YORUM | SEYİT NURFETHİ ERKAL
Zaman içre tarihe doğan, “gecenin gündüzle”, “kışın baharla”, “ölümün hayatla” yer değiştirip, günlerin, yılların ve nesillerin dalgaları üstünde varlığın yokluğa dökülüşünü, kaçınılmaz bir son tasavvuru eşliğinde bilincinin bütün katmanlarıyla seyre koyulan insan; nefsinin, dünyasının ve kâinatın iç içe kıyametlerinin üst üste binen karanlıklarından ancak sonsuzluğun müjdecisi, solmaz gerçeğin habercisi Rabbin sadık elçilerinin dillerinden, hallerinden ders almakla çıkabilmekte ve aslî endişesi olan yokluğa yuvarlanmaktan kurtulup, mananın zirvesine doğru yol alıp gidebilmektedir.
“Nur–u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbâli tenevvür eden” insan; “günlük devirlerde nefs”, “yıllık devirlerde dünya”, “tarihi devirlerde kâinat” üzerinden ruhunun en ücra köşelerine akan yokluk endişesinden ancak mutlak Varlığa “imandan sonra en büyük hakikat olan namazla” yönelmekle sıyrılıp, var oluşunun anlamını zevk edebilmektedir. Hiç şüphesiz mümin ufkunda zaman, namazla açılıp, anlamını insanın ruhuna duyurmakta ve sayıların, sürelerin ötesine ait manalarıyla kendisini duyurup hissettirmektedir.
“İşâ vaktindeki o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup gece âlemi kâinatı kaplar. Mukallibü’l-Leyli ve’n-Nehâr olan Kadîr-i Zülcelâlin o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen yeşil sahifesini kışın bârid beyaz sahifesine çevirmesindeki Musahhıru’ş-Şemsi ve’l-Kamer olan Hakîm-i Zülkemâlin icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır. Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakiye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayatın şuûnât-ı İlâhiyesini andırır. Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.” (Sözler, s. 47)
“Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölümün elbette hayattan ziyade bir isteği var”dır (Şuâlar, s. 183) ve bizim için bu dünya hayatının gerçek anlamı ve kıymeti ölümün bizden talep ettiklerini bilmekle ortaya çıkmaktadır. Gerek insan gerek dünya gerekse de kâinat hakkında kesin anlamıyla mevzu bahis olan, bilinmez ama kesin son, yani ölüm, yani kıyamet; insanı her şeyin anlamını sorgulamaya ve bu anlam çerçevesinde hareket etmeye itmektedir. İhtiyarlar Risalesi’nde en geniş şekilde yer aldığı üzere ölüme yaklaşan insan, bütün hayatı bu değişmez hakikat üzerinden yeniden yeniye okumak durumundadır.
Günlerin, senelerin ve nesillerin değişmesiyle devam eden “içtimâi/sosyal”, “kevnî/kozmik”, “nefsî/psişik” devr-i dâimler insana “zaman”ın, “zemin”in ve “nefs”inin sâbit olmadığını bilakis Rabb’in mutlak tasarrufu altında, büyük, orta, küçük devirler içinde değişip dönüşmeğe ve nihayet ölüp, göçmeğe mahkûm bulunduğunu telkin etmekte ve bu hususta Kur’ân’ın gösterdiği saadet dışında bir tesellinin bulunmadığını ders vermektedir. Bu değişim ve dönüşümlerin tesadüflerin veya kendi kendine işleyen kanunların eseri değil ama bizzat Cenâb-ı Hakk’ın ilim, irade ve kudreti dairesinde devam eden hadiseler olduğunu bilen ve kabul eden mümin için her oluş ve yok oluş ancak hayret ve ibretini artıran birer metinden ibarettir.
Bu değişim ve dönüşümü bütün haşmetiyle nazara veren Kur’ân-ı Kerim’de tarihi hadiseler büyük oranda isim, yer ve zamandan soyutlanmak suretiyle anlatılmakla; meselelere mana-i ismiyle değil mana-i harfiyle bakıp, asıl anlama odaklanılması ve formalardan/suretlerden öte normlara/hakikatlere intikal edilmesi sağlanmaktadır. Birbirini aynıyla değil fakat misliyle tekrar eden vakaları nazara verirken makam münasebetiyle olayların hep farklı bir yönünü öne çıkaran Kur’ân-ı Hakîm, bütün anlattıklarını fezleke olarak zikrettiği esma-i hüsna ile irtibatlandırarak, Hakk’ı tanımaya birer vesile kılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de zamanın kozmolojik akış keyfiyetine dair;
“Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra da arşa istiva buyurdu. O Allah ki geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürür. Güneş, ay ve bütün yıldızlar hep O’nun buyruğu ile hareket ederler. İyi bilesiniz ki yaratmak da emretmek yetkisi de O’na mahsustur. Evet o Rabbülâlemin olan Allah ne yücedir!” (A’râf 7/54),
“Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.” (Enbiya 21/33),
“Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürüyor, sürelerini uzatıp kısaltıyor. Elbette bunda görebilenler için alınacak bir ders vardır.” (Nur 24/44)
gibi pek çok âyet bulunmakla birlikte hem sosyolojik hem kozmolojik hem fizyolojik açılardan zamanın fonksiyonlarını izah eden;
“De ki: ‘Ey mülk ve hakimiyet sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın! Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılarsın! Her türlü hayır yalnız Sen’in elindedir! Sen elbette her şeye kadirsin!
Geceyi gündüze katar günü uzatırsın, gündüzü geceye katar geceyi uzatırsın. Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın. Sen dilediğin kimseye sayısız rızıklar verirsin!’” (Âl-i İmran, 3/26-27)
ayeti ayrıca dikkat çekmektedir.
İlk âyette, Cenâb-ı Hakk’ın dilediğini aziz ve dilediğini zelil kıldığının bildirilmesinden önce dilediğine mülkü verip, dilediğinden mülkü aldığının belirtilmesi; tarihî devr-i dâimler silsilesinde milletlerin izzet ve zıllet değişiminin, ekonomik gücün el değiştirmesi suretiyle cereyan ettiğini ihtar etmektedir. Buradan hareketle tarihî materyalizm düşünürlerinin iddia ettiği gibi ekonomi-politiğe dair kuralların bilinmesi ve açıklanmasının pek çok tarihî hadisenin zahiri sebep-sonuç ilişkisine ışık tutacağı iddia edilebilir; fakat asıl mesele (tıpkı fizik kurallarda olduğu gibi) bu kuralları koyan ve işletenin kim olduğu ve bu hadiselerle bize ne talim ettiğinin anlaşılıp bilinmesidir.
Cenâb-ı Hakk’ın ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmasından önce geceyi gündüze, gündüzü geceye kattığının belirtilmesi; büyük dairede nesiller boyu süren kozmolojik devr-i dâimlerin, küçük dairede gün ve gecenin nöbet değişimiyle devam ettiğini ifade ederken, en dardan genişe bütün kozmik devirleri kuran ve işletenin bizzat Rezzâk-ı Kerim olduğunu bildirmektedir.
Bir kısım astrofizik kurallar çerçevesinde dönen uzay zamana ait işleyişle insanlık tarihinin tabi olduğu ekonomi-politik döngünün art arda gelen ayetlerle nazara verilmesi ikisinin de aynı netlikte kuralara tabi olduğu ve bu kuralları koyana itaatte bulunduğunu ders verirken, tıpkı uzay zaman da olduğu gibi insanlık tarihinin dahi dairevi, çevrimsel yapısı olduğu hatırlatmaktadır.
Hayatı ölümden, gündüzü geceden sonra zikretmekle geleceğe ait ümit veren.. yeniden yaratılışı müjdeleyen.. ölüm ve gecenin, hayat ve gündüz gibi mahlûk hatta nimet olduğunu hatırlatan âyette, ölünün önce zikredilmesi; canlı olan bitkinin cansız topraktan, bitki ve ağaçların cansız çekirdeklerinden, şu canlı kâinatın cansız görünen bir ilk atomaltı maddeden ve hepsinden öte her an hayat bahşedilen kâinatın (Kaknüs/Phoenix misali) bir an önceki kâinatın küllerinden halk edildiğini akla getirmektedir. Ayrıca gece ve gündüz devrinin, ölüm ve hayat devrinden önce zikredilmesi; güneşten aldığı ışık ile günlerin değişimini ve yine güneşten aldığı ısı ile mevsimlerin değişimini yaşayan insan hayatının devamı adına güneşin nasıl aslî bir konumda olduğunu ihtar etmektedir.
Ebu’l-Alâ el-Maarri, Sibeveyh’e muhalif olarak zamanın, gök cisimlerinin hareketi olduğu görüşünü reddetip, zamanın en küçük parçasının idrak edilebilecek her şeyi kapsadığını söylese de (Risaletü’l-Gufran, s. 426) insanın zamanı idrak etmesi, ölçebilmesi ve ölümün hayata dönüşümü ağında, kendisinin ve dünyanın faniliğini düşünüp, biyo-psikolojik zamanını hissedebilmesi adına gece gündüz ve kış bahar devr-i dâiminin en temel esası teşkil ettiğinde şüphe yoktur.
“Günleri insanlar arasında döndürür dururuz.” (Ali İmran, 140) âyetinde ifadesini bulduğu üzere, âdetullah denilen “rabbânî kurallar” devr-i dâimine takılı dairevi/doğulu zaman algısı ile sünnetullah denilen “kanunlar dizgesine” bağlı lineer/batılı tarih anlayışını telif eden spiral/helezonik zaman telakkisine göre tarih aynen değil, ama mislen tekrar etmektedir. (Örnek vermek gerekirse bir ağacın çekirdekten meyveye kadar bağlı bulunduğu kanunlar dizgesini sünnetullah diye isimlendiriken, bunun her ağaçta benzer şekilde tekrar etmesini adetullah diye isimlendirmekteyiz.) Gece ve gündüzün değişmesi, mevsimlerin dönmesi gibi dar ve geniş dairelerde devam eden nöbet değişiklikleri dâirevi zaman algısına, sebep-sonuç ilişkilerine bağlı ilerleyen biyolojik, kozmolojik tedricî tekâmül aşamaları lineer zaman anlayışına temel teşkil etse de; dünyanın bir yörünge etrafında dönmesi, bu dönüşün bir daireyi tamamlaması ve o dairevî dönüşle birlikte güneş sisteminin dahi ilerlemekte olması gibi uzay/zamanda kendini aynıyla tekrar etmeyen işleyişler spiral/helezonik zaman telakkisinin isabetli olduğunu göstermektedir.
Kısa bir parentez açıp şunu da belirtmek gerekir ki; bir kısım oryantalistlerin iddia ettiği gibi İslam dünyasında sosyolojik zaman dinamikleri (doğu metafiziğinde olduğu üzere) sabit bir dâireye takılı değildir. Zaman algısına temel teşkil eden ay takvimi bizzat dinamik bir takvim olmakla birlikte, müminlerin her gün kıldıkları namaz vakitlerinin devamlı seyyal olması, yıl içinde Ramazan’ın devamlı kayması ve iki bayramın her sene farklı idrak edilmesi dairevi tarzda ilerleyen helezonik telakkinin basit ve temel göstergeleridirler. Zira Kur’anî hikmet garbın funundan alınmadığı gibi şarkın ulumundan da kopyalanmış değildir. Bu uzun meseleye şimdilik bu kadar temas etmekle yetinmiş olalım.
(devam edecek)
Seyit Nur beyefendinin, gunumuze isik tutan, derin yazilarindan fevkalede istifade ediyorum.
Bu guzel makalelerin devamini diliyorum, sizlere de bu guzelligi bizlerle paylastiginiz icin tesekkur ediyorum.
Cok ufuk acici ve uzerine dusunulesi-konusulasi yazilar. Risale i Nur’lari ve onun uzerinden esya ve hadiseleri okuma ve yorumlamak icin rehber niteliginde yazilar. Allah Razi Olsun. Sevgili TR724 ailesine de cok tesekkur ediyorum, bizi Seyit Erkal’in ve diger muhterem yazarlarin yazilarina ulastirdigi icin.