YORUM | HAKAN ZAFER
Askerliğimi yaptığım Gökçeada’nın serbest dolaşan koyun, keçi sürüleri meşhurdu.
Görev yaptığım küçük barakanın hemen arkasındaki alanda bakımsız bir zeytinlik vardı.
Öğleye doğru küçükbaş sürüsü o alana gelince ben de mola verip sürüyü izliyordum.
Tel örgülerin baklava dilimlerine parmaklarımı paylaştırıp mutlu sona kadar bekliyordum. Çok sürdüğünü söyleyemem, taş çatlasın beş dakika.
“Nesi var, neyini seyrettin” diyebilirsiniz.
Asıl ilgimi çekip beni aylarca bu anlamlı seyre devam ettiren, sürünün kargaşasından ayrı düşüp kaybolmuş ana-kuzunun birbirini bulmak için anlamlı olduğu kavuşturmasından belli yanık bir uzun hava titrekliğindeki melemeleriydi.
Önce kuzu ürkek ürkek melemeye başlıyor sonra ana diğer taraftan “korkma, buradayım” der gibi devam ediyordu. Sırası geçen susup karşıdan gelecek cevaba yer açıyor, sonra tekrar başlıyordu, ta kavuşana dek.
Sesin koca sürünün neresinden geldiğini bulmayı ikisine bırakmıyor, gözüm kulağım koordineli ben de arıyordum.
Orta yaştan sonra hayatına televizyon girmiş, film izlerken vicdanının sesine kulak verip kahramana yardım etmeye çalışan amcalar, teyzeler gibi uzaktaki ana-kuzuya, tez kavuşsunlar diye hangi tarafa gitmeleri konusunda komutlar veriyor, yanlış gittiklerinde “tüh” çekiyordum.
En heyecanlı yeri, anasını bulmuş kuzunun heyecanla koşarken kendini durduramayıp şiddetle anasına çarpmasıydı.
Kuzu da sendeliyordu, ben de. Sanki döşüme inen sevinçle karışık bir hüzün yumruğu gibiydi.
Sonrası malum, beslenme cihetiyle akranlarından geride kalan kuzu, telafi edecek şekilde alelacele soğurmaya başlıyordu.
Size bir şey söyleyeyim mi, bende Allah bilincinin pekişmesinde o tablonun hiç küçümseyemeyeceğim bir katkısı var.
Unutmuyor, ana-kuzu hangi canlıyı birbirine şefkat ederken görsem aynı duyguları tekrar yaşıyorum.
Arayış ve şefkatin o her gün izlediğim buluşmasına, hayalimde tutabileceğim en büyük merceği tutuyor, büyütebileceğim kadar zihnimde büyütüyor, bir umudun verebileceği en coşkun, en mahcup zevkin kapısında elim açık bekliyorum.
Sufi meşrep biri değilim, olanın zihin konforuna, kalabalıkta yer bulmuş adama özenir gibi arada özenmiyor da değilim ama ana-kuzu arası bu bağın bendeki etkisi eskimiyor.
Bu yüzden, koptuğu durumların ağırlığını kaldıramıyorum.
Nerede ayrı kalmış, zayıf düşürülmüş bir ana görsem, biri hayalimdeki bu merceğimi un ufak etmek istiyormuş gibi hissediyorum.
Sebebi ne olursa olsun, zindanda bebek tutmanın bendeki izahı da bu.
Şuna inancım tam, kuzusundan yana ana ağlatan hiçbir davanın kutsalla alakası olamaz ve bu davaların güdüldüğü hiçbir toprağa bereket uğramaz, uğramasın da.
Hasılı
Küçük dağlara tapu çıkaranlar, ne yaptınız biliyor musunuz?
İşte bu bağı kopardınız.
Rahimlerin arasını açıp ıslahı mümkün bir toprakta bozgun çıkardınız.
Yaratan Rabbiyle ahdi taptaze bebeklere cennetten gönderilmiş gibi davranmak varken, kurmakla övündüğünüz cehennemlerinize attınız.
Büyüklüğünüze tasdik arıyorsanız tamam, büyük zulmettiniz, yeteri kadar acı saldınız.
Küçük dağlar da sizin olsun.
Kuzuları bırakın artık…