YORUM | YÜKSEL DURGUT
Yurt dışına gidenlerin kurmaya çalıştıkları sistemi anlatacağım bu yazının kimseyi bağlamadığını baştan söylemek zorundayım. Yazdıklarım kendi dünyam. Dünyanın dört bir yanında yeni hayatlarını kurmaya çalışan insanların resmini çizmeye çalışacağım.
M. Ahmet Karabay’ın yazısına daha önce cevap vermek isterdim ancak sınavlarımdan dolayı vakit bulamadım. Kitabın ortasından başlayarak konuya gireyim. Teşbihte hata olmaz 15 Temmuz sonrası üzerimizden kamyon değil bir tank geçti. O kadar ağır bedeller ödendi ki yüzlerce kişi bu ağır travmaları kaldıramadı. Kimilerinin yuvaları yıkıldı. Hikayenin tarih kısmına pek girmek istemiyorum. Çünkü bu topraklar bugüne kadar tarihten bir ders çıkarmış değil. Yazınızda da belirttiğiniz gibi Osmanlı dönemi ve gidenlerin hala geri dönemediği 1980 döneminin mağdurları sadece köşe yazılarında anılıyorlar.
Ahmet Altan ilgili yazınızdan anladığım kadarı ile siz de bir süre cezaevi sürecini yaşamışsınız. Muhtemelen sizinle Silivri’de yakın komşuluk yapmışız. Bu yüzden yazılanları eğip bükmeden anlatmaya çalışacağım.
YAŞANAN TRAVMALARI YIKMAK KOLAY DEĞİL
Vatanı terk etmek kolay değil. Hele doğduğunuz, büyüdüğünüz toprakları bir daha asla göremeyecek olduğunuz ailenizi, dostlarınızı, çevrenizi, kültürünüzü, alışkanlıklarınızı, birikimlerinizi, eğitiminizi, işinizi bırakıp “Sıfırdan yeni bir hayat” kurmak hiç ama hiç kolay değil. Hele bizim gibi vatan sevdalısı, yolu mahkeme salonlarına düşmemiş binlerce insana “vatan haini” damgasının vurulması ve sonrasında yaşadığımız travmaları yıkmak hiç kolay değil. Hala bir polis aracı gördüğünde çocuklarımızın dünyalarını onarmak zaman alacak.
Taliban’ın ilk Afganistan işgali sırasında Kabil’deki büyükelçilik rezidansına ait sığınakta kalmıştım. Görevli elçilik personeli ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı için benden her gün Türk bayrağını göndere çekmem istenmişti. Ben bu görevi gururla her sabah gözleri yaşlı bir şekilde yerine getirmiştim. Sonucunda üç müebbet hapis cezası ile yargılandım. Bu yaşananları sindirmek ve yeniden toparlanmak kimse için kolay değil.
Size buradaki dünyayı, en azından kendi dünyamı anlatmak istiyorum. Benim yazdıklarıma benzer yüzlerce örnek var. Bunları duyuyor ve okuyorum. Her meslek grubundan insanın göç etmek zorunda kaldığı dünyanın her yerinde benzer güzel hareketlerin olduğuna da inanıyorum. Karakter okuması yapabilecek bir kişiliğinizin olduğunu yazılarınızdan anlayabiliyorum. Benim gibi medya mesleğinde olanlar, eğer tabir yerindeyse “yırtık” olabiliyorlar. Yani sahaya ayak uydurmamız çok kolay oluyor.
Ben geldiğimde ilk yaptığım iş, dilini bilmediğim ülkede kendimi ancak sanatım ile anlatabilirim düşüncesi içinde 40 yıllık bir fotoğraf kulübüne üye olmaktı. Kulübün tek yabancı ve Müslüman üyesi benim. Kulüp arkadaşlarımın hemen hemen hepsi benden büyükler. İlk zamanlar araya koydukları mesafeyi fotoğraflarım ile kaldırabildim. Son sergimi geçen Pazar günü bulunduğum şehirde açtım. Bununla birlikte bu 4. büyük sergi açılışı olmuş oldu. Dün bir telefon aldım. Daha önce sunduğum bir proje için Nisan ayında daha büyük bir sergi açmamı istediler. Bulunduğum şehrin en büyük kilisesinin çatısı ben buraya gelmeden önce fırtınadan dolayı çökmüş. Her yıl kilise adına yardım amacı ile bir takvim hazırlanarak satılıyor. Bu yılki takvimde son 3 yıldır yine tek Müslüman ve yabancı olarak benim resimlerim kullanılıyor.
Bunun yanı sıra Avrupa’nın çok tanınmış Kızılay, Kızılhaç gibi yardım kuruluşu olan Caritas ile birlikte Weltoffen adı altında bir inisiyatif kurduk. Bu kuruluşun yönetiminde aktif olarak görev yapıyorum. Ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış dünyanın birçok yerinden insanların ihtiyaçlarını karşılamak için el birliği ile çaba gösteriyoruz.
Kısa süre önce Almanya’da meydana gelen sel felaketinden haberdarsınız. Bu selin hasarını sarmak için birçok arkadaşımız canla başla felaket bölgelerine koştu. Bulunduğum şehrin yakınlarındaki bölgeye giderek hasarın bıraktığı izlere el uzatmak için bende defalarca yardım ekiplerine katıldım.
BİRİLERİ TÜRKİYE GÜNDEMİNİ İNSANLARA ANLATMAK ZORUNDA
Sayın Karabay, siz her ne kadar, “Bir kişi yaşadığı ülke ve oranın gündemiyle ilgilenmek yerine Türkiye’nin sorunları ile ilgileniyorsa…” deseniz de bu konuda şunu söylemeliyim: Türkiye’de bulunan tutuklu gazeteci dostlarımız var. Demir parmaklıkların ardından akademisyenler, öğretmenler, doktorlar, hakimler, savcılar, emniyet mensubu arkadaşlarımız var. Birileri bu insanların sesi olmak zorunda. Zalimane uygulamaları birileri dünyaya ulaştırmak zorunda. Avrupa’ya bir şekilde gelmiş bir öğretmen, cezaevinde bıraktığı arkadaşların unutup da onların sesi olmak ve dışarıda kalan çocuklarına yardım elini uzatmayacak da kim el uzatacak? Ya da bir hakim ya da bir avukat ya da benim gibi bir gazeteci cezaevlerindeki dostlarımızın gündemi ile yatıp kalkmayacaksak kim yapacak?
Her platformda Türkiye’de başımıza gelenleri anlatmak zorundayız. Bunu biz gazeteci olarak deniyoruz. Geçtiğimiz günlerde Frankfurt’ta yapılan dünyanın en büyük kitap fuarında ziyaretçilere bunu anlatmaya çalıştık. Belki de o sırada siz cezaevindeydiniz haberiniz olmamıştır. Berlin’de Alman Parlamenterlerin olduğu Alman Meclis Futbol takımı ile Ahmet Nesin’in kaptanlığında gazeteciler olarak bir “dostluk maçı” yaparak, Türkiye’yi dünyaya anlatmaya çalıştık.
Eğer biz bunları yapmazsak, sessiz kalanlardan ne farkımız kalır. Yaşanan acılar da bizim de vebali olmaz mı? Türkiye gündeminin her adımını baştan sona takip edildiğini düşünmüyorum. Ama şunu da unutmayın ki hala ailelerin kavuşamadığı binlerce insan var. Eşi cezaevinde olup da kendisi Avrupa’ya zorunlu göç edenler var. Eşinin rahatsızlığından dolayı ülkeyi terk edememiş, çıkış yasağı olanlar var. Hatta 5 yıldır çocuklarını göremeyen insanlar var.
GÖÇE ZORUNLU BIRAKILANLARIN YAŞI ÇOK YÜKSEK
Ne kadar kişinin ülkesini terk etmek zorunda kaldığını sizin gibi inanın ben de bilmiyorum. Böyle bir rakamın ortaya çıkması çok uzun zaman alacak. Ama şunu lütfen unutmayın sayın Karabay, göçe zorunlu bırakılan insanların yaş ortalaması çok yüksek. Cezaevi sürecinde 40’lı yaşların üzerinde olan kişi sayısının fazlalığını siz de müşahede etmişsinizdir. Buralarda da bu oran gözle görülür şekilde yüksek.
Almanya’da vatandaşlık ve oturumunuz için B1 seviyesinde Almanca bilmeniz gerekiyor. Bir dönem aile birleşimleri ile Almanya’ya gelenlerin statüsü ile 15 Temmuz sonrası gelenlerin durumları çok farklı. Yeni dönemde gelenlere ‘Yeni Almanyalılar’ deniliyor. Bu Yeni Almanyalıların hemen hemen hepsi dil kurslarına gidiyorlar. Bununla birlikte ‘Leben in Deutschland’ dedikleri ‘Almanya’da yaşam’ sertifikalarını almış durumdalar. Eski Almanyalılardan 17-18 yıldır burada yaşayan ancak sizin teriminizle ‘kayıp nesil’ çok fazla. Derdini anlatamayan çok fazla bu nesilden insan var.
Avrupa’daki ülkelerin hepsinde şartlar çok farklı. Hollanda, Belçika, Fransa ve Almanya’da resmi işlem süreçleri çok farklılık gösteriyor. Gazetecilerin ve hukukçuların kendi mesleklerini yapmaları neredeyse imkansız.
Bu konuda da size bir örnek vereyim. B1 sertifikamı aldıktan sonra SAT1 Televizyon kanalında video editörlüğü yapabilmek için başvurdum. Başvuru sonrası 2 defa görüşmeye çağrıldım. Yaptığım işlerin örneklerini ikinci görüşümde izledikten sonra bana, bu işleri kaç kişi yaptığımızı sordular? Sayı kendilerini çok şaşırttı ve benzer bir işi 10 kişi ile çıkardıklarını söylediler. Sunduğum CV üzerine iki yayın yönetmeninden birisi yanıma gelerek bana, “Bu CV ile sizi burada genel müdür yapmamız gerekir” dedi.
Alman bir medya kuruluşundan çalışabilmek için Almancamız – ki buna ‘Hochdeutsch’ diyorlar – yeterli değil. Hukukçuların da diploma konularında benzer sorunları var. Diploma demişken burada diploma denkliğini tanıtmak için 2 yıl gibi bir süre bekleyen kişileri tanıyorum. Yani postanın hala önemli ve dijitalliğin ikinci planda olduğu Almanya’da işler istenildiği gibi hızla ilerlemiyor.
FARKLI MESLEKLER ARANIYOR
Dilini edebi şekilde konuşabilecek olan neslin bizim çocuklarımız olacağı kanaatindeyim. Onların bu şansı yüksek. 50’li yaşlara dayanmışların bir gazete köşesinde yeniden kalem tutması imkansız. Ama ilk yazımda belirttiğim gibi Urduca dilini öğrenmemin üzerinden 20 yıldan fazla geçmesine rağmen unutmamışım. Yeni dilin kelimelerini öğrenmek için bazen 4-5 kere bakmak zorunda kalıyorum.
Bu yüzden dilimi değil de sanatımı ortaya koyacağım farklı bir yol arayışı içerisindeyim. Endüstri fotoğrafçılığı yapabilmek için en az 2 yıl yüksekokula gidip sertifika almam gerekiyor. Sertifika bu ülkede düğün fotoğrafçılığı dahi yapacaksanız gerekli bir belge. Mesela, öğretmenlik yapacak olan arkadaşların eğitimleri de C1’den sonra bitmiyor. 2 yıl daha mesleki eğitim almaları ve ardından bir okulda bir süre staj yapmaları gerekiyor.
Hollanda’da tanıştığım bir profesör bana şunu söylemişti: “İlk mezun olduğum dönemlere döndüm. Stajyer dönemim bittikten sonra doktor olmam için önümde daha uzun bir zaman var.” Yine başka bir profesör ise çalıştığı bir doktor için, “Altında bir profesör çalıştırmanın mutluluğunu yaşıyor” demişti.
Almanya’da 100’den fazla özel demiryolu şirketi var. Bu şirketlerin makinist açığını kapatması gerekiyor. Farklı meslek gruplarından bildiğim yüzlerce insan ‘makinist’ olabilmek için eğitim alıyorlar. Bu açığı kapatmak için de devlet sizi bu alana yönlendiriyor. Yüksek eğitim ücretini devlet ödüyor ama yine sertifika alabilmeniz için uzun ve meşakkatli yolu sonlandırmanız gerekiyor. Bunun için de en az B1 sertifikası elinizde olmalı.
Bunların dışında 5 yıl önce gelenlerden hayata atılıp devlet kurumlarında çalışan, özel sektörde işe başlayan, kendi işini kuranların sayısı da çok fazla.
KAYIP NESİL SAYISI ÇOK AZ OLACAK
Kayıp nesli anlattığınız bölüm ile ilgili size şu şekilde bir örnek vermek istiyorum. Çocuklarımızın okul kayıt işlemleri sırasında eğitim bakanlığı bünyesinde tanıştığım bayan bana şunu söylemişti: “Sizin çocuklarınız daha öncekilerinden çok farklı. Kısa sürede kayıt oldukları okullarda farklılık oluşturdular. İleride ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.” Bu sürenin sonunu beklemek gerekiyor. Benim kanaatim, bizim neslimizde ‘kayıp sayısı’ çok az olacaktır. Bu kişiler ise yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi hala aileleri bir araya gelemeyenler. Yaşlarından dolayı burada emekli olanlar…
Benim gibi üç yılını dolduranlar (bu sürenin 1 yıldan fazlasını pandemi nedeniyle çıkarmak gerekiyor) hala dil kurslarına gitmek zorundalar. Pandemi döneminde ne dil kursu ne de yeni tanıştığınız insanlarla bir araya gelme şansınız maalesef oldu. Ben de bunu kendimiz için kayıp dönem olarak görüyorum. Herkesin devlette muhatabı bir ‘iş koçu’ var. Sizi bu kişiler yönlendiriyorlar. Eğer ticari bir zekanız varsa, hazırladığınız iş planınıza göre devlet sizi kısa süreliğine destekliyor. Bu şekilde devletin üzerine de yük olmuyorsunuz. Ama sosyal devletlerin sistemi her bir ferdi ülkeye entegre edebilme üzerine kurulu. Bunu da sadece dil kursları değil, dil kurslarındaki entegrasyon dersleri ile de pekiştiriyor.
Yazı çok uzun oldu ama anlattıklarımın eksiği var fazlası yok. Hayatlarına bir sırt çantası ile başlamak zorunda kalan bu insanlara kısa bir süre daha gerekli. Bu sürenin sonunda inanın çok güzel şeyler olacak. Almanların deyimi ile, “alles wird gut”.