Zihin konforu ve zararları

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR 

Bir Müslüman olarak Yaratıcı, varlık ve insan arasındaki ilişkiyi akla, bilime uygun açıklayabildiğim için kendimi şanslı hissettim. Bazı sorgulamalarım olsa da esasa dair konularda zihnim hep “duru” oldu. Pek çok Müslümanın benzer zihin duruluğuna, dinginliğe sahip olduğunu biliyorum. 

O halde eşyanın hakikatini anlamış, varlığın anlamını çözmüş Müslümanlar neden geri kaldılar?

Teslis gibi kardinallerin bile makul izah getiremediği bir yaklaşıma inanan Hristiyanlar neden ve nasıl böyle geliştiler?

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Ateizmin, deizmin yaygın olduğu toplumlar, Budizm’e, Şintoizm’e inanan Japonlar, Koreliler niçin Müslümanlarla kıyaslanmayacak kadar gelişime açıklar, üretkenler?

Neden pek çok icadı, gelişmeyi onlar yapıyor, ama biz birbirimizle uğraşmaktan yararlı işlere zaman bulamıyoruz? 

Yaratıcı, varlık ve insan arasındaki ilişkiyi yerli yerine oturtamadıkları için Hristiyanlara acırdım. Hala Hristiyanların teslis gibi bir yaklaşımı nasıl kabullendiklerini anlamakta zorlanıyorum. Ama Batıda yaşamaya başlayınca anladım ki tam da bu karmaşadan dolayı zaten Batılıların çoğu itikadî anlamda Hristiyan değiller. Deizm, ateizm, agnostizm çok yaygın. Hristiyanlığa dair bazı gelenekleri kültürün öğesi olarak yaşatıyorlar. 

İki ayı aşkındır Clinical Pastoral Care (Klinik Dini Bakım) konusunda yıllarca bu alanda çalışmış bir akademisyenden online dersler alıyoruz. Batıda yaygın olan “Chaplain” (manevî asistan) yetiştirmeye yönelik bir eğitim bu. Önceleri konuyu bir nevi vaizlik, dini rehberlik zannediyordum. Ama dersler ilerleyince düşündüğümden farklı olduğunu gördüm. İşin özü, psikoloji, psikiyatri gibi bilim dallarının yöntemlerini kullanarak zorda olan insanlara yardımcı olmak. İnsanların inançlarıyla bağlarını güçlendirerek problemlerini çözmeye rehberlik etmek.

Ama bu kişinin psikolojisi çözümlenerek ve belirli yöntemlerle yapılıyor. Chaplain’ler hastanelerdeki, hapishanelerdeki, huzurevlerindeki insanlara dini ve psikolojik destek veriyor, onları rahatlatıp, hayata bağlamaya çalışıyor. Psikiyatri ve psikoloji genelde positivist ve manevi değerlerden uzak. Din adamları ise bu bilimlerin tecrübesini, yöntemlerini kullanmıyor. 20. yüzyılın başlarında ABD’de hem psikiyatri çalışan hem de din adamı vasfı olan bir grup insan bu boşluğu görüp din ve psikoloji bileşimi bu alanı geliştirmişler. “Clinical pastoral care” veya “clinical spiritual care” birden fazla disiplini aynı anda kullanan interdisipliner bir alan. Psikoloji ve psikiyatri ile ilgiliyseniz, biraz dini birikiminiz varsa ve insanlara yardımcı olmayı seviyorsanız Batıda karşılığı olan bir alan. Ciddi bir Müslüman Chaplain açığı da var.

Konumuz klinik dini bakım değil. Yaşı 80’lere yaklaşan, görmüş, geçirmiş emekli bir akademisyen olan Dr. Ron’un bir derste söyledikleri. Sabrıyla, müsamahasıyla, tecrübesiyle, Müslümanlara son derece saygılı yaklaşımıyla hoca hepimiz üzerinde pozitif etki oluşturdu. Bir görüşmede kurduğu cümleler ise bazı sorularıma cevap mahiyetindeydi. Dr. Ron şöyle dedi: “Müslümanların zihin dünyası gayet berrak ve kafalarında çok soru işareti yok. Ama biz Hristiyanların kafasında çok ve karmaşık sorular var. Belki de o nedenle biz felsefeye, sorgulamaya, araştırmaya yöneldik. Bu araştırmalar, sorgulamalar, çıkış aramalar bizi geliştirirken, sizin zihin konforunuz sizin yeni şeyler araştırmanıza, bulmanıza mani oldu.”

İnsan beyni üzerine çalışan bilim adamlarının söyledikleri de farklı değil aslında. Beyin çalıştıkça gelişen bir organ. Beynini yoğun kullanan, okuyan, araştıran insanlarda bunamaya rastlanmıyor. Ama zihni aktivitesi düşük insanlarda Alzheimer türü hastalıklar sıkça görülüyor. Bu konularda uzmanlığıyla öne çıkan Prof. Dr. Sinan Canan “Konfor bizi çürütür” başlıklı videosunda: “Öngörülebilir olanı, risksiz olanı, belirli olanı seviyoruz, ama bu vücutta arızalara neden oluyor… Beyni zorlamazsanız küçülüyor. Yeni bir dil öğrenmek, yeni enstrüman öğrenmek, yeni bir yere taşınmak, ortam değiştirmek beyni çok iyi geliştiriyor. Bir müşkül ve çözülmesi gereken sorun varsa vücut ve beyin ayılıyor, ama sorun yoksa, dert yoksa, çürümeye başlıyor, aynen mezardaki gibi. Konfor bizi çürütür.”

Beyni dumura uğratan konfor refahla, imkan sahibi veya üst gelir grubunda olmakla ilgili değil. Bulunduğun hali kanıksamak, yeniliklere kapalı olmak, sorulara, sorgulamalara açık olmakla, zamanın, şartların geliştirdiği değişim ihtiyacına cevap vermekle ilgili. Zihnen bazı problemlerle uğraşmak, içinden çıkılmaz, karmaşık konulara kafa yormak insanı fiziken çalışmaktan daha çok yorar. Bizi diğer canlılardan farklı kılan yönümüz daha gelişmiş bir beyne, analitik zekaya, problem çözme yeteneğine sahip olmamızdır. Bilim, medeniyet, kültür, sanat, icatlar, keşifler insanın bu özelliklerini kullanmasıyla oluşur.

Müslümanlar bu özellikleri ilk 4-5 asırda etkili şekilde kullandılar. İslam genişledikçe Müslümanlar yeni pek çok coğrafya ve kültürle karşılaştı, pek çok yeni problemle muhatap oldu ve bunlara çözümler aradı. Abbasiler döneminde ve Endülüs’te Yunan kaynaklarından yapılan tercümeler, eski Yunan felsefesinin görüşleri Müslümanları fikri ve itikadî olarak sarstı. Bu akımlar ortalama Müslümanın zihin konforuna meydan okuyor, yeni sorular doğuruyordu. Müminlerin inançlarını korumak için başta Gazzali olmak üzere pek çok din adamı felsefeyle meşgul oldu. Müslümanlar hakikati bulmak için çok okudular, araştırdılar, düşündüler ve eserler verdiler. Bu dönemde Batı kilisenin tahakkümünde karanlık bir çağ yaşıyordu. Ama sonra Müslümanlar zihin konforuna mağlup oldular. Eski kaynakları, asırlık bilgileri tekrar etmeye başladılar. Başka din ve inançları küçümsedi, araştırmaya, incelemeye değmez gördüler. Tesadüm-ü efkar, araştırma, merak olmayınca doğurganlık, üretkenlik bitti. Zihni rehavet Müslümanları esir aldı.

Son 3-4 asırdır, ama özellikle son asırda İslam ve Müslümanlar pek çok meydan okumayla muhatap. 1,5 milyarlık nüfusa, zengin yeraltı kaynaklarına, stratejik konumdaki coğrafyalara rağmen Müslümanlar dünyanın en çok ezilen, itilen kakılan, fakirliğe, yokluğa maruz, en etkisiz kesimi. Aslında zihin konforunu terk etmek, beyin fonksiyonlarını çalıştırmak için Müslümanlar pek çok zorlukla, problemle karşı karşıya. Ama her çeşidiyle Müslümanlarda bir zihni tembellik var.

Belki de Yaratıcı, varlık ve insan arasındaki denklemin mantıklı ve net olması bizi rehavete sevk ediyor. İnanç noktasında kendimizi üstün görmek bize bir konfor alanı oluşturuyor. Bu nedenle de çözülecek yığınla probleme rağmen sorgulama, düşünme, araştırma, üretme külfetine girmek istemiyoruz. Konfor alanımıza çekilerek “En son ve en Hak dine sahibiz!” diyerek perdeleri kapatıyoruz. Çünkü düşünmek zor, beyni kullanmak çok yorucu. Oysa hazır bilgiyi kullanmak, klişelerle kendimize surlar örüp içinde kalmak rahat ve külfetsiz.

Müslümanlar olarak zihnen mücadele etmek yerine reddetme, dışlama, içe kapanma refleksi veriyoruz. Allah’tan gelen ilk ayet “Oku!” olduğu halde ne kainat kitabını, ne kitapları okuyoruz. Kur’an’da, hadislerde düşünmekle, akletmekle, ilim öğrenmekle ilgili pek çok ayet, hadis olduğunu biliyoruz. İslam’ın ilme, araştırmaya teşvik ettiğini ifade ediyoruz. “Ne az aklediyorsunuz, ne az düşünüyorsunuz” şeklindeki ilahi tevbihlerin farkındayız. Ama düşüneni, akledeni bazen tekfir ediyoruz, bazen dışlıyoruz. Var olan problemlere çözüm üretmeyip zihni konforumuzu korumayı tercih ediyoruz. 

“Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadete bedeldir” diyen dinin salikleri olarak düşünene tahammülümüz yok. Düşünmeyi “sapıtma”, “kafa karışıklığı”, “savrulma”, “dağıtma” olarak tanımlıyoruz. 

Çünkü ön kabullerimizi sorgulamak, konfor alanımızdan çıkmak zor geliyor. Enerji, çaba gerektiren sorgulama, araştırma, düşünme yerine kendimizi içe kapatıyor, güvende kaldığımızı sanıyoruz. Herkes mütefekkir olmak zorunda değil elbette. Ama düşünenin, üretenin, farklı yorumlayanın linç edildiği toplumlar, itikadî, siyasi, sosyal krizlere çözüm bulamaz, buhranlardan kurtulamaz.

Müslümanların yaşadığı coğrafyalar otoriter yönetimlerin, taassubun, tahakkümün olduğu, fikrin cezalandırıldığı ülkelerden oluşuyor. Bu şartlarda Müslümanların ördüğü surları aşması, zihni konfor alanını terk etmesi kolay görünmüyor. Tam da bu sebeplerle zulümden, baskıdan, ötekileştirilmekten kaçan Müslümanlar Sudan’dan, Afganistan’dan, Somali’den, Suriye’den, Türkiye’den, Asya’dan, Afrika’dan akın akın demokratik Batı dünyasına göçüyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kutsal kabul edildiği, insan hayatının önemsendiği ülkelere sığınıyor.

Krizler, hicretler konfor alanlarını dağıtır, sınırları zorlar, zihni kodları değiştirir. İnsanları yeniden düşünmeye, üretmeye sevk eder. Son 30-40 yılda Müslüman ülkelerden Batıya doğru yaşanan göç, iltica dalgası nasıl nesiller ortaya çıkaracak, ne tür fikri inkılaplar yaşayacağız bilmiyoruz. Batıda ve Müslüman olarak yetişen nesiller bir şeyler üretebilecek ve özgür düşünce ortamından yararlanarak Müslümanları yeni ufuklara taşıyabilecek mi emin değiliz.

Onları da ördüğümüz surlar içine hapsetmez, sindirmez, kendimize benzetmezsek ben umutluyum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Çok teşekkürler hep zihnimi meşgul eden bir konuydu ele alıp incelediğiniz ve de bilgilerinizi paylaştığınız için.Tarihsel süreç içinde çok daha farklı sebeplerde vardır mutlaka ama zaman ne gösterecek hep birlikte ömrümüz varsa göreceğiz.Yalnız öncelikle şu zihin konforundan ziyade kendimizi kutsal yeryüzü savaşçıları gibi görmekten kurtulmalıyız sanırım.Mahmut by eğitim aldğınız linki de paylaşırsanız çok sevinirz.Bu eğitim için dil seviyesi ne düzeyde olmalı kesinlikle ilgilenebileceğim bir konu.teşekkürler

  2. Cocuklarimizin ve genclerimizin Avrupa kulturu icinde yozlasip, sapkin aliskanliklar edinmesi gibi dusunceler odumuzu kopariyor. Bu korku refleksi ile bundan:
    “Onları da ördüğümüz surlar içine hapsetmez, sindirmez, kendimize benzetmezsek…”
    Kacinmamiz cok zor. Ama korku refleksinin bizi nereye goturecegi de belirsiz.

  3. Oncelikle cok guzel bir yazi, cunku gundelik yasadigimiz belli karsilasmalarda konfor alanimiza cekilmek farkinda olmadan sik sik yaptigimiz ve bırakmaya başlamamız gereken bir davranış. Ozellikle gencler olarak cogu zaman fikir dünyamızda bati dunyasinin da hem islam kültürünün de etkileri çok büyük ve ikisinin catistigi noktalarda sorgulamalara girmemiz hatalı olarak değerlendiriliyor. Hem de iki yonden de, kendi kültürel bakış acımızdan islamin esaslarına ters düşünmekle suçlaniyorsak batdan da mantık disi ve kapalı düşünmekle suçlanıyoruz. Bu yüzden sorgulamayı yüceltmeniz, gelişmenin bir araci oldugunu söylemeniz, ve dini inanclarimiza ters düşmenin aksine onun bizden istediğini yerine getirmek oldugunu söylemeniz beni çok rahatlattı.

    Ayrica ben baska din ve inanclari isteyerek olmasa da kucumsedigimize cok katiliyorum. Ne kadar diyalog, saygi da desek biz hak diniz fikrinden oturu diger mantiklarin surekli hatali ve yalnis olmasi ile geciniyoruz (belki de tek iftiharimiz oldugundandir). Belki yine dinen doğru bir yaklaşım olmadıgı dusunulebilir, ama muhattap oldugumuz diger düşünceden insanları anlayıp onların mantiklarindaki incelikleri takdir etmeyi öğrenmemiz gerekiyor, ne kadar bizimkine ters olsada.

    Mesela bu yazida bile Teslis’in mantiksizligini ima ediyor, ama inanc mantikli oldugu veya anlasildigi icin yapilan bir sey degil ki, biz Allahin buyuklugunu kavrayabiliyor muyuz? Iman kalpten gelen, aklimiz ile kavrayamadigimiz seylere inanmaktir bence, sorgulamalara acıktır ve belki sorgulamalar o imani güçlendirir. O yuzden bize mantıksız bile gelse ben o teslis gizemini kalplerinde taşıyan ve inanan insanlara hayranlik duyuyorum. Cunku benim kendi Rabbime imanim onlar kadar guclu mi diye sormama neden oluyorlar. Arguman olarak belli din mensuplarının o dinden uzaklastigina deginecekseniz, Islamada da ayni seylerin yasandigini görebilirsiniz. Ama bizde bunun yasanmasini tevhid’deki şüphelere bağlamazsiniz tabiki de.

  4. Sayın
    Akpınar
    Diyorsunuz ki ;
    “Abbasiler döneminde ve Endülüs’te Yunan kaynaklarından yapılan tercümeler, eski Yunan felsefesinin görüşleri Müslümanları fikri ve itikadî olarak sarstı.”
    Bu kimin düşüncesi
    Acaba öylemi.
    Sarstı dediğiniz dönemler islam medeniyeti diye övündüğümüz tek dönemler.
    Felsefesi ilmi çalışmaları aydın büyük dimağları olan zaman dilimleri
    Dediğiniz klasik sünni önerme olarak tarihi gerçeklere uygun değil.
    Ayrıca
    “Müminlerin inançlarını korumak için başta Gazzali olmak üzere pek çok din adamı felsefeyle meşgul oldu.”
    İfadesinde geçerli olan Gazzali elinde bir iman metre ile bütün büyük dimağları kefere ve fecere ilan etmek için felsefe ile uğraşan biri olarak duruyor adeta.
    Hala bu kafa ile geçmişden bu güne bakıyor ve güya cemaatin aydınlık kafası olarak yazı yazıyorsanız sizin Ve sizi okuyanlar için ancak üzülebilirim
    Selamlar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin