Ana Sayfa HABER Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırlı olabilmek…

Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırlı olabilmek…

YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN

İSYAN AHLAKI TEMSİLİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER-1

Bu arzu edilen noktaya ulaşabilmek için bireylerin önünde bir çok problemler vardır. Bunlardan bir tanesi de zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırlı olabilmektir. Bu işlerin yapılabilmesi sabır ve zaman istemektedir. Bunun farkında olmadan kestirmeden neticeye ulaşmaya çalışmak, Allah’ın (cc) koyduğu fıtrat kanunlarının gereği yerine getirilmeden yapılacak teşebbüsler akim kalacak, neticeye varılamayacağı gibi bir takım zararlara da yol açabilecektir.

Bu hususta Hoceefendi’nin şu tesbitleri ne kadar anlamlıdır: “Öyle meseleler vardır ki, arzulanan netice kader tarafından belli bir takvime bağlanmıştır ve o takvim bizim için gizli tutulmuştur. Böyle bir projeyi realize etmeye çalışırsınız fakat o çok zaman isteyebilir. Zamanın uzunluğu kısalığı biraz da insanların gücü-kuvvetiyle, yani manevi immün sistemiyle, iman-ı billah, marifetullah, zevk-i ruhani, aşk u iştiyak ve yakin-i tam gibi donanımlarıyla mebsuten mütenasiptir (doğru orantılıdır). Bu açıdan da zaman isteyen hadiselere karşı dişini sıkıp sabretmek lazımdır.”

İman ve Kur’an hizmetinin asla acûliyete tahammülü yoktur…

Fethullah Gülen Hocaefendi realitelere uymadan hareket edildiği takdirde meydana gelebilecek zararlara da şöyle temas etmeketedir: “İman ve Kur’an hizmetinin asla acûliyete tahammülü yoktur. Çünkü bu vazife, insan tabiatına bağlı bir iştir; potansiyel olarak tekamül ve terakkiye istidatlı şekilde yaratılan insanı hakiki insanlığa yönlendirmeye ve onu insan-ı kâmil ufkuna ulaştırmaya mâtuf bir harekettir. Dolayısıyla, hizmet-i imaniyeden beklenen netice birden bire hasıl olmaz; vatan, millet, din ve iman adına ortaya konan böyle bir hizmetin semere vermesi ancak birkaç neslin ömrüne vâbestedir. Cenâb-ı Allah, bir yumurtanın civcive dönüşmesini bile haftalara yaymış ve bize bu konudaki ilâhî ahlâkı talim etmiştir. Şayet bu tedricîliği ve zaman faktörünü hesaba katmaz, kuluçkaya yatmış tavuğu yumurtaların üzerinden vakitsiz kaldırırsanız sağlıklı civcivler elde edemezsiniz; dahası, yumurtaların da cılkını çıkartmış olursunuz.

Aynen öyle de, bir milletin özüne dönmesi, yığınların insanî değerlere yönelmesi, ideal insanın, ideal neslin ve ideal toplumun yetişmesi birkaç ayda, birkaç senede olabilecek şey değildir. Beşerin En Mükemmeli’nin (aleyhi ekmelü’t-tehaya) elinde ve Kur’an’ın mucizesi olan ısmarlama bir cemaatle bile yeni tip bir insanlığın oluşması ve huzur toplumunun olgunlaşması ancak yirmiüç senede gerçekleşebilmiştir. Eğer böyle bir meselenin doğumu bile yirmiüç senede olmuşsa, onun “ba’sü ba’de’l-mevt”i de bu zaviyeden değerlendirilmeli ve bu mevzuda kat’iyen acûliyete girilmemelidir.”

Netice ve muvaffakiyet, Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanına bağlı bir iştir; kulların o işe karışmaları asla doğru değildir…

Himmet bahsinde, sebeplerdeki basamaklara riayet edilmeden aceleyle hareket edildiğinde ortaya çıkacak sonuçların insanların himmetini kıracağından ve cehd u gayret iştiyakını söndüreceğinden bahseden Bediüzzaman Hazretlerinin ifadelerini Hocaefendi şu şekilde açmaktadırlar: “Evet, yalnızca hizmetle mükellef bulunan insan, vazifesi olmadığı halde neticeyi de düşünmeye başlarsa, bir an önce bir yere ulaşması gerekiyormuş gibi sabırsız davranır, acele hareket eder.. basamakları çifter çifter tırmanmaya kalkışır; esbabı tam olarak yerine getirmez ama hayali beklentilerinin hemen gerçekleşmesini ister. Şayet, bir süre geçtikten sonra kendince beklediği semereyi elde edemezse, yavaş yavaş ye’se düşer, zamanla vazifeden el çeker ve himmet duygusunu bütünüyle kaybeder. Oysa, netice ve muvaffakiyet, Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanına bağlı bir iştir; kulların o işe karışmaları asla doğru değildir.”

Üstad Hazretleri ayrıca 17.Lem’a’da da bu konuyu ele almaktadırlar: “Tarîk-ı hakta çalışan ve mücâhede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakk’a âit vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler… Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı… Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işledikleri ef’âllerinde, Cenâb-ı Hakk’a âit netâici düşünmemek gerektir… Öyle ise, işte ey kardeşlerim! Siz de, size âit olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız!”

Hizmet insanları, söz sahibi insanların vurguladıkları bu realitelere uygun hareket etmelidirler. Aksi takdirde bunu hesaba katmaz, hislerinin de etkisiyle gereken sabrı ve cehdi ortaya koyamazlarsa arzu ettikleri hedeflere varamayınca ye’se düşerler, himmetleri kırılır ve zamanla da küserek kenara çekilmek zorunda kalabilirler.

Günlerce, aylarca ve bazen yıllarca yaşadığımız veya gördüğümüz bir takım problemlerin çözülmesi için gayret gösteririz. İlgili olan şahıslara veya çözüm mercii olarak gördüğümüz yerlere meseleleri intikal ettiririz. Çözüm yolları geliştirir, talep ettiğimiz hususların Kur’an’da, Sünnet’te ve büyüklerin beyanlarındaki yerlerini ortaya koyar, bu hususta yaşanmış hadiselerden elde edilen tecrübelerden hareketle bunların sebep sonuç ilişkisini göstermek suretiyle deliller getirir, fikirlerimizi destekler ve olması gerektiğine inandığımız neticelerin ortaya çıkması adına ısrarlı bir mücadele içerisine gireriz.

Fakat bir türlü bu arzuladığımız neticeler ortaya çıkmayabilirler. İşte bu noktada yeise düşmemek, küsüp kenara çekilmemek ve kaderi tenkit gibi büyük hastalıkların pençesine düşmemek için “Netice ve muvaffakiyet, Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanına bağlı bir iştir; kulların o işe karışmaları asla doğru değildir” hakikatini hatırlamak ve ona sığınmak gerekir.

Kendi vazifelerini unutup Hakkın vazifesine karışanların hayır adına bir şey ortaya koymaları mümkün değildir…

Neticeleri verecek ve muvaffak edecek Allah’tır (cc). Bize düşen esbabına riayet ederek bunları O’ndan talep etmektir.  Bu şuurla hareket edildiği zaman yeise düşülmeyecek, mücadeleye devam etmek için gerekli olan enerji ve motivasyon asla kaybedilmeyecek, Allah (cc) tarafından verilen neticeleri ve başarıları kendimizden bilmek suretiyle şirke prim verilmeyecektir. Kulları bu idrak ve şuurla hareket edince, hudutlarını bilip Allah’ın (cc) hudutlarına tecavüz etmeyince, işlerinde bir bereket olacak, İnayet-i İlahi ve Rahmet-i Rabbani de her zaman onların imdadına yetişecektir.

Aksi takdirde insanlar arzu ettikleri neticeleri göremeyince, ümitsizliğe düşecek, himmetleri kırılacak, Allah’ın (cc) hadiselerdeki takdirine razı olmayıp isyan içerisine girecek, şahıslar arasında hoşnutsuzluktan kaynaklanan dedikodular ve gıybetler alıp yürüyecek, asıl yapılması gereken işler ve vazifeler unutulup ihmal edilecek, insanlar Kur’an’i ve Nebevi olmayan yollarla birbirleri ile yaka paça olacaklar, sahip oldukları kuvveti kaybedecek, ihlas ve uhuvvet kaybolacak ve sonuç itibarıyla bütün bunlar, İnayet-i İlahi ve Rahmet-i Rabbani’nin kesilmesine sebebiyet vereceklerdir.

Böyle bir topluluğun arzu ettikleri hedeflere ve neticelere ulaşması da bir türlü mümkün olmayacaktır. Buna da hiçbir şekilde hakları ve liyakatları yoktur. Çünkü hak yolunun gerektirdiği usul ve erkana riayet edilmemiş, Allah (cc) karşısındaki konumlarını ve hududlarını bilememiş, meselelerinin hallinde Kur’an’i ve Nebevi olan yol terkedilerek şeytani olan yola sulük edilmiş, Kader’e imanın gerektirdiği davranışlar ortaya konamamış ve dolayısıyla bir isyan içerisine girilmiştir. Artık bu noktada, meselelerinde ne kadar haklı olduklarının, yaşadıkları mağduriyetlerin ve mazlumiyetlerin onlara bir faydası olmayacaktır.

Neticenin Allah’a (cc) ait olduğunu bilemeyenlerin hadiseleri yanlış yorumlamaları…

Maalesef günümüzde bu sırra vakıf olmayanların, Hizmet hareketinin bu süreçte yaşadıklarını yanlış yorumlayıp , yanlış sonuçlara ulaştıkları görülmektedir. Hizmet hareketinin manevi değerler üzerine müesses bir yapı olduğunu farketmeyen, başarı ve başarısızlık değerlendirmesinde kullanılacak girdi ve çıktıların, maddi değerlerden daha çok bu manevi değerler olduğunu idrak edemeyen, kullara düşenin esbaba riayet ederek bu uğurda cehd ve gayret göstermek olduğunu ve neticeleri verecek olanın Allah (cc) olduğunu bilemeyen, hasılı Hizmet hareketinin mahiyetini hiç anlamamış olan bu insanlar, Hizmet ve başındaki insan için “Başarısız olmuşlardır. Bu yüzden başındaki insan istifa etmeli ve hizmet de kendini lağv etmelidir” gibi yorumlar yapmaktadırlar.

“Hakikat Çekirdekleri’nde” böyle yanlış yorumların temel sebebi çok veciz olarak ifade edilmiştir: “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.” Maneviyâttan nasipsiz olan insanların hadiselerdeki ince hikmetleri ve derin sırları anlamalarını beklemek beyhude olacaktır.

Hocaefendi’de bu konuya bazı işaretlerde bulunduğu bir yazısında şunları söylemektedir: “Gerçek ve kalıcı başarı için, kendini Allah’a adamış insanların tevfik-i ilahiye ulaştıran maddî ve manevî sebepleri çok iyi bilmeleri ve bu sebeplerin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin şuurunda olmaları gerekir. Ayrıca bir kısım olumsuz hadiseler karşısında sarsılmama, yılmama ve Allah’ın izni ve inayetiyle fırtınalara karşı dimdik ayakta durabilme de manevî saiklerin kıymetini bilmeye bağlıdır.

Hâsılı, siz maddi sebepler açısından çok güçlü olsanız, hatta elinizde fezayı bile kontrol altında tutacak uydularınız bulunsa, yine de bütün bunlar hak rızasına ulaşma adına meselenin sadece bir yanını teşkil eder. Bilmelisiniz ki, sizin asıl güçlü yanınız, gücü sonsuz olan Allah’ın havl ve kuvvetine itimat etmeniz ve O’nunla münasebetinizi hep güçlü tutmanızdır. Bence adanmış ruhlar birbirlerine hep bu hakikati telkin etmeli ve bu hakikat istikametinde hayatlarını örgülemelidirler.”

Ulaşılmak istenen güzel neticeleri elde edebilmek adına maddi sebeplere riayet ettiğimiz kadar ve hatta daha fazla manevi sebeplere müracaat edilmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki başa gelen bela ve musibetlerde, zalimlerin musallat edilmesinde şahsi ve içtimai kusurların ve günahların çok önemli bir payı vardır. Mesele tek boyutlu değildir. Eğer bunlardan kurtulmak istiyorsak onların gelmesine sebebiyet veren hem maddi, hem de manevi eksiklik ve boşlukların giderilmesine çalışılmalıdır.  Her iki boyutta sebeplere riayet edildikten sonra ise netice ve muvaffakiyetin Allah’ın (cc) vazifesi olduğunun farkında olarak hareket edilmelidir ki O’na (cc) ait olan neticeleri sanki biz gerçekleştirecekmişiz gibi büyük hatalara düşmeyelim.

İnşaAllah bir sonraki yazıda mevzuya devam edelim…

1 YORUM