AHMET KURUCAN | YORUM
Kaldığım yerden devam ediyorum.
Madem zekat ve vergi konusunda tarihi gerçekler bunlar, acaba bunu asli haline irca edebilir miyiz? İbadet boyutu tabii ki mahfuz kamu maliyesini ayarlayan ta’lili kısmını hayata geçirebilir miyiz?
Cevabım net: İdeal olan budur ama ben bunu gerçekleşebileceğini düşünmüyorum.
Neden?
Hz. Osman döneminden bu yana 14 asırdır devam eden ve Müslümanların adeta genlerine işlemiş bu uygulamanın kaldırılabileceğine inanmıyorum. Evet, Efendimiz (sas) dönemi uygulamalarını esas almak idealdir ama bugünün gerçekleri içinde reel değildir.
Pekâlâ ne yapacağız o zaman? Mevcut uygulamayı devam ettirme en salim bir yol; ta ki ideal olanın hayata taşınabileceği zamana kadar. Bir başka ifadeyle zekâtı fıkhi verilere uygun bir biçimde toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın bir vasıtası olarak hayata tatbik etmeliyiz.
Burada şu soru akla gelebilir; zekâta tabi mallar vergiye tabi olmasın, vergisi verilen mallardan da zekat alınmasın. Böylece bu ikilem parçalanmış olamaz mı?
Teoride mümkün. Nitekim Osmanlılarda bu ikilemi parçalayan fetvalar verilmiş. Mesela denilmiş ki, “Zekâta tabii mallar vergiye tabii değildir. Vergi alınan mallardan zekât verilmesi gerekmez. Verilen vergiler zekât sayılabilir.”
Bu yaklaşım gerçekten vergi-zekât ikilemini ortadan kaldırabilecek ve zekatı erken dönemlerde olduğu gibi kamu maliyesinin bir parçası yapacak mahiyettedir ama bir tek şartla; devletin kabulü ve onayı.
Bunu bugün 57 İslam ülkesinden hangisi kabul eder? Bilmiyorum. Kabul eden var mı? Bunu biliyorum; yok. Amerika’da buna benzer bir uygulama var ama. Kamu yararına iş yapan ve devletten vergi muafiyeti alan vakıf veya derneklere yapmış olduğunuz bağışlar vergiden düşebiliyor. Keşke yapılabilse.
Diyelim ki bu hukuki düzlemde kanuni düzenlemelerle hayata taşındı? Bu sistem başarılı olabilir mi? Kanaatimi açıkça paylaşayım; maalesef.
Neden?
Ahlakilik sorunumuzdan dolayı. Bizim İslam dünyası olarak en büyük sorunlardan biridir ahlakilik. İnanıyorum ki böyle bir düzenleme olsa sabahtan akşama kanuna karşı ‘nasıl hile yapar da zekatımı verdim diye vergi vermeyiz’ sorusuna cevap olabilecek yüzlerce yol buluruz. Üzgünüm bunları yazarken ama böyle düşünüyorum. ‘Yaptıklarımız yapacaklarımızın delilidir’ diyerek bu can yakıcı faslı kapatayım.
Güncelleme yapmak zorundayız
Zekat ve vergi münasebeti hakkında yazdığım bu 4 serilik yazı dizisine son verirken bir hususa daha işaret edemeden geçemeyeceğim. Bizler bugün en azından “Kim zekat mükellefidir?” sorusunun cevabında güncelleme yapmak mecburiyetindeyiz.
Çünkü Efendimiz (sas) döneminde zenginlik sınırı olarak tespit edilen malların 2024 Mart ayı karşılıkları şunlardır: 85 gr altın 190 bin TL, 595 gr gümüş 15 bin TL, 40 adet koyun 40 bin TL, 30 adet büyük baş hayvan 360 bin TL, 5 adet deve 750 bin TL ve 660 kg buğday 6 bin TL.
Gördüğünüz gibi bu mallar arasında korkunç fiyat uçurumu var. Fakat ilk tespit edildiği dönemlerde bunların ekonomik değerleri aşağı-yukarı birbirine yakındı. 14 asırlık geçen zaman diliminde ticari dengeler değişti ve bu uçurum meydana geldi.
Şimdi sosyal dayanışma olarak kabul ettiğimiz zekatının yüzde 2,5 oranını veya harcama kalemlerini değiştirmeyelim diyelim ama zenginlik sınırını nasıl yapacağız? Altını ölçü alsak gümüşten zengin olan kişi zekât alacak sınırda. Gümüşü ölçü alsak zekât vermekle mükellef.
Nasıl çıkacağız bu işin içinden?
Şu bir çözüm yolu olabilir; zekât nisabında zaruri ihtiyaçlar ve geçim için gerekli miktarlar çıkarıldıktan sonra asgari geçim standardı esas alınmış gözüküyor. Zekât fıkhi çalışan bütün alimlerin ortaklaşa görüşü budur. O zaman biz de bugün yaşadığımız sosyo-ekonomik ve kültürel şartlara bağlı olarak böyle bir sınır belirleyebiliriz.
Nitekim bu bağlamda bize yardımcı olacak devletlerin belirlemiş olduğu 3-4 kişilik ailenin açlık veya fakirlik sınırı diye ölçüleri var. Mesela Ocak 2024 Türkiye’sinde bu rakamlar -eğer devlet manipüle etmiyorsa- açlık sınırı 15 bin TL fakirlik sınırı 52 bin TL. Buradan hareketle 52 bin TL zekât mükellefi olma adına asgari sınır olarak belirlenebilir. Ya da devletin resmi rakamlarına inanılmıyorsa bağımsız araştırma kurumlarının rakamları esas alınır.
Hasılı; bugünkü şartlarda zekât ibadet olarak sosyal dayanışma formu içinde dini ve vicdani bir görev olarak ifa edilebilir ve edilmelidir.