmesiyle ilgili vakıa için bu tabiri kullanırlar (Bidâyetu’l-müctehid – Neylu’l-evtâr)

Hatta bu hadisin kadere vurgu yapmasından dolayı “İman ve kader hadisi” olarak da nitelendiren alimler vardır. 

Daha fazla ayrıntıya boğmak istemiyorum.

Hadise şudur: 

“Cebrail aleyhisselam, Hz. Peygamber’in de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Resulüne sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrail’in (as) bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise “Cibril hadisi” ismi verilmiştir.

Abdullah b. Ömer’in, babası Hz. Ömer’den naklettiği bu hadis tam olarak şöyledir:

“Bir gün Rasulullah’ın (SAV) yanında bulunduğumuz sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamberin yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

“Ya Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu söyle?” dedi. 

Rasulullah: “İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Resulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt’i hac etmendir.” buyurdu. 

O zat: “Doğru söyledin.” dedi. 

Babam dedi ki: “Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.”

Sonra gelen kişi;

“Bana imandan haber ver?” dedi. 

Rasulullah: Allah’a, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu. 

O zat yine: “Doğru söyledin.” dedi.” 

Araya girmek istemezdim ama hatırlatmak şart oldu. Dikkat ediniz, Allah, meleği ve peygamberini birbiriyle mülaki ederken imandan hemen sonraki mevzu ihsan oluyor. Devam edelim. 

“Bu sefer:

“Bana ihsandan haber ver?” dedi. 

Rasulullah (SAV) ” Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür.” buyurdu. 

O zat:

“Bana kıyametten haber ver?” dedi. 

Rasulullah: “Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir.” buyurdular. 

“O halde bana alâmetlerinden haber ver.” dedi. 

Peygamber: “Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir.” buyurdu.”

Hadis devam ediyor ama konuşma böyle. 

Devamı ilginç ve heyecan verici. 

“Babam dedi ki: 

‘Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Resulü bana: “Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Allah ve Resulü bilir.” dedim.

“O Cibril’di. Size dininizi öğretmeye gelmişti.” buyurdular.”

Bu son derece sıradışı ve derinlikli hadisin kader boyutunu bir başka yazıda ele almak isterim elbet. 

Ancak şunu vurgulamam farz: 

Cibril hadisi sadece İmam Buhari’nin ve İmam Müslim’in Sahihlerinde geçen bir rivayet olmadığı gibi, ilk olarak onların kitaplarında aktarılan bir hadis de değil. İmam Buhari’den önce de bu rivayetin onlarca hadis kitabında geçtiği bu konuda az bir çabayla hemen ortaya çıkıyor. 

Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin Müsned’i, İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’ı, İshâk b. Râhûye’nin Müsned’i ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, İmam Buhari’nin Sahihi’nden önce Cibril hadisine yer veren kitaplardan bazıları. İmam Buhari’den sonraki dönemde ise başta İmam Müslim olmak üzere en meşhur hadis kitaplarının hemen hemen tamamında bu rivayet yer alıyor.

Hadis araştırmacıları bu madde üzerine en az 34 rivayetten bahsederler. Bunların çoğu doğal olarak Hz. Ömer (RA) ve oğlu Abdullah (RA) kaynaklı olmakla beraber Ebu Hureyra (RA) ve Ebu Zer gibi sahabiler de vardır. 

İman ve ihsan zinciri bu hadiste tüyleri diken diken eden bir halkayla sona erer: Kıyamet!

“İhsan nedir?” net sorusunun cevabı ravilere göre farklılık arz etse de özünde bir kontekste birleşiyor. 

“Salih amel etmek”, “ibadet etmek” ve bazı kaynaklar “korkmak” olarak nakletmişler. 

Daha fazlası günlük bir makaleyi aşan derinlik ihtiva eder ki, bu benim haddim olmadığı gibi, sizin tahammül sınırlarınızı da aşabilir. Sadece Mürsel, mu’dal, muallak münkatı gibi sınıflara ayrılan hadislerde teknik meselelere girdiğini söylemekle yetineyim. 

Bir başka enteresanlık ise bazı ravilerin naklederken ihsanı, imandan öne almalarıdır. 

Şurası mutlak bir hakikat; insanı Hakka ulaştırmada sağlam yol kalptir ve kalbin en büyük ameli de ihsandır. 

İhsan, ihlâs vadisine pervaz etmenin en emin yolu, rıdvan tepelerine ulaşmanın en güvenlikli aracı ve Şâhid-i Ezelî’ye karşı da bir temkin şuurudur. İşin ehli şöyle buyuruyor: 

“O’na doğru her gün, imanla donanmış, amelle kanatlanmış ve takva ile derinleşmiş milyonlarca kalp, “şedd-i rihal” eder yolculuğa koyulurlar lakin o zirveye, ya birkaç insan ulaşır, ya da ulaşamaz. 

Ulaşamayanlar ulaşma adına didinmelerini sürdüredursunlar; ulaşanlar orada Allah’ın sevmediği şeyleri bütün çirkinlikleriyle duyar, hisseder ve onlara karşı kapanır; Allah’ın güzel gördüğü şeylerle de fıtratının gereğiymişçesine birleşir, bütünleşir ve sürekli “mâruf” soluklarlar.”

Biliyorum, yazı çok uzadı ama bir gün daha bu konuyla meşgul olmamak adına bir noktaya daha değinmeme müsaadelerinizi istirham ediyorum. 

İhsanın “Hüsn” kökünden geldiğini söylemiştik. 

Bir mevzuda “hasen” geçiyorsa “Ahsen’ül Kasas”tan bahsetmemek haksızlık olacaktır. 

Yusuf suresinin “sıddık” kahramanı, ismine izafe edilen surede tamı tamına beş kez “ihsan ehli” olarak zikrediliyor. 

Hocaefendi bu durumu: “ki; bu, yer-gök, dost-düşman, yaratan-yaratılan herkesin, O’nun yakîn, muhâsebe ve murâkebesine şehadeti demektir.” diyerek izah ediyor. 

Sözün sahibinden aynen aktarıyorum: 

“Yusuf (as) henüz genç bir tomurcukken, Allah O’nun ihsan şuuruna dikkati çeker ve “işte Biz ehl-i ihsânı böyle mükâfatlandırırız” (Yusuf 22) buyurur. Hapishanede, şakî-said herkes O’nun düşünce ufkundaki derinliği, duruluğu ve ledünnîliği sezince, O’nu merci’ kabul eder, O’na koşar, O’na inanır, O’na bağlanır “ve haydi bize te’vil-i ehâdisi bildir; bildir ki, Seni ihsan şuuruyla serfiraz görüyoruz” (Yusuf 36) der ve problemlerini O’na arz ederler.. Girdiği her imtihanı başarıyla bitirmiş, dost-düşman herkesin sinesine taht kurmuş bu babayiğidi Allah bir kez de, dünya karşısında tavrını değiştirmemesiyle takdir buyurur ve “rahmetimizi dilediğimize nasip kılar ve ihsan şuuruna erenlerin ecrini zayi etmeyiz” (Yusuf 56) der İlâhî teminatını ihtarda bulunur.. O güne kadar kalpleri her zaman, O’na karşı kıskançlıkla atan kardeşleri, gün gelip de haset atmosferinden sıyrılabildikleri bir anda “doğrusu, biz seni ihsanla bütünleşmiş kimselerden görüyoruz” (Yusuf 78) diyerek O’na, kapalı da olsa tarziyede bulunur ve sadakatını itiraf ederler.. Ve nihayet Hz. Yusuf (as), olgunlaşmış, itmi’nâna ulaşmış bir insan olarak bunca şahidin yanında, mazhar bulunduğu İlâhî lütuflara bir de kendi şehadet eder ve “doğrusu kim Allah’tan korkar, takvâ dairesinde yaşar ve her çeşidiyle sabrı temsil edebilirse, Allah da böyle ihsâna ermişlerin ecrini zayi etmez” (Yusuf 90) der, tahdis-i nimette bulunur.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin