“Şunu unutma ki: Sen, ne kadar arzu etsen de insanların çoğu iman etmezler. Hâlbuki sen bu tebliğ karşılığında onlardan herhangi bir ücret de istemiyorsun. Kur’ân, bütün âlemler için ancak bir öğüttür, evrensel bir mesajdır.” (Yusuf Suresi 103-105)
“Âh Yusufum! Neredesin!” F. Gülen
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Her Müslüman çocuğun -şayet ailesi dine karşı mesafeli değilse- Kur’an ile ilgili elifba cüzünden başlayarak anıları vardır. Boynuna cüz muhafazası asılmış mahalle kursuna doğru koşturan çocuklar hala var mı bilemiyorum. Ama Yusuf peygamber karakteri çoğumuzun hayatına işte o günlerde girmiştir.
Benim için Yusuf (AS) hakkındaki ikinci etkili hatıra merhum Şeyh Mustafa İsmail’in Ankara Hacı Bayram’da aldığım eski tip teyp kasetinden yükselen o hüzünlü sesidir. Walkmanın kulaklığını takar, önüme Kur’an-ı Kerim’in mealini alır ve dakikalarca bıkmadan takip ederdim. Gerçi Hacı Bayram’daki esnaf, dış hoparlöre genellikle Abdussamed’in Tekvir suresini (“izaşemssukuvvirat” diye kendinden geçerek haykırırdı rahmetli) verirdi ama…
Ve bugün… Hocaefendi’nin Yusuf Suresi: Kur’an’ın sihirli ufku isimli eserini okumaya başladıktan itibaren neredeyse her sayfada bir flashback yaşadığımı fark ettim. Evet, Kur’an boşuna “Kıssaların en güzeli” demiyordu bu sure için.
Meseleyi çok fazla kişiselleştirme derdinde değilim şüphesiz. Kur’an’da anlatılan Yusuf Peygamber’in hikâyesi, ihanet ve uzlaşmanın, kıskançlık ve merhametin, keder, üzüntü ve sıkıntının, ‘Tek Tanrı’nın her zaman var olan lütfuyla birlikte anlatıldığı bir hikâyedir esasen. Yusuf peygamberin şahsında insanların tarih boyu çektiği sıkıntıların tasviri ve ardından gelen rahatlama umudu ve vaadi sayesinde bu hikâye, Kur’an’ın “Ve şüphesiz, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” ayetini somutlaştırır. Kur’an’ın kendi dilinde “ahsenü’l-kasas” olarak adlandırılan bu kıssa öncelikle, Hazret-i Peygambere ve müminlere rehberlik etmesi için tasarlanmış olarak görülmelidir. Güzelliğinin bu vasiyetiyle başlayan anlatı, Yusuf’un sözleriyle bir dua, son bir dilekle sona erer:
“Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Sen bu dünyada da ahirette de benim koruyucumsun. Müslüman olarak canımı al ve beni salihlerle birlikte haşret!” (Ayet :101).
Bu muhteşem etkili dua esasen benzersiz değildir; Kur’an başka bir yerde başka bir duayı tekrarlar ve Arapça bir kelime olan “Müslüman” kelimesini tanımlayan Allah’a aynı gönülden teslimiyeti vurgular.
“De ki: Gerçekten benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir: O’nun hiçbir ortağı yoktur; ben bununla emrolundum ve ben O’nun iradesine boyun eğenlerin ilkiyim.” (En’am: 162-163).
Yusuf Suresi çok enteresan bir şekilde bir yandan dramatik yönü inanılmaz güçlü ve çok katmanlı bir hikaye olarak akarken diğer yandan ahlak, teoloji, psikoloji, sosyoloji, kişisel ve siyasi ilişkiler gibi çok sayıda alana dokunur. Ve fakat (Gülen Hocaefendi’nin de ısrarla vurguladığı gibi) her şeyden önce Yusuf’un hikâyesi, günümüz Müslümanlarının bakabileceği ve bu dini kategorinin özünü kavrayabileceği bir merceği temsil etmektedir.
Burada iki kavramı size tanıtmak isterim: Ex post facto ve Sui generis…
“Ex post facto” kelimesi, genellikle hukuk alanında kullanılan Latince bir terim ve “olaydan sonra” anlamına geliyor. Genellikle, bir yasanın geriye dönük olarak uygulanması, yani yasanın çıkarıldığı tarihten önce gerçekleşen eylemlere uygulanması durumunu ifade etmek için kullanılıyor.
“Sui generis” de Latince bir terim olup, “kendi türünün tek örneği” anlamına geliyor. Bu ifade, benzersiz, eşi benzeri olmayan veya kendi kategorisine sahip olan şeyler için kullanılmakta.
Din, sosyoloji, felsefe, siyaset ve tarihe önemli bir anlayış boyutu daha ekler. Bu, “bağlamı” “içerikten” boşaltarak tarih dışılık günahının işlenmesi gerektiği anlamına gelmiyor elbette. Daha ziyade, “ex post facto” kurumsallaşmış dinin “sui generis” merceğinin teolojik kavramları açıklamada her zaman yeterli olamayacağıdır. Tekrar ve tekrar, dini kavramları felsefi açıdan ve kendi içlerinde inceleyip değerlendirmeye ihtiyaç olduğu aşikar, böylece üretmeleri gereken anlamlara dair daha bütüncül bir anlayışa ulaşabiliriz.
Bu ön bilgiden sonra kendimize şu soruyu sorabiliriz artık: Öyleyse günümüz Müslümanları olarak, ebedi rehberlik kaynağı olarak Kur’an metninde yer alan Peygamberlerin kıssalarından ne gibi dersler çıkarabiliriz?
Pek çok âlim, Kur’an’ın derinliğinin en iyi Arap dilinde takdir edilebileceği ve başka bir dile yapılan herhangi bir çevirinin mutlaka bir yorumlama, tefsir eylemi olduğu görüşünü dile getirmiş. Bu ilk bakışta doğru gibi görünen perspektif ciddi anlamda eksiktir esasen. Çünkü meseleyi sadece dil boyutuna indirgemek Allah ve dine yapılabilecek en büyük haksızlıktır! Çünkü Kur’an’ı tam olarak anlayıp kavrayabilmek için Arap dili bilgisi tek başına yeterli değildir; zira Kur’an’daki birçok ifadenin zaman içinde anlam değişikliğine uğramış klasik anlamlarıyla anlaşılması gerekmekte ve nihayetinde gelişerek bir noktaya gelmiş tüm bilim/ilim disiplinleri içinde yaklaşmak gerekmektedir. Bir ayetin makamı veya bağlamına ek olarak, Kur’an “yufassir ba’adahu ba’ada’” (Kur’an’ın bazı bölümleri diğerlerini açıklar) düsturunda somutlaştığı gibi metinlerarasılık ve iç ilişkilerin dikkate alınması da daha derin bir anlayış için gerekli. “İslam” (Tek Allah’a teslimiyet) ve “Müslümanlar” (Tek Allah’a isteyerek teslim olanlar) terimleri, Müslüman bir topluluğun tarihsel gelişiminden ve İslam’ın bir din olarak kurumsallaşmasından önce, Kuran metni boyunca dağınık bir şekilde yer almakta.
Hocaefendi ise Cenab-ı Allah’ın Tevrat’ı İbranice, İncil’i Aramice, Kur’an’ı da Arapça indirerek, her kavmin kendi diliyle ve aklının anlayacağı şekilde konuşmasının ise başka bir rahmet tecellisi olduğunu bildirir (s. 41). Fakat Kur’ân’ın Arapça olmasını sadece Peygamber Efendimiz ’in Arap olmasıyla alâkalı görmeyip, bunun diğer bir sebebinin, Arapçanın diğer dillerden farklı özellikler taşıması olduğunu söyler: Arapça harflerde ayrı bir musiki, canlılık ve ses zenginliği vardır.
Kur’an’da Müslüman, inanç ve eylem bütünlüğü yoluyla Allah’a teslim olmuş bir bireydir. Buna karşılık, kâfir terimi- gevşek bir şekilde kâfir olarak tercüme edilir- “küfr” teriminden türetilmiştir; bu terim, hakikatini kabul etmesine rağmen İnancı reddetmek veya kasıtlı olarak gizlemek anlamına geliyor. Müslümanlar tarafından yerel dilde sıklıkla aşağılayıcı bir şekilde kullanılsa da Kur’an’ın dilinde kibirli Firavun figürü veya Ebu Leheb tarafından sembolize edilenlere ya da gurur veya kendini beğenmişlik yoluyla kendilerini veya başkalarını Allah’a ortak koşan topluluklara özel bir atıfta bulunuyor.
Peygamberlerin kıssaları bu sebeple Kur’an’da çok özel bir işleve sahip. Çünkü tek Allah’ın Peygamberleri olarak, “Müslüman” kategorisini kavramsallaştırmak için bir araç sağlıyor. İslam geleneğinde peygamberlik, Allah’ın insanlarla “ilham yoluyla veya bir perde arkasından ya da Allah’ın izniyle Allah’ın dilediğini açıklamak üzere bir Elçi göndererek” konuştuğu, insanlık tarihine müdahale örneklerini temsil eder (Şura: 51). İnsanlık için örnek modeller ve inananlar için ilk hidayet araçları olarak kabul edilen Peygamberler arasında hiçbir ayrım yapılmaması bizzat Kur’an’da Müslümanlara emredilmiş. Yahudi-Hıristiyan geleneği ile ortak soy, bir çatışma kaynağı olarak değil, İlahi kaynağın Birliğine işaret eden bir birlik kaynağı olarak görülür. Kur’an şöyle der:
” De ki: “Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım: “Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah’tan başka rab edinmesin.” Eğer bu dâveti reddederlerse: “Bizim, Allah’ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun!” deyin. (Al-i İmran :64)
Kıymetli Suat Yıldırım Hoca, bu ayetin mealine şu notu düşer: “Bu dâvet, Kur’ân’ın, Hıristiyanlar başta olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır. Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli kitapların temelli bir vicdanda, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri ve İslâm’ın insanlık âlemine ne kadar geniş ne kadar açık bir hidâyet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği görülmektedir.”
İslam dininde, Yahudi-Hıristiyan geleneğiyle paylaşılan mirasa rağmen yine de Peygamberlerin tasvirinde Yahudi ve Hıristiyan metinlerindekilerden temel farklılıklar vardır. Örneğin İsa Tanrı’nın oğlu değildir; Davut, Beytşeba ile zina ve Uriya’nın öldürülmesi suçlamalarından muaftır; Musa’nın kardeşi Harun Altın Buzağı’nın yapımından ve ona tapılmasından sorumlu değildir ve Nuh asla sarhoş davranışlar sergilemez vs. vs…
Muhterem Hocaefendi, bahsini ettiğimiz kitabında bu meseleye şöyle değiniyor: “Allah Resulü, Yusuf sûresini okuyunca bu, Yahudilere o zamana kadar duydukları ve okudukları kıssadan çok farklı gelmişti. Zira anlatılanlar Eski Ahit’teki gibi değildi. Kıssaya çok farklı bir eda hâkimdi. Yahudiler bunu fark ettikleri hâlde yine de inat ettiler ve inanmadılar.” (s48)
Hz. Yusuf (AS) Kur’an, muharref kitaplardan farklı anlatır. Evet, benzer yönler de vardır, kimi noktalara ise değinmemiştir. Zaten Gülen’in tefsirinin bir özelliği de buraya ortaya çıkar. Suat Yıldırım Hoca’dan okuyalım: “Kitapta diğer semavî kitapların mevcut nüshalarının değişikliğe maruz kalmaları sebebiyle bazı kıssaları gerçeğe uymayan bir şekilde bildirdiklerine, örnek verilmeksizin dikkat çekilir. Mesela
Hazreti Yusuf kıssasında Mevcut Tevrat ile farkları bildirmek iyi olurdu (Bunlardan bir kısmı için bkz.: Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Yusuf sûresi, 28-29. âyetler).”
Yusuf’u evden oyun için götürme ve kervancılara satma konusu (Tekvin, 37: 1-36). Tevrat Hazreti Yusuf’un, Bakan’ın karısının beraber olma ısrarını reddetme olayını Kur’an’dan oldukça farklı bir şekilde bildirir (Tekvin, 39: 11-20). Talmut, vezirin mahkemede dava açtığını yazar ki Kur’an’da bu yer almaz. Hapishaneye giren iki gencin kıssası, Tekvin’de farklı ve uzunca anlatılır (39: 5-23). Tekvin, Firavun’un o zaman otuz yaşında olan Yusuf’u evlendirmesini, daha sonra iki oğlunun dünyaya geldiğini anlatır (Tekvin, 41: 45-46, 50-51). Hazreti Yusuf’un buğday için gelen kardeşlerini casuslukla itham ettiğini bildirir (Tekvin 42: 9-14). Tekvin 43 ila 48. bölümlerinde uzun uzadıya Hazreti Yakub’un (AS) hanedanının Mısır’a gelip Firavun ile görüşmelerini anlatır. Bu farklara dikkat çekilse, Kur’ân’ın Yusuf kıssasını Ehl-i Kitap’tan naklettiği şeklindeki oryantalist iddiasının asılsız olduğu gösterilmiş olurdu…
Devam edelim…
Kıssanın proloğu
Prolog, genellikle bir edebi eserin, tiyatro oyununun, film veya müzikalin başında yer alan ve eserin ana bölümünden önce gelen giriş bölümüne deniyor. Prolog, eserin temasını, arka planını veya ana hatlarını özetleyebilir, önemli karakterleri veya olayları tanıtabilir ve hikayenin bağlamını kurmakla beraber, önermesini de içerebilir. Tabii kör göze parmak şeklinde yapmaz, yapmamalıdır bunu! Eserdeki ana olayların daha iyi anlaşılabilmesi için izleyiciye veya okuyucuya rehberlik eder prologlar. Edebiyatta ve dramada sıklıkla kullanılan bu bölüm, bazen doğrudan izleyiciye veya okuyucuya hitap eden bir anlatıcı tarafından sunulur. Prolog, eserin atmosferini belirler, seyircinin veya okuyucunun ilgisini çeker ve eserin tonunu ayarlamaya yardımcı olur.
Yusuf suresine baktığımızda ilk üç ayetin bir prolog olduğunu hemen anlarız. En sathi (yüzeysel) kısımdan en derindeki manaya kadar (Huruf-u mukatta) içeren üç ayet vardır.
“Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.” (Yusuf : 3)
Peygamberlerin diğer kıssalarıyla karşılaştırıldığında, Yusuf kıssası üç gelenekte de en fazla ortaklığa sahip belki de tek peygamber/kahramandır. Tekvin’deki Yusuf kıssası İsrailoğullarının Mısır’a tarihsel göçünü aktaran ayrıntılarla doluyken, Kur’an’da üslup ekonomisi ile karakterize edilmiş. Başlıca olaylar büyük ölçüde aynı kalırken, karakterlerin tepkilerinde çeşitli aşamalarda bazı farklılıklar görülüyor.
Kur’an’daki anlatı bir rüya ile başlıyor, bölümün sonunda tam bir daire çizen bir önsezi. Bu, bir baba ile oğul arasındaki sevgi dolu bir ilişkinin portresi olarak zihnimizde beliriyor. Yusuf, rüyasını babası Yakub’a anlatıyor: “Ey babam! Rüyamda on bir gezegen, güneş ve ay gördüm, bana secde ettiklerini gördüm.” -Pek çok müfessir gezegenlerin/yıldızların anlatım sıralamasında bile aslında hikayenin son kısmıyla ilgili bir ipucu sakladığını yazmıştır. Ay ve güneş, Yusuf’un anne ve babasıdır ve tüm kardeşlerden sonra kavuşacaklardır) Yakub Rüyadaki kehanet yeteneğini fark eden Yakub, Yusuf’u kıskançlıklarını ateşleyebileceği için rüyadan kardeşlerine bahsetmemesi konusunda uyarır. Anlatı daha sonra, küçük kardeşlerini öldürmek için komplo kuran kardeşlere geçer; kardeşler Yusuf’u bir kuyuya atmaya karar verirler ve Yusuf bir kervan tarafından köle olarak alınabilir. Kardeşlerin karakteri kıskançlık ve nefretle şekillenirken, Yusuf’un karakteri haysiyet, şefkat ve merhametle doludur. Aynı aile birimi içindeki derin ayrılık Kur’an ayetinde aktarılır: Şüphesiz Yusuf ve kardeşlerinde (hakikati) arayanlar için ayetler (ya da semboller) vardır.
Yusuf’un öyküsündeki kişisel alan muhtemelen makrokozmik bir toplumsal alanın temsilcisi sayılmalı; kardeşler arasındaki işlevsizlik, toplulukları parçalayabilecek bölünmeleri çağrıştırıyor zira. İslam geleneğinde Kur’an ayetleri, iletmek istediği anlamı açıkça göstermek için genellikle vahiy durumu (“esbab-ı nüzul”) içinde konumlandırılmakta. Yusuf’un hikayesi, İslam’a ilk girenlerin Kureyşli müşrikler tarafından acımasızca aforoz edildiği Hüzün (Keder) Yılı’nda Muhammed Peygamber’e (SAV) vahyedilmiştir. İlk Müslümanlara bir teselli kaynağı olarak Yusuf Suresi, zaferin her zaman sabırlı ve inançlarında ısrarlı olanlarla birlikte olduğunu; bireylerin bir diğerine karşı kötü niyetli eylemlerine ve planlarına rağmen, Allah’ın tüm işler üzerinde tam kontrole sahip olduğunu vaat etmiştir. Hocaefendi’nin bu fikre katılmadığını başlarda belirtmiştik: “Ben şahsen bu son rivayet hakkında farklı bir mülahaza taşıyorum. Sahabenin böyle bir talepte bulunmuş olmalarına çok ihtimal vermek istemiyorum. Zira onlar dinlerini hassasiyetle yaşıyor, inen âyetleri anlamada ve tatbik etmekte fevkalade gayret gösteriyorlardı. Her gelen âyeti Mütekellim-i Ezelî’den dinler gibi dinliyorlardı. Bundan dolayı da sürekli bir metafizik gerilim içindeydiler. Ben onlardaki bu metafizik gerilimin rahatlamak için Efendimiz’den böyle bir talepte bulunmalarına izin vermeyeceği kanaatindeyim. Zira söz konusu metafizik gerilim, onlardaki ağırlık, stres, sıkıntı ve gaileleri alıp götürüyor, onların ruhlarına sekine ve inşirah veriyordu.” (S18)
Sahabiye duyulan muazzam bir bitimsiz saygının bir ifadesinden sonra rüya bahsine tekrar dönelim. Hikâyede bu, Yusuf’un rüyasının nihai olarak gerçekleşmesiyle sembolize edilmekte. Yusuf sadece Mısır topraklarında yüksek bir mevkide yetiştirilmekle kalmaz, aynı zamanda çok sevdiği babası ve ailesiyle de yeniden bir araya gelir. Kendisini öldürmeye teşebbüs eden kardeşleriyle uzlaşan Yusuf onları affeder ve onlara sarayında bir yer teklif eder. İlginçtir ki, benzer bir paralellik daha sonra Hazreti hayatıyla da kurulur. Mekkeliler tarafından zulme uğradıktan ve sürüldükten sonra, yıllar sonra hatırı sayılır bir güce sahip olarak şehrine yeniden girer, düşmanlarını affeder ve genel af ilan eder.
Hapishanede gelen peygamberlik!
Kardeşleri tarafından bir kuyunun derinliklerine terk edilen Yusuf kurtarılır ve Yusuf’un değerini anlayıp ona evlatlık oğlu gibi davranacağına söz veren Mısırlı bir adama satılır. Böylece Yusuf’un talihsizliği hızlı bir dönüş yapar ve yeni topraklarda bir geçim kaynağı haline gelir. Ancak Yusuf’un imtihanı sona ermez. Kur’an anlatısında, evin hanımı Yusuf’u baştan çıkarmaya çalışır ve ardından onu saldırmakla suçlar. Yusuf’un arkadan yırtılan gömleği, onun dürüstlüğünün ve karısının aldatmacasının açık bir kanıtı olarak hizmet eder. Bu noktada Yusuf Allah’a yakarır:
“Ey Rabbim! Hapis onların beni zorladıkları şeyden daha sevimlidir ve eğer onların hilelerini benden savmazsan onlara meylederim ve akılsızlardan olurum. Bunun üzerine Rabbi onun duasını işitti ve onların hilelerini ondan savdı. O (Allah) her şeyi işitendir, her şeyi bilendir” (Ayet:34).
Burada şöyle bir muhteşem olay var: Kendisinden önce ve sonra gelenler gibi, Yusuf da sonunda yeni toplumunu dönüştüren bir dışlanmış olarak öne çıkmaktadır. Yeni topraklarda, toplumla kendi toplumu gibi ilişki kurabilir ve Allah’a olan tekil teslimiyeti sayesinde toplumsal normları aşabilmektedir. Kur’an anlatısı Yusuf’un S”ahib as-sijan” ((صاحب السج – Hapishane Arkadaşları) ile etkileşimlerine geçer. Rüyalarının yorumlanması için iyi karakterine başvurarak ona başvururlar. Zindan arkadaşlarından biri için rüya nihai idamı simgelerken, diğeri için nihai özgürlüğün ve saraydaki başarının habercisidir. Burada, Yusuf’un rüya yorumundan önce tebliğ etmesi, pek çok müfessir tarafından “Yusuf’a peygamberlik zindanda geldi” yorumlarına sebep olmuştur. Gerçekten de Yusuf’un hapishanedeki konuşması Peygamberliğin nihai ilanı olarak öne çıkıyor. Allah’ın birliğine tanıklık eden Yusuf’un özverili davranışı hiçbir karşılık beklemez, aksine inancının ve masumiyetinin bir ispatı niteliğinde.
Serbest bırakıldıktan sonra hapishane arkadaşı Yusuf’u unutur, ancak genç Peygamber’in (ve babası Yakub’un) tekrarlayan bir özelliği, tüm zorluklara rağmen sabretmesi ve Allah’a güvenmesidir. Karşılıklı olarak, anlatıda Yusuf’u izleyen ve hayatın olaylarının dönüşü boyunca sadece geriye dönük olarak ölçülebilen içgörüleri ortaya çıkaran Allah’ın varlığı vardır. Kralın rüyasını yorumlaması Yusuf’un hayatında bir dönüm noktasını daha oluşturur. Böylece Yusuf, ülkenin kralına güvenilir bir danışman olarak hizmet etmenin yanı sıra, toplum için bir hayırsever ve merhamet kaynağı haline gelir.
Mısırlı bir efendinin dürüst bir hizmetkârı, sabırlı bir esir ve peygamber, ardından Kral’ın güvenilir bir danışmanı olan Yusuf, Kur’an anlatısının sonunda tekrar oğul ve kardeş rolüne geri döner. Hem Kuran hem de İncil’deki kutsal metinler, kardeşler depolanmış hasattan tahıl istemek için Yusuf’un huzuruna çıktıklarında, Yusuf’un onları tanıdığı ancak onlar en küçük kardeşlerini (Bünyamin) kendisine getirene kadar kendini açıklamaktan kaçındığı konusunda hemfikirdir. Ancak Yaratılış’taki (Genesis) hikâyenin aksine, Yusuf kardeşleri geldiğinde onlara kaba davranmaz, küçük kardeşlerini getirmeyi başarırlarsa onlara tahıl vereceğine söz verir. Bünyamin’in yanına vardıklarında Yusuf ona gizlice kimliğini açıklar ve güvende olduğuna dair güvence verir, ardından ağabeylerinin akrabalarına olan sadakatlerini sınamak için harekete geçer. Yusuf, Bünyamin’i alıkoymaya karar verir, ancak kardeşlerinin bir oğullarını daha kaybettiklerinde babalarının vereceği tepkiden korktuklarını görünce, kendisini kardeşlerine tanıtır ve onları affeder. Yusuf’u kaybetmenin üzüntüsüyle gözleri zayıflamış olan Yakub’a gömleğini göndererek onun hâlâ hayatta olduğunu iletir. Anlatı, ailenin Yusuf’un sarayında yeniden bir araya gelmesiyle ve yıllar öncesinin kehanetinin tamamlanmasıyla sona erer.
Kur’an’da Yusuf’un hikayesi, diğer tüm elçilerin hikayelerinin çok daha geniş bir yorumda kıssalar olarak doğrusal olmayan bir şekilde metnin içine serpiştirildiği, yorumunda benzersiz olan sürekli bir anlatımla veriliyor. Pek çok batılı akademisyen ve din tarihçisinin, Kur’an’ın anlatımındaki doğrusallık ve tarihsel kronoloji eksikliği nedeniyle kafası karışıktır aslında. Brandon Toropov’un sözleriyle, Kur’an’ı okumak “kıvrılan, kıvrılan ve dönen, sonra geldiği yerden iki kat geri dönen bir nehirdir… ve sonra, tam nehrin nereye gittiğini bildiğinizi düşündüğünüzde, tamamen yeni bir yöne doğru tekrar kıvrılır.”
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: zaman ve mekân mantığına meydan okuyan, derinlemesine yoğunlaştırılmış (ve bazı durumlarda metaforik) bir anlatıyı anlamak için kendimizi zorlamak, insanı düşünmeye, dinamik bir şekilde meşgul etmeye ve her okumada yeni içgörülere ve bağlantılara ulaşmaya itiyor. Diğer peygamber kıssalarından farklı olarak Yusuf suresi, kişiler arası ve toplumsal ilişkilerde – otorite ve bağımlılık konumunda – ahlak ve etik üzerine kapsamlı ve bütüncül bir yorum birimi olarak hizmet ediyor.
Kıssanın epiloğu
Epilog, bir edebi eserin, tiyatro oyununun, film veya müzikalin sonunda yer alan ve eserin ana bölümünden sonra gelen kapanış bölümüne deniyor. Ana hikâyenin sona ermesinin ardından, karakterlerin geleceği, hikâyenin sonuçları veya eserin genel teması hakkında ek bilgiler sunulur epilogda. Bu ise, hikayenin sonrasını anlatarak, karakterlerin kaderlerini özetleyebilir veya eserin mesajını pekiştirebiliyor. Bu bölüm, hikayeyi tamamlayıcı nitelikte olup, genellikle kısa bir özet veya yorum şeklinde sunulmakta. Hasılı aslında epilog “biz bütün bunları niye dinledik/izledik/okuduk?”un cevabıdır da! Zira Epilog, izleyiciye veya okuyucuya, hikayenin sonrasında ne olduğuna dair bir bakış açısı sunarak, eserin etkisini derinleştirebilir ve daha tatmin edici bir son sağlıyor.
Tıpkı Kur’an-ı Kerim’in Yusuf suresinde olduğu gibi:
“Onların (Peygamberlerin) öykülerinde akıl sahipleri için gerçekten bir ibret vardır. O, uydurulmuş bir hikâye değil, ancak mevcut olanı (Kutsal Kitap kastediliyor) doğrulayıcı, her şeyi ayrıntılı bir şekilde açıklayıcı ve iman edenler için bir hidayet ve rahmettir” (Ayet : 111)
Drama derslerinde epilog konusunda işlenebilecek kadar muhteşem bir final. Beni en çok etkileyen kısım ise, “ancak mevcut olanı doğrulayıcı” kısmı. Anlıyoruz ki Kur’a’ın bir özelliği de budur: kendisinden önce indirilmiş ama tahrif edilmiş metinleri tashih etmek, yani doğrulamak!
Yusuf’un anlatısı, kişinin akidesinin (dinin temel inançları) bütünlüğünü kimlik akışkanlığıyla, insanlığın ortak amacının birliğini farklılığın benzersizliğiyle, sahiplenme ve kozmopolitlik duygusuyla bir topluluğa aidiyetle kavramsallaştırmak ve uzlaştırmak için bir araçtır.
Yusuf suresindeki mesajlar
Biraz önce okuduğumuz surenin son ayetinde Cenab-ı Allah, Yusuf Suresinde pek çok ders olduğunu bize bir kez daha hatırlatarak Yusuf Suresi’ni bitiriyor. Bu ayet sanki tekrar başa dönüp sureyi en az bir kere daha okumayı da salık veriyor: “Bir kere okumak yetmez! Bu sureyi okuyun, sonra tekrar tekrar okuyun ve her okuduğunuzda faydalı dersler ve ahlak bulursunuz.” Biz de öyle yapacağıs…
Kur’an’da hakim olan ve sıkça tekrar edilen temalardan biridir aslında bu. Allah bize, onların (Kur’an’ın anlattığı) kıssalarında “…akıl sahipleri için bir ibret olduğunu…” söylüyor. (Ta-Ha:54 – 128, Al-i İmran: 7-190, Bakara: 164-170-197, Maide: 100, Ra’d: 19, İbrahim: 52, Nahl: 12, Sâd: 29, Nisa: 105, Zümer: 9-18, Mü’min: 54, Talak: 10)
İlk olarak karşımıza çıkan olduğu Kur’an-ı Azimüşşan’ın dil ve belagat mucizesidir. Şöyle ki, bu sure bize Kur’an’ın mucizesini apaçık gösterir: üslubu, okunuşu ve iç içe geçmiş anlam katmanları. Kur’an’ın diliyle ilgili mucizevi bir örnektir. Çünkü Yusuf Suresi’nden alınan dersler ve Yusuf Suresi bunu en derin şekilde vurgulamaktadır. Hikâye bize sürükleyici ayrıntılarla ama gereksiz olaylar olmadan anlatılır. Bu hikâyeyi diğer Kutsal Kitaplardaki benzerleriyle karşılaştırdığımızda ve Kur’an versiyonunun belagati karşısında hayretler içinde kalıyoruz.
Bizzat Cenab-ı Allah’ın da ifade ettiği gibi bu sure Kur’an kıssaları en güzelidir. Hatta tüm kıssaların en şahanesidir! Yüce Allah, “Biz sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz ey Peygamber…” buyuruyor. Öyleyse bu en güzel hikaye çok daha yakından incelenmeyi hak etmektedir. Okumalı, anlatmalı ve verdikleri dersler üzerinde derinlemesine düşünmeliyiz. Her ne kadar bizim analizimiz meselenin dramatik yönünü ön plana çıkarıyor olsa bile, başta bu sure olmak üzere tüm Kur’an sureleri aynı hassasiyet ile tekrar tekrar ele alınmalıdır.
Mümince sezginin doğruluğu bu suredeki mesajlardan biridir. Yusuf suresinin hikmetlerinden biri, bize müminin feraset ve sezgisinin gerçek olduğunu göstermesidir. Feraset Allah’a yakın olmaktan gelmekte ve mümini doğru yolda tutan en önemli unsurlardan biri olmakta. Yakub’un feraseti onu Yusuf’la ilgili bir şeylerin yanlış olduğu konusunda uyarır. Kişi Allah’a ne kadar yaklaşırsa, sezgileri de o kadar doğru olacaktır. Şöyle bir genel mesaj bile çıkarmakta beis görmemekteyiz: Yasal bir ağırlığı ve sorumluluğu olmamasına rağmen, sezgi iş hayatında veya sosyal ilişkilerde ve kişinin hayatında karar verirken kullanılabilir. Feraset, Allah’ın salih kullarına bahşettiği takva meyvelerinden belki de en tatlısıdır.
Bir diğer önemli mesaj ise terbiye ile alakalı olsa gerek: Yusuf’un hikâyesindeki olaylar bize iç güzelliğin kişinin karakterinin bir sonucu olduğunu göstermekte. Bu, iyi davranışlar, iffetten ve iyi ve sağlıklı bir hayat yaşamaktan kaynaklanır. İnsanlar hayatlarını nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, fıtratlarından veya doğuştan gelen doğalarından dolayı doğruyu yanlıştan ayırabilirler. Bu anlamda modernizmin “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaz” argümanı da çok temelsiz kalır. Yusuf’un hayatı İffetli ve erdemli bir yaşam iç güzelliğin bir yansımasıdır. Yusuf, El-Aziz’in karısının cinsel tekliflerini reddettikten sonra, karısı arkadaşlarını onu görmeye davet etti. Onun dış güzelliğine tanıklık ettiler, ama onu daha da çekici kılan reddiyle örneklenen iç güzelliğidir; bu sebeple aslında ondan yararlanmak isteyen kadınlar birdenbire onun asil bir melek olduğunu düşündü. Haysiyetli bir karaktere hayranlık duymak insan doğasında vardır çünkü. İç güzellik zamanla artarken, dış güzellik kaybolur ama ne gam!
Kıssa boyunca karşımıza çıkan tüm tekil, çoğul karakterler bir konu üzerinde uzlaşırlar: Yusuf’un iyi karakteri… Aziz’in karısı, mahkumlar, tanıklar ve son olarak Kral’ın kendisi bile. İnsanlar onun karakterinin asaletine şahitlik ettikten sonra Kral onu sadece asılsız iddialardan aklamakla kalmaz, aynı zamanda Yusuf’u Mısır’ın maliye bakanı olarak atar. Ancak Yusuf’un gözü ahirettedir ve Allah’a “Beni teslim olmuş biri olarak öldür ve beni salihlerle birlikte haşret” diye dua eder.
Hakkaniyet çizgisi!
Yusuf suresi bize, Yakub’un çocuklarına karşı olduğu gibi, çocuklarımıza karşı da adil, olmanın önemini de öğretmekte. Bununla beraber, yine biz muhataplarına adalet ve sevginin farklı şeyler olduğunu da söyler. Mesele şu: Bir Müslüman’ın çocuklarına adil davranması gerekir, ancak sevgi üzerinde hiçbir kontrolü olmadığı için onları eşit sevmesi gerekmez. Yakub tüm çocuklarına adil davranırken, Yusuf ve Bünyamin’i daha çok sever, bu yüzden diğer oğulları kıskançlık yapar ve Yusuf’tan kurtulmak için komplo kurar.
Malum: Allah övünenleri sevmez. Akıllı ve zeki bir mümin sahip olduğu nimetlerle gösteriş yapmaz. Zira bu, nimetleri verenin hoşuna gitmeyebilir ve hatta başkalarının kalplerinde kıskançlığa neden olabilir. Yakub, Yusuf’un rüyasını öğrendiğinde ve bunun olumlu sonuçlarını anladığında, kıskançlıktan bir komplo kurmasınlar diye hemen bunu kardeşleriyle paylaşmamasını söyler.
Ve temkin… Bir mümin her daim temkinli ve dikkatli davranmalıdır çünkü. Kardeşler, Yakub’dan Bünyamin’i almak için izin istediklerinde, Yusuf’la ilgili benzer taleplerine ilişkin kötü deneyimine dayanarak isteksiz davranır. Peygamberimiz, ‘Mümin aynı delikten iki kez ısırılmaz demiştir. Mümin, hareket tarzını seçmeden önce her zaman eylemlerinin sonuçlarını dikkatlice düşünmelidir.
Sabr-ı Cemil!
Güzel sabır, insanlara şikâyet etmemek demektir, nafiledir zira! Kıssa bize sabrın farklı türleri ve seviyeleri olduğunu da öğretiyor; musibet esnasında, günah işlemekten kendini alıkoymada ve ibadet-ü taatte sebat etmede sabır. Bir de kavram kullanıyor sure; en iyi sabır türü “Sabr-un Cemil” yani güzel sabır. Allah, Yakub’u sabr-un Cemil’e riayet ettiği için över; bu ise, kişinin imtihan sırasında Allah’a yönelmesi, içinde bulunduğu durumu sadece O’na şikâyet etmesi ve insanlardan değil, sadece O’ndan merhamet dilemesidir. İmanın zirvesi, bir musibete sabır ve metanetle katlanmaktır: Sabr-ı cemil tam da budur!
Yusuf kıssasında strateji ve niyet arasındaki korelasyon hakkında da muazzam bir mesaj var. Kıssa planlamanın bilgeliğini gösteriyor: Mümin her zaman on adım sonrasını düşünür. Yusuf’un, kadehi kardeşi Bünyamin’in torbasına koyma planı var, böylece onu Mısır’da tutabilecektir. Kervanı aramaya başladığında, planının dikkat çekmemesi için büyük kardeşlerden başlar. Bu bize inanlının akıllı olduğunu, iyi bir planı olduğunu ve zekice bir strateji uyguladığını göstermekte.
Ana-babaya hürmet!
Kur’an bize ana-babaya koşulsuz hürmeti emreder: “Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemeniz ve anne babaya iyilik etmenizin (gerekliliğine) hükmetti. Onlardan biri ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara “öf” bile deme! Onları azarlama ve onlara değerli bir söz söyle.” (İsra: 23)
“İnsana, anne babasına karşı iyilikle muamelede bulunmasını tavsiye ettik.” (Lokman: 14)
“İnsana, anne babasına iyilikle davranmasını emrettik. Annesi onu meşakkat içinde taşıdı ve meşakkat içinde doğurdu.” Ahkaf: 15)
Yusuf her davranışla bunun örneğini sergiler. Hitap cümlesine “babacığım” diye başlanması bile bunun ispatıdır.
Ve majör mesajlardan biri; ille de iffet! Yusuf Suresi’nden öğreniyoruz ki, gençliğimizde imanımızı ve iffetimizi korumaya çalışırsak, Allah bizi daha sonraki yaşamımızda yozlaşmaktan koruyacaktır. Allah’la güçlü bir ilişkisi olan genç bir erkek ya da kadın, yaşlılığında nadiren imanını kaybeder. Yusuf’un gençliğinde Allah’a karşı takvası var ve Allah bunu onun olgunluk döneminde de koruyor. Hayatının en savunmasız döneminde -genç yetişkinlik döneminde- günaha karşı direnir ve Allah onu daha sonraki hayatında ödüllendirir.
Haset ruhu kemirir!
Bu surede anlatılan hikâye, kişinin nefsine yenik düşmesinin tehlikelerini gözler önüne seriyor. Kardeşlerin davranışlarının gösterdiği gibi, nefsimiz bizi kötülüğe çağırabiliyor. Aziz’in karısı egosundan muzdariptir ve bu ona çok zarar veriyor. Ve elbette haset… Yusuf Suresi’nden çıkarılacak önemli bir ders, kıskançlığın insanlar tarafından bilinen en yıkıcı duygulardan biri olduğu gerçeği. Haset, normalde mantıklı olan bir insanın mantıksız davranmasına neden olur. İnsanlar kıskançlık krizine girdiklerinde, yapabileceklerini hiç düşünmedikleri şeyleri yapabiliyorlar. Bu kıssada, Yusuf’un kardeşleri şiddetli kıskançlığın etkisiyle akla hayale gelmeyecek bir şey yapmaya kalkışır: küçük kardeşlerini öldürmek! Efendimiz insanlığı şöyle uyarır: “Kıskançlıktan sakının, çünkü ateşin odunu ya da otu yiyip bitirdiği gibi o da iyi amelleri yiyip bitirir!”
Ve en önemli derslerden biri: Affedicilik!
Şurası çok önemli, kıssada kardeşlerin bir pişmanlığı olduğunu anlasak da Yusuf’a yalvarmadan Yusuf’un onları affettiğini öğreniyoruz. Fethullah Gülen bu sahneyi şöyle tasvir ediyor: “Kerim oğlu kerim Yusuf (aleyhisselâm), karşısında şaşırmış, mahcup olmuş vaziyette duran kardeşlerine kerimane cevap veriyor: “Bugün size hiçbir şekilde kınama yok!” diyor. Kur’ân’ın beyan gücünü nazara alarak değerlendirdiğimizde, sadece ” Kınama yok!” demiyor, bir şeyin bütün türlerini nefyeden “la” edatını kullanarak kınamanın her türlüsünü reddediyor, geçersiz kılıyor. Yani ” Bugün hatalarınız yüzünüze vurulmayacağı gibi kınamanın en küçüğüne bile maruz kalmayacaksınız.” diyor. Bununla da kalmıyor, daha o andan itibaren sözlerini seçerek konuşuyor. “Allah sizi affeder” diyerek Allah’ın onları affedeceğini, kendinden emin bir tarzda ifade ediyor. ” Mağfiret buyuracaktır ” şeklinde sadece geleceğe dair bir temennide bulunmuyor. Belki o anda böyle bir ifade bile onları incitirdi. O yüzden hâli de geleceği de içine alan geniş zamanlı bir ifade kipi kullanıyor. Ayrıca ” Hakkımı helal ettim” bile demiyor. Çünkü bu da onları, bir hakkı ihlal ettikleri düşüncesine sokar ve rahatsız ederdi. Hazreti Yusuf o kadarlık bir rahatsızlığı bile onlara yaşatmıyor. Ardından Allah’ın merhametini hatırlatarak onların içinde ayrı bir inşiraha vesile oluyor.” (s252)
Demek ki Yusuf Nebi kardeşlerinde bir pişmanlık emaresi arıyordu ki o anda aradığını bulmuştu. Pişmanlıklarını görünce bunu bir fırsat olarak değerlendiriyor ve onları Allah’ın af ve merhametine emanet ediyor. Bir diğer açıdan, kardeşlerinin “Allah seni bize tercih etti, üstün kıldı” itiraflarına, Hazreti Yusuf çok civanmertçe karşılık veriyor ve “Bugün size hiçbir kınama yok!” diyor. Öyle bir pişmanlık ve itirafa böyle bir mukabelede bulunuyor. Peygamberler Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış zatlardır. Hazreti Yusuf’taki bu engin müsamaha elbette Allah’ın bütün varlığa gösterdiği sonsuz merhamet ve affının bir yansımasıdır. Allah, pişmanlık yaşayıp günahlarından pişmanlık duyup tövbe eden kulunun yönelişini karşılıksız bırakmadığı gibi, Yusuf da pişmanlık yaşayan kardeşlerini affetmiş ve onlara yeni bir başlangıcın yolunu göstermiş oluyor. Tıpkı peygamber atalarında olduğu gibi Hazreti Yusuf’ta da görünen bu civanmertlik, keramet ve mürüvveti Allah Resulü (SAV) şu şekilde yâd etmiş: “Kerim oğlu kerim oğlu kerim oğlu kerim; Yusuf İbn Yakup İbn İshak İbn İbrahim’dir!”
Bir yerde durmak zorunda olduğumuzun farkındayım, zira avuçladıkça çoğalan bir hazine gibidir Yusuf suresi, o yüzden burada noktalıyoruz.
Böylelikle Ramazan ayı boyunca irdelemeye çalıştığımız Yusuf Suresi’nin dramatik analizimizin sonuna geldik. Aslında ele almadığımız 5-6 başlığımız ve drama pratiklerimizi buraya alamadık. İnşallah bir kitap projesine dönüştüğünde oraya ekleyebiliriz. Sabrınız için teşekkürler.
Allah razı olsun
Elinize emeğinize yüreğinize ve kaleminize sağlık. Allah razı olsun.
Ramazan demirin yusuf Kitaplarını okumanızı tavsiye ederim o zama gerçeği anlayacaksınız