Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan

YORUM | BETÜL GÜL

“Big Bang teorisi, evrenin bir patlama ile başladığını söylemez. Aslında Big Bang teorisinin evrenin doğuşu hakkında söyleyecek hiçbir şeyi yok. Evren nasıl başladı sorusunun çok basit bir cevabı var; bilmiyoruz. … Evren genişliyor. Bu elbette eski zamanlarda her şeyin birbirine daha yakın olduğu anlamına gelir. Bu gözlemi alıp en uç noktaya kadar götürüyoruz.” Dünyanın önde gelen teorik fizikçilerden Cambridge Üniversitesi profesörü David Tong, üniversitenin internet sitesindeki ders notlarında böyle söylüyor. 

Big Bang uzay içerisinde bir patlama değil; uzayın genişlemesi. Ünlü Alman fizikçi Sabine Hossenfelder, Eylül 2022’de Nautilus’da yayımlanan bir makalesinde, “Evrenin genişlediğine dair son derece güçlü kanıtlarımız var… Evrenin başlangıcına dair sıfır kanıtımız var.” diyor. Amerika’nın Rochester Üniversitesi’nden astrofizikçi Prof. Adam Frank, Mart 2023’de Big Think’de yayımlanan makalesinde, Big Bang teorisinin enerjinin, maddenin, uzayın ve zamanın ortaya çıkışını açıklayamadığını söylüyor. Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nin internet sitesinde de şu sözlere yer veriliyor: “Big Bang senaryosu basitçe uzay, zaman ve enerjinin zaten var olduğu varsayımında bulunur. Ama bize nereden geldiklerine ilişkin hiçbir şey söylemez.” Johns Hopkins Üniversitesi’nden ünlü teorik fizikçi Prof. Sean Carroll ise kişisel web sitesinde şöyle söylüyor: Modern fizik ve kozmolojideki gelişmeler evren diye bir şeyin neden var olduğu, “fizik yasaları” adı verilen şeylerin neden olduğu gibi soruları cevaplamamıza yardımcı olur mu? Tek kelimeyle hayır.”

Big Bang’den yaklaşık 380 bin yıl sonra yayılmaya başladığı hesaplanan kozmik mikrodalga arka plan ışıması evrende serbestçe yol alabilen ilk ışığın kalıntısı ve Big Bang’in en büyük kanıtlarından sayılıyor. Daha önceki dönemler teleskoplarla görüntülenemiyor. (Teleskoplarla geçmiş görülebiliyor, çünkü ışığın uzak mesafelerden bize ulaşması uzun zaman alıyor. Uzayın genişlediğini de hesaba katarsak… Ünlü fizik profesörü Paul Davies, “What’s Eating the Universe“ adlı kitabında, “Yıldız ne kadar uzaktaysa, o kadar eskiyi görürüz. Mesela, çıplak gözle bulanık bir ışık bulutu olarak belli belirsiz görülebilen Andromeda galaksisinde, bugün iki buçuk milyon yıl önceki hallerini gördüğümüz yıldızlar var.” diyor.) Tanınmış astrofizikçi Dr. Ethan Siegel, Şubat 2022’de Big Think’de yayımlanan bir makalesinde, “20. yüzyılın en önemli keşiflerinden biriyle evrenin yalnızca statik, değişmeyen bir arka plan olmadığını, uzayın zamanla genişlediğini öğrendik.” diyor. Galaksilerin kabaran bir hamurdaki kuru üzümler gibi birbirinden uzaklaştıkları belirtiliyor. Haziran 2022’de, Italya’da bulunan araştırma enstitüsü SISSA’dan yapılan bir açıklamada, Astrofizik ve Kozmoloji grubunun koordinatörü Prof. Carlo Baccigalupi’nin şu sözlerine yer verildi: “Kozmolojideki mevcut anlayışa göre, Big Bang’den hemen sonra evren çok küçük, yoğun ve sıcaktı. 10 üzeri -35 saniye içinde 10 üzeri 30 kat genişledi.” Uzayın genişlediği biliniyor; fakat Big Bang’den hemen sonra meydana geldiği düşünülen kozmik şişme adı verilen çok hızlı genişleme henüz ispatlanmadı. Kozmik şişmenin uzayı dalgalandırmış olacağı, bu dalgaların tespit edilebilmesinin çok kuvvetli kanıt sağlayacağı belirtiliyor.

Uzay kumaş gibi eğriliyor

Einstein, uzayda hareket eden nesnelerin tıpkı suda yol alan bir gemi gibi uzay-zamanın dokusunda dalgalar oluşturabileceğini öne sürmüştü. Uzayı su gibi dalgalandıran kütle çekim dalgalarının varlığı 2015 yılına kadar kanıtlanamadı. İlk defa 2015 yılında LIGO Gözlemevinin dedektörleri iki karadeliğin birleşmesiyle meydana gelen dalgaları tespit etti. Daha sonra da birçok tespit yapıldı. Amerika’nın Stony Brook Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Paul Sutter, kütle çekim dalgalarını uzay-zamanın dokusunda ışık hızında hareket eden dalgalanmalar olarak tanımlıyor; birbirleri etrafında hızla dönen iki karadelik, ya da süpernovalar gibi fenomenlerin dalgaları meydana getirdiğini söylüyor. Albert Einstein’ın genel görelilik teorisine göre, uzay-zaman kumaş gibi eğrilip bükülüyor; kütle çekimi de uzay-zamanın eğriliğinin bir sonucu. Oklahoma Eyalet Üniversitesi’nden fizikçi Doç. Dr. Mario Borunda, 2021’de The Conversation’da yayımlanan bir makalesinde, Einstein’ın, genel görelilik teorisini ortaya koyduğunda evrendeki tüm kütle ve enerjinin uzay-zamanı eğebileceğini gösterdiğini söylüyor ve şöyle diyor: “Bir trambolinin yüzeyini düşünün. Üzerinde hiçbir şey yoksa yüzeyi düzdür. Ancak, trambolinin üstünde ayakta durursanız, ayaklarınızın etrafı gerilir ve merkezinde sizin bulunduğunuz bir çukur oluşur.” Benzer şekilde, güneş gibi ağır kütleli bir nesne de uzayda bir çeşit çukur oluşturuyor. Gezegenlerin düz bir çizgide değil de, güneşin oluşturduğu eğri ortam boyunca hareket ettikleri için yörüngeye girdikleri belirtiliyor. Amerika’nın Columbia Üniversitesi’nden dünyaca ünlü fizik profesörü Brian Greene, uzay boşluğunda hemen hemen hiç sürtünme olmadığı için gezegenlerin neredeyse hiç enerji kaybetmediklerini, bundan dolayı sarmal bir yol boyunca dönerek güneşe çarpmadıklarını ifade ediyor.

Prof. Brian Greene, Amerika’nın ulusal televizyonu PBS için hazırlanan “The Fabric of the Cosmos” adlı  belgeselde  şunları söyledi: “Kara deliklerin çevrelerindeki kütle çekimi o kadar kuvvetli ki, Einstein’ın matematiğine göre dönen bir karadelik uzayı gerçek bir kumaş parçası gibi bükerek kelimenin tam anlamıyla beraberinde sürükleyebilir.” (Birçok kara deliğin ışık hızının %90’ından daha hızlı döndüğü belirtiliyor.) Einstein’ın teorilerine göre Dünya’nın dönüşünün de uzayı çok az miktarda büktüğünü söyleyen Greene, 1950’lerin sonlarında Stanford Üniversitesi’nden fizik profesörü Leonard Schiff’in, Einstein’ın fikirlerini test etmek için bir yol aramaya başladığını, uzay gerçekten bir kumaş gibi bükülüyorsa Dünya’nın yörüngesine yerleştirilecek bir jiroskopla bunun tespit edilebileceğini düşündüğünü söylüyor. Dünya dönerken gerçekten uzayı da beraberinde sürüklüyorsa normalde sabit bir yönü gösteren jiroskop ekseni yönünü değiştirecekti… Prof. Schiff’in hayali ancak 2004 yılında gerçekleşti. Stanford Üniversitesi ve NASA’nın işbirliğiyle tasarlanan aşırı hassas dört jiroskobu taşıyan Kütle Çekim Sondası B  Dünya’nın yaklaşık 650 km üstünde yörüngeye yerleştirildi. Jiroskopların eksenlerinin neredeyse tam olarak Einstein’ın denklemlerinin öngördüğü miktarda kaydığı ortaya çıktı. Greene, bu deneyin uzayın kumaş gibi fiziksel bir varlık olduğuna dair doğrudan kanıt sağladığını söylüyor!Zaman içinde zaman

Işık hızına yaklaştıkça ve kütle çekim arttıkça zaman genişliyor, bir başka deyişle zamanın geçişi yavaşlıyor. Bu gerçek hassas deneylerle doğrulandı. Prof. Greene daha önce söz ettiğimiz PBS belgeselinde bir taksinin içinde ilerlerken şöyle diyordu: “Uzay ve zamanın esnek olması size garip geliyorsa bunun nedeni sadece günlük hayatta etkilerini görebilecek kadar hızlı hareket etmiyor oluşumuz. Eğer bu taksi ışık hızına yaklaşabilseydi etkileri artık saklı kalmazdı. Mesela, ben ışık hızına yakın bir hızla geçerken siz sokağın bir köşesinde olsaydınız, uzayın (mekanın) taksimin yalnızca birkaç inç (1 inç 2.54 cm) uzunluğunda görüneceği şekilde ayarlandığını görürdünüz. Ayrıca saatimin çok yavaş çalıştığını da duyardınız. Ama taksinin içinde, benim bakış açımdan, saatim normal ilerliyor olurdu ve mekan burada her zamanki gibi görünüyor olurdu.” 

İngiltere’nin Newcastle Üniversitesi’nden matematikçi Dr Steve Humble, 2016’da The Conservation’da yayımlanan bir makalesinde şöyle ilginç bir örnek veriyor: “Mesela, 2000 yılında uzay görevi için Dünya’dan ayrıldığınızı düşünün. Programa göre, 2032’ye kadar Dünya’ya dönmeyeceksiniz, fakat ışık hızının yüzde doksan beşi hızla yolculuk yapacaksınız. Şaşırtıcı olan şu ki, dönüşünüzde Dünya’da 2032 yılı olmasına rağmen saatiniz 2010 yılını gösterir ve geride bıraktığınız herkesten 22 yıl daha genç olursunuz.” Alman fizikçi Dr. Sabine Hossenfelder, “Existential Physics” adlı kitabında hızlanmanın zamanın akışını yavaşlatmasının saat dediğimiz cihazlara özel bir durum olmadığını; her nesne için geçerli olduğunu söylüyor. “İster yanma reaksiyonları çevrimleri, ister nükleer bozunma, ister kum saatinden akan kum veya kalp atışları olsun, her işlemin kendine özgü bir zaman akışı var.” diyor.

2014 yılında, Almanya’daki bir parçacık hızlandırıcısında yapılan deneylerin ışık hızına yaklaştıkça zamanın genişlediğini daha önce görülmemiş bir kesinlikle doğruladığı açıklanmıştı. Darmstadt Teknik Üniversitesi’nden Prof. Wilfried Nörtershäuser’in araştırma ekibi bu deneyleri lityum iyonlarını ışık hızının üçte biri hıza çıkartarak yaptı. Elektron benzeri parçacıklar olan müonların ömürleri de zamanın genişlemesini doğruluyor. Müonlar, atmosferin üst kesimlerinde kozmik ışınların etkisiyle oluşan parçacıklar. Ortalama ömürleri 2,2 mikrosaniye; yani ortalama 2,2 mikrosaniyede başka parçacıklara dönüşüyorlar. Dr. Siegel, avucumuzu gökyüzüne doğru açarsak saniyede yaklaşık bir müonun elimizden geçeceğini söylüyor. Işık hızına yakın hızla hareket etseler bile müonların 2,2 mikrosaniyede sadece yaklaşık 660 metre yol alabileceklerini belirten Siegel sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama size bu parçacıkların atmosferin tepesinde, yaklaşık 100 kilometre veya 100.000 metre yükseklikte yaratıldığını söylemiştim! Bizim perspektifimize göre müon asla yere inemezdi.” Işık hızına yakın hızlarda hareket eden nesneler için zamanın akışının yavaşladığını hatırlatan Siegel, kozmik ışın müonlarının yeryüzünde tespit ediliyor olmasının zamanın genişlemesini ispat etmek için yeterli olduğunu belirtiyor. Bizim açımızdan yaklaşık üç yüz mikrosaniye süren yolculuğun müon için yalnızca yaklaşık bir mikrosaniye sürdüğünü söylüyor!

Kütle çekim arttıkça zamanın geçişinin yavaşlaması da daha önce yapılan roket deneyleriyle doğrulanmıştı. Çok hassas atom saatleriyle yapılan yeni deneyler binanın hangi katında olduğumuza göre bile zamanın değiştiğini gösterdi. Yakın bir tarihte Avrupa Uzay Ajansı (ESA), kütle çekiminin zamanın akışını nasıl değiştirdiğinin daha önce olmadığı kadar hassas şekilde ölçüldüğünü açıkladı. Galileo uydu sisteminde bulunan iki uydunun yörüngelerinin hatalı olması ölçümlerin yapılmasını sağlamıştı. Çok hassas atom saatleri olan Galileo 5 ve Galileo 6 uyduları yörüngeleri hatalı olduğu için günde iki defa 8.500 kilometre Dünya’ya yaklaşıp uzaklaşıyor, dolayısıyla düzenli olarak kütle çekim değişimlerine maruz kalıyordu. Peki, kara deliklerin yakınında muazzam kütle çekimiyle zaman ne kadar yavaşlar? York Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Emma Osborne, 2019’da Londra’da yapılan “New Scientist Live” konferansında ilginç bir örnek verdi. Samanyolu’nun merkezinde bulunan devasa kara delik Sagittarius A*’nın olay ufkunun (ışığın bile kaçamadığı bölgenin) hemen dışında bir dakika dursak, Dünya’da 700 yıl geçeceğini söyledi. Dr. Siegel, Mayıs 2022’de Big Think’de yayımlanan bir makalesinde, günümüzde bir bisikletçinin hızı gibi düşük hızlarda ve 0,33 metre gibi az yükseklik farklarında bile zaman genişlemelerinin doğrulandığını söylüyor.

Kara delikler sema geçitleri mi?

Yakıtları tükenen büyük kütleli yıldızlar kendi kütle çekimleriyle merkezlerine doğru çekilip çöküyor; dış kısımları süpernova adı verilen şiddetli patlamalarla uzaya saçılıyor. (Bu patlamalar karbon ve oksijen gibi elementleri uzaya dağıtıyor.) NASA’nın web sitesine göre, çökmüş çekirdeğin kütlesi güneşin kütlesinin yaklaşık üç katından fazla ise kara delik haline geliyor. Kara delikler çevrelerindeki maddeleri yuttukça büyüyor; muazzam kütle çekimlerinden ışık bile kaçamıyor. Profesör Brian Greene, The Elegant Universe adlı kitabında, Einstein’ın denklemlerini kullanarak kara deliklerin niteliklerini araştıran fizikçilerin, başka evrene açılan kapılar olmaları ihtimalini açığa çıkardığını belirtiyor. Amerika’nın New Haven Üniversitesi’nden teorik fizikçi Dr. Nikodem Poplawski’nin ​2010 yılında akademik dergi Physics Letters’da yayınlanan çalışması da, kara deliklerin başka bir evrene açılan kapılar olabileceğini göstermişti. Dr. Poplawski’nin yaptığı hesaplamalara göre, kara delikteki maddenin yoğunluğu aşırı artınca burulma (torsion) adı verilen itici güç kütle çekimini geçiyor. Neticede itici güç o kadar kuvvetleniyor ki, madde bastırılmış bir yay gibi fırlıyor; başka bir âlemde ak delikten hızla dışarı atılıyor. 

Ak delikler

Dr. Siegel, kısa süre önce Big Think’de yayımlanan ak deliklere ilişkin bir makalesinde de şunları söylüyor: “Genel Görelilikte ak delikler matematiksel olarak kara delikler kadar olasıdır. Kara delikler gerçek; peki ya ak delikler? Fizikçilerin  sıklıkla merak ettiği sorulardan biri şu: Bir şey kara deliğin olay ufkunun diğer tarafına, yani içine geçtiğinde nereye gider? Tabii, sadece ‘Kara deliğin merkezi tekilliğine giriyor’ diyebilirsiniz, ancak bu tatmin edici bir cevap değil, özellikle de fizik yasalarının bu tekillikte çöktüğünü (işlemediğini) bildiğimiz için… Evrenimizde ak deliklere dair herhangi bir kanıt gözlemlemesek de, Big Bang’in olması ve evrenimizde kara deliklerin olması şimdiye kadar yaratılmış her kara deliğin diğer ucunda bir ‘ak delik’ olduğu fikriyle oldukça tutarlıdır.” 2018’de NBC News’e röportaj veren Prof. Brian Greene de tekilliğin, “Ne olduğunu bilmiyoruz” anlamına gelen örtülü bir ifade olduğunu söyledikten sonra kara deliğin derinliklerinde zamanın sona erdiğini düşünenler olduğu gibi, kara deliğin başka bir evrene giden bir geçit olabileceğini, belki de daha önce hiç aklımıza gelmeyen yeni yasaların devreye girdiği bir yer olabileceğini düşünenler olduğunu belirtti.

Son olarak şunu da belirtelim, Dr. Poplawski’nin denklemleri iç içe matruşka bebekleri gibi, evren içinde evren olabileceğini de ortaya koydu. Kanada’nın McGill Üniversitesi’nden fizik profesörü Robert Brandenberger ve ekibi de, “Low-Energy String Theory Predicts Black Holes Hide a New Universe” (Düşük Enerji Sicim Kuramı, Kara Deliklerin Yeni Bir Evreni Gizlediğini Öngörüyor) adlı yeni makalelerinde “Matruşka” evren modeli fikrini öne sürüyor. SUNY Stony Brook Üniversitesi’nden astrofizikçi Paul M. Sutter, Şubat 2022’de Space.com’da yayımlanan bir makalesinde şöyle diyor: “Üç boyutlu evrenimizin daha büyük ve çok boyutlu bir yapıda saklı olması mümkün. Bu tamamen normal ve hatta bazı egzotik fizik modellerinin de bir parçası. Ancak şu anda bunu test etme imkanımız yok.”

Notlar:

1-  Texas A&M Üniversitesi Fizik ve Astronomi Bölümü’nden yardımcı doçent Ali Kaya’nın Yeni Ümit Dergisi’nde yayımlanmış “Kur’ân’da Kâinat’ın Genişlemesi ve Büyük Patlama” adlı makalesinden bazı bölümler şöyle:

Kur’ân-ı Kerîm’de kâinatın genişlemesine açık olarak işaret edilmiştir. Zâriyat Sûresi’nin 47. âyetinde meâlen şöyle buyrulmaktadır:

“Semayı azametle Biz kurduk ve ona durmadan vüs’at veriyor ve genişletiyoruz.”

Âyette kâinatın genişlemesine “mûsiûn” kelimesi ile işaret edilmiştir. Fakat burada asıl enteresan olan kelimenin kullanılış şeklidir. Müfessirlere göre âyette geçen “Ve innâ lemûsiûn” bir isim cümlesidir ve Arapçada isim cümleleri sebat ve süreklilik ifade eder. Dolayısıyla “Ve innâ lemûsiûn” cümlesine “Devamlı ve sürekli olarak durmadan genişletiyoruz.” mânâsı verilebilir… 

Enbiyâ Sûresi 30. âyette meâlen şöyle buyrulmaktadır:

“O kâfirler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık; sonra her canlı varlığı sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı?”

Bazı müfessirlere göre bu âyette geçen “ratk” (bitişik) ve “fetk” (ayırma) kelimeleri Büyük Patlama ânına işaret ediyor olabilir… Bununla birlikte, bazı müfessirler bu âyetin Güneş Sistemi’nin, Dünya’nın ve atmosferinin oluşumuna işaret ettiğini düşünmüşlerdir.”

2- İlahiyat profesörü Suat Yıldırım, Kur’an mealinde, Bakara suresi 29. ayette geçen (ve daha birçok ayette geçen) yedi sema ifadesini açıklarken şunları söylüyor: “Müfessirlerin çoğuna göre dünyanın üstünde bütün yıldızların süslediği maddî âlemin hepsi bir gök olup, yedi semanın birincisidir. Ve bunun ötesinde bundan başka altı sema daha vardır. “Biz dünya semasını yıldızlarla süsledik.” [37,6] âyeti de bu mânada açıktır.

3- Ali Ünal ise mealinde şu açıklamayı yapıyor: “… Bu konuda bir diğer mülâhaza da şudur: Kur’ân, güneş, ay ve yıldızların bulunduğu göğe dünya seması adını verir (67: 5). Kalan 6 sema ise, Âhiret âlemlerinin semaları olabilir.”

4- Hikmet.net’de zamana dair şunlar söyleniyor: “Kur’ân-ı Kerim’de kâinatın, semaların ve yerin yaratılması mevzuunda altı güne tekrar tekrar vurgu yapıldığını görüyoruz. Bir yerde, “Biz gökleri ve yeri altı günde yarattık” diyor. (Kaf Suresi, 50/38) Başka bir yerde semaların iki günde yaratıldığını söylüyor. (Fussilet Suresi, 41/9) Bir yerde de, küre-i arzın dört günde yaratıldığını anlatıyor. (Fussilet Suresi, 41/10)

Başka bir âyet-i kerimede de, meleklerin semalara doğru yükselmesini anlatırken; “Sizin günlerinizle böyle bir gün, bin sene yapar” diyor. (Hac Suresi, 22/47) Başka bir ayet-i kerimede de yine meleklerin Allah’a urûcunu anlatıyor. Orada da diyor ki, “Sizin sayıp döktüğünüz günlerle elli bin sene yapar.” (Meâric Suresi, 70/4)

… Altı gün meselesine gelince, Allahu âlem burada anlatılmak istenen bir devir meselesidir. İşte bu büyük zaman parçaları içinde Cenab-ı Hakk, iki devirde semaları yaratmış, dört devirde de küre-i arzı yaratmış.”

5-  “Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim. Bilseniz bu büyük bir yemindir.        O, elbette şerefli bir Kur’ân’dır.” (Vakıa/75-77)

Elmalılı Hamdi Yazır ilk kez 1935 yılında basılan tefsirinde bu ayetlere dair şu açıklamayı yapmış: “Nücûm, yıldızlar mânâsına geldiğine göre onların mevkileri battıkları veya doğdukları yerler, yani batı ve doğuları, yahut gökteki bulundukları yerleri, burç ve menzilleri, yahut akan yıldızların düştükleri mevkiler, veya kıyamet günü döküldükleri zaman düşecekleri yerler olmak üzere dört beş değişik yorumun her birine yahut da hepsine ihtimali vardır.”

6- Fethullah Gülen 1983’de basılan “Asrın Getirdiği Tereddütler” adlı kitabında şunları söylüyor: “…‘Yıldızların yerleri’ Batı ve Doğuda değişik şekillerde ele alınıyor. Meselâ, Rus alimleri ona “yıldızların konduğu yerler!” diyorlar. Batı’da ise bu ifade daha ziyade kara delikler veya beyaz delikler şeklinde düşünülüyor. Aslında ilmin çözmeye çalıştığı mes’elelerin yanında, hâlâ çözüm bekleyen o kadar çok muammâ var ki, bir meseleyi izah ettiğimizi sandığımız an, izah bekleyen iki veya bir kaç mes’ele birden karşımıza çıkıyor.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

    • Teşekkür ederim. Bilim insanı değil, sadece bilim yazarıyım; bundan dolayı önce kendim anlamam ve çok araştırma yapmam gerekiyor. Daha verimli çalışmam için dua edin lütfen.

  1. Mukemmel bir yazıydı. Tanidigim ebeveynlere tavsiye edecegim, cocuklarina okutsunlar. Genclerin cok ilgisini cekecegini düsünüyorum.
    Bilimse bilim ilimse ilim masallah 🧿 Cok tesekkur ederiz degerli bilim insanı.👏

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin