YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
Bir şekilde yurt dışına gitmek ve hayatlarını orada idame ettirmek durumunda olanlarla sohbet edeceğim bugün. Bu durumda olanların kurmaları gereken üç ayaklı sistemi anlatacağım. Bazıları “Bu adam da ne anlatıyor?” diyebilir. İstifade edebileceğini düşündüğüm hayli insanın olduğuna eminim.
Yurt dışına gitmek durumunda olma, daha açık ifade ile kaçmak durumunda kalma bugünle sınırlı bir kavram değil. Tarihimiz boyunca yaşanmış bir olgu bu. Bizde her konu en tepedekinin görüşü doğrultusunda kamuoyuna yansıtıldığından gidenler hep “hain” olarak yaftalandı.
Yönetimin haksızlıkları ve hukuksuzlukları gündeme getirildiğinde bunlar bizzat o fiilleri yapanlar ve çevresi tarafından kendi üzerlerine alınmak yerine “ülke aleyhinde faaliyet” olarak iç kamuoyuna yansıtıldı. Aksi takdirde menfaatleri zarar görürdü.
Osmanlı hanedanındaki taht kavgalarında, kaybeden tarafın komşu ülkeye kaçıp orada güç devşirip gelip saltanata geçme çabalarından hiç söz etmeyeceğim. Bu bütünüyle konu dışı.
HEP BİR MED CEZİR YAŞANDI, HER DÖNEM BİRİLERİ YURT DIŞINA GİTTİ
Topluma yansıyan muhalif hareketlerin tohumu, II. Mahmut’un orduyu ve eğitimi ıslah babında yurt dışına öğrenci göndermesiyle atılmaya başlandı. II. Abdülhamit de yurt dışına öğrenci göndermeye önem veren hükümdarlardandı.
1890’larda Fransa’da başlayan Jön Türkler hareketinin, yayın yoluyla yönetime karşı yaptıkları eleştiriler fazla etkili hale geldi. Böyle olunca da tavır değişti. Hükümdar, hızla öğrenci gönderme uygulamasından vazgeçti. Askeri birkaç alan dışında yurt dışına öğrenci göndermeye son verdi.
II. Abdülhamit gönderildi, İttihat ve Terakkiciler geldi, bu kez yurt dışına gitmek durumunda olanlar başkaları oldu. İnsanları yurt dışına gönderen İttihat ve Terakkiciler, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, bu kez kendileri kaçmak zorunda kaldı.
Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde bu kez yeni yönetim, ülkeyi birileri için yaşanmaz hale getirdi. Kimini yönetim sürdü, kimileri farklı gerekçelerle kendini yurt dışına gitmek zorunda hissetti.
Daha önceleri yurt dışına kaçanlar, gazeteci ve siyasetçilerle sınırlı iken darbeler dönemi başladıktan sonra gidişler biraz daha kapsamlı hale geldi. “Aydınlar” diye nitelendirilen ışığı, iktidarın gösterdiği alan dışına tutup görülmesi istenmeyen yerleri de aydınlatmak isteyen herkes hayatını tehlikede görür oldu.
15 TEMMUZ DÖNEMİNDEKİ KADAR HİÇBİR DÖNEMDE KAÇIŞ OLMADI
1980 darbesi çerçevesinde on binlerce insan kendini yurt dışına atmak zorunda hissetti. Kamuoyu belli isimlerden ibaret sanıyor. Oysa benim yakın akraba çevremden bazı insanların da bulunduğu tahminlerin ötesindeki insan, hayati tehlikeden kurtulmak için soluğu yurt dışında almıştı. Pek çoğu da hiç dönmedi/dönemedi.
Tek adam rejiminin kurulması için yüzbinlerce kurban gerekiyordu. 15 Temmuz’da fiilen kurban yapamayanlar, uyguladıkları hukuksuzlukla bunu başarmada büyük mesafe aldılar. Resmi ağızlar, bir milyon 650 bin insan hakkında soruşturma açıldığını ilan ediyorsa, kendini rahatsız eden insan sayısının ne kadar olabileceği hakkında ben bir rakam telaffuz edebilecek durumda değilim. Ama açıklanandan çok daha fazlası olacağını öngörmek için şu veya bu konumda olmak gerekmiyor sanırım.
15 Temmuz çerçevesinde yurt dışına gidişler geçmişe göre çok daha çeşitlilik gösterdi. Gazeteciden eğitimcisine, iş insanından mühendisine, doktorundan sıradan memuruna, işçisine kadar insan grupları kendilerini yurt dışında buldu.
Şimdi on binlerce, belki yüz binlerce (bu konuda hiçbir bilgim ve fikrim yok) insan hayatlarını dünyanın dört bucağında devam ettirmek zorunda. İmkan ve fırsat bulabilse, bir o kadarı daha gideceğinden eminim.
Kalanlar gidenleri şanslı, gidenler kalanları şanslı hissediyor olabilir. Bunlar ayrı tartışma. Onlara girmenin bir anlamı yok diye düşünüyorum.
KAYIP NESİL OLMA RİSKİ KAPIDA BEKLİYOR
Kendini bir şekilde yurt dışında bulanların büyük çoğunluğunun aklı hâlâ Türkiye’ye dönmekte. Zaman zaman dışarıdaki insanlarla konuşuyorum. “Benim gündemimde dönüş yok” diye konuşanlardan pek çoğunun bile kendilerine itiraf etmedikleri dönüş programları olduğunu fark ediyorum.
Bunu nereden anladığımı da ifade edeyim. Bir kişi yaşadığı ülke ve oranın gündemiyle ilgilenmek yerine Türkiye’nin sorunları ile ilgileniyorsa, o kişinin bilinç altında dönüş umudu var demektir.
Bazılarının ayağına basabilirim. Eğer yazının bu bölümüne kadar gelebilmişseniz, bundan sonraki kısa bölümünü mutlaka okumanızı istiyorum.
Yurt dışına gitmek zorunda kalanlar, “kayıp nesil” olmamak için bulundukları ülkede tutunmanız gerekiyor. Aksi takdirde maalesef aydınlık olmayan bir tablo sizi bekliyor.
Açıkça ifade edeyim. 1960’lı yıllarda Avrupa’ya çalışmak için giden gurbetçiler konumuna düşeceksiniz. Hatırlarsanız onlar birkaç yıl çalışıp, bir miktar para kazanıp Türkiye’ye döneceklerdi.
Gelemediler.
Üstelik onların gelmesi için konjonktürün değişmesi gibi bir şart da yoktu. Buna rağmen gelemediler. Eminim, gelmek isteyen ama şu veya bu sebepten dolayı gelemeyen insanları sizler de tanımışsınızdır.
Bu tavır içinde olanlar maalesef ne Almanyalı, ne Türkiyeli olabildiler. Orada “yabancı”, Türkiye’de “Almancı” diye nitelendirildiler. Esas itibariyle “kayıp” oldular.
GİDENLER ÜÇ AYAKLI BİR SİSTEM KURMALI
Öncelikle bulunduğunuz yeri “yurt” kabul etmelisiniz. “İnsanın doğduğu yer değil, doyduğu yer memleketi” deyişini hayatınızın temel prensibi haline dönüştürmelisiniz. Kendinizi orada başarıya mahkum hissetmek zorundasınız.
Bunun için kurulması gereken üç ayaklı bir sistem var.
Bir: Öncelikle yaşadığınız ülkenin dilini mutlaka iyi öğrenmeniz gerekiyor. “Ben meramımı anlatabiliyorum” kadar değil. O ülke insanı ile sohbet ederken hiç zorlanmadan konuşmayı yürütecek kadar bilmek gerekiyor.
O ülkenin medyasını ve gündemini hiç kimseye ihtiyaç duymadan yapabilmeli. Sadece anlamak ve konuşmak değil, devletle olan bütün yazışmaları yapabilecek kadar da iyi kullanabilmeli.
İki: Bir ülkenin kültürünü yaşamadan orada tutunabilmek mümkün değil. Bunun yolu sosyal çevrenizi bulunduğunuz ülke insanlarından oluşturmaktan geçiyor. Pek çok ülkede ailece yapılan ev ziyaretleri hayli kısıtlı. Yaşanılan ülke insanları sosyal hayatlarını nerelerde sürdürüyorsa orada bulunmalı. O ülke insanlarıyla kalıcı dostluklar kurmalı. Zaman içerisinde kurulacak akrabalıkların temeli atılmalı.
Üç: Hızlı bir şekilde üretici konuma geçme. Bu sözümle bir üretim tesisi kurmaktan söz etmiyorum. Özellikle sosyal devlet kavramının güçlü olduğu ülkelerde pek çok kişi, hâlâ devletin verdiği paralarla geçinmeyi sürdürüyor.
Hiç kimse kusura bakmasın. Aradan 2 yıl geçmiş, 3 yıl geçmiş, hatta 4-5 yıl geçmiş ve hâlâ verilen devlet yardımı ile geçiniliyorsa bunun adını koymak gerekir:
Sistemin istismarı.
Hiçbir ülke ve hiçbir ülke insanı asalakları sevmez. Türkiye’de en büyük sosyal sorunlardan birisinin ne olduğunu biliyorsunuz. Suriyeliler sorunu. Bunun altında da “Devlet bizim paralarımızla Suriyelileri besliyor” algısı yatıyor.
Bunun için tez elden çalışıp kazanıyor konuma gelmeniz gerekiyor. Bu “Aslında iyi olur” bir konu değil. “Zaruri” bir konu. Esas itibariyle de anlatmaya çalıştığım sac ayağının bir temel taşı olsa, bu o temel taş hükmünde olurdu.
Kolay bir şeyden bahsetmiyorum. Fakat mutlaka yapılması gereken bir zaruretten söz ediyorum. Çocuklarınız bir şekilde oralarda tutunmasını öğrenecek. Onların ne kadar başarılı olacağı, sizin bugünkü tavrınıza bağlı.
Eğer hâlâ Türkiye’ye dönme fikri ile yanıp tutuşuyorsanız, yarın çocuklarınız sizin yüzlerinize utançla bakacağından emin olabilirsiniz.
“Kız, fakat oku” kabilinden bir yazı oldu. Haddimi aşan bir ifadeler oldu ise affola.
Ne diyon Hocam?…’uc ayaktan biri tr.olmali’ falan diye realist bir kurgu beklerken, siz de klasik “davulun sesi” muhabbeti yapmisiniz.
Asalak kelimesi ağır kaçmış. Bir sürü kariyer sahibi insan var. Kimse asalak değil. 2-3 senede de herkes dil öğrenemiyor. İşe giremiyor. Biraz zaman lazım. Kafalar rahat değil. Akrabası eşi dostu zindanlarda çürüyenler var. Kolay bir dönem değil. Dönebilme durumu oluştuğu zaman herkes durumunu ozaman değerlendirecektir. Şimdiden değerlendirmek yanlış olabilir. Ama dediğiniz gibi Dil öğrenmeye gayret etmeliyiz. Allah yardımcımız olsun.
Sayın Muhsin Ahmet Bey;
7 nüfuslu bir aileyim.
2 büyük (+18) evladım Türkiye de kaldı.
Meriç ten geçtiğim günün ferecinde(şafağında ) teyemmüm ederek kıldığın sabah namazı akabi bende şu duygu hasıl oldu.MERIÇ’in GERİSİ ve MERIÇ’in ÖTESİ…
Sizin dedığiniz Tr iç gündemi ile meşbu olunup buranın gündemini ıskalamamak Eyvallah…
Araziye uyum sağlamak mı?Araziyi kendine uydurmak mı?
Zaman en büyük ilaç…
Reçetesi…
Şifası:Sabır….
Lâkin Gurbet diyarında 2 yıllık Aynelyakin edindiğim tecrübe ülkenin iktidarının ve muktedirlerinin DİASPORASI burada ve uygulamapratiğinin cesaret ve gücünü buradaki DİASPORA dan iç bünye ye devşirdiklerini ifade edebilirim….
Kalın sağlıcakla…
Almanyali Türkler neden kaybolsun ki. Problem yabanci gören Almanlarla, Almanci gören Türkiyelilerde. Almanyali Türkler pekala Türkiyeyi de, Almanyayi da takip ederek uzman ve devlet destegi almadan yeni bir kimlik olusturdular. Bu kimlikte bazi eksiklikler varsa da bunlarin tamami bu insanlari belli bir yere koyamayan Almanlar ve Türklerdir.
Birinci nesil burada kalarak dilsiz-desteksiz maddi hedefi olan traktörü de asip daha fazlasini elde etmistir, simdilerde actiklari camilerle övünüyorlar, elestirebiliriz ama adamlar hayallerini gerceklestirdi. Sen naptin derler adama
Ikinci nesil desen hangi yeni sirketin arkasina baksam Türkler cikiyor, cok basarililar, ilkokul mezunu anne-babalarini fersah fersah gectiler. Annesi temizlikci olup da milletvekili, doktor, mühendis olan yiginla insan var. Bu basari Almanlarda bile yok. Türkiyenin esnekligi ile Almanyanin disiplini birlestirdiler. Yani ne o ne de oldular degil, her ikisini de oldular.
Ücüncü nesil artik Almanlarin biz gitmek zorundayiz bu ülkeyi size emanet edebiliriz diyebilecekleri kadar Alman ve anadilini unutsa bile Türk kalmaya kararli. Bunu rahatsiz Almanlarla Türkiyelilerin hallerinden anlayabiliyoruz.
Elbette asimilasyon tehdidi tepemizde. Ama Türkiyedeki asimilasyon süreclerine bi bakalim. Kürtler nasil asimile edilmis, dindarlar nasil dejenere edilmis, onca yetenek nasil hiclige mahkum edilmis bi bakalim kayip nesiller asil nerede.
Yine Almanyada var olan sartlari göz önünde bulundurdugumuda Diyanet de, diger cemaatler ve sivil toplum örgütleri de elinden gelenin fazlasini yaptilar. Hazimsiz Alman ve Türkler catlasinlar.
“Osmanlı hanedanındaki taht kavgalarında, kaybeden tarafın komşu ülkeye kaçıp orada güç devşirip gelip saltanata geçme çabalarından hiç söz etmeyeceğim. Bu bütünüyle konu dışı.”
Cok tesekkürler böylece taht kavgalarinda komsu ülkelere kacmanin Osmanlilara has bi sey olmadigini, hatta modern zamanlarda da devam ettigini söylememe gerek kalmadi.
Yazının ilk kısmı güzel. Tarihsel bir perspektif sunuyor.
Ama ikinci kısım farklı. Yazar kendince yurtdışına giden veya gitmek zorunda kalanlara akıl veriyor. Tabii, dil öğrenin, bulunduğunuz yerlerdeki insanlarla tanışın, çalışın, çok çalışın ve yükselin… Bunları söylemek kolay.
Ancak yazar kendisi Türkiye´de yaşadığı için bu önerilerin altını tam dolduramamış. Dolayısı ile, yazıyı ben iyi niyetli, ancak yetersiz ve yurtdışında yaşayan insanları anlamak ve onların yoluna ışık tutabilmekten uzak bir yazı olarak okudum.
Ne demek istediğimi maddeler halinde sıralayayım müsaadenizle:
1. 1960´larda Avrupa´ya misafir işçi olarak giden neslin “kayıp nesil” olduğunu kabul etmiyorum. Tabii ki onlar iki dünya arasında yaşadılar, tüm konsantrelerini Avrupa´ya verselerdi daha iyi olurdu, Türkiye´de birçok batık yatırımları oldu. Ama onlar Avrupa´ya kalmak niyetiyle gelmemişlerdi. Zaten birçoğu da artık hayatta değil.
2. Dili iyi öğrenme fikrine sonuna kadar katılıyorum. Ancak belli bir yaştan sonra gelenlerin dili aksansız bir şekilde konuşma şansı yok denecek kadar azdır. Yine de bu alanda mutlaka gayret olmalı.
3. Ülke insanları ile tanışın, ülke insanı nerede bulunuyorsa oralarda olun diyorsunuz. Bunu uzaktan söylemek kolay. Ancak Türkiye insanının ve Avrupalıların kültürel yapılarını tamamen göz ardı eden bir öneri bu. Biraz muhafazkar yönü olan insanların Avrupa´da yerli halkın bulunduğu mekanlara gitmesi ve oralarda yerli halkla buluşmasının önünde çok engel var. Dini hassasiyeti olanlar bir defa yemek masasında buluşamıyor bir defa, alkoldür, helal olmayan ettir vs. diyerek. Avrupa´da daha seküler bir hayat var, göç edenlerin din ağırlıklı hayatları ve bunların hayata bakışı ile arada uçurumlar söz konusu.
4. Hızlı bir şekilde üretime geçin, sosyal sistemden geçinmeyin diyor yazar. İki sene sosyal sistemden geçinene ise sistemi istismar eden kişi olarak bakılacağını söylüyor. Bu teklifin de Avrupa´daki gerçek hayatla alakası yok. Tabii ki gayret gösterilmeli, bir an önce kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalı. Ancak her şeyi gayretle de çözemiyorsunuz.
Kendimden örnek vereyim. Bu süreçte Türkiye´den gelenlerden değilim, kendi alanım ile ilgili ger türlü diplomam da var. Ama şu an işsizim ve ne kadar gayret etsem de bir sonuç alamıyorum. Son 7 ayda 70´in üzerinde iş başvurusunda bulunmuşum, sonuç yok. Kendi meslek alanımın dışına çıksam yeni alanda vasıfsız iş gücü olarak iş aramam lazım ve buradan elde edilecek kazanç da işsizlik parasının çok üstünde olmayacak. Bu durumda insanlar acaba kendi alanımda iş bulabilir miyim diye biraz daha çaba göstereyim diyor. Bu durumdaki insanlara sistemi istismar ediyor demek uzaktan konuşmak demek.
5. Türkiye gündemi ile ilgilenenlerin Türkiye´ye dönme düşüncesi olduğu da bence doğru bir çıkarım değil. Bir defa Türkiye gündemi ile ilgilenmek ve Avrupa gündemi ile ilgilenmek birbirinin alternatifi değil. Örneğin yine kendimden örnek verecek olursam, ben bulunduğum ülkenin gündemi ile de ilgleniyor ve medyasını da takip ediyorum, TR724 de okuyorum. Bunu yaparken asla Türkiye ye dönme, hatta tatilimi orada geçirme gibi bir gündemim yok. Ben bunu doğal karşılıyorum. Kimliğimizin bir yönü Türkiye´ye baktığı için, ister istemez ilgilimizi çekiyor.
Sanıyorum olayın bir de şöyle bir yönü var. Yaşadığımız Avrupa´da hayat oturmuş, buranın gündemi çok can alıcı bir gündem değil. Almanya´da enflasyon yüzde 3 veya 4 çıksa buranın gazeteleri büyük bir olaymış gibi manşet yapıyor bunu. “Şok”, “Mega enflasyon” filan diye manşetten veriyorlar. Türkiye ise çok daha can alıcı, çok daha temel konularla boğuşuyor; suçluların salıverilip ev hanımlarının hapse tıkılması gibi mesela, iktidardakilerin açıkça mahkeme kararlarını tanımaması gibi, askerlerin öldürdüğü kız çocuklarının cesedini anne babaları defnedemediği için kokmaması amacıyla derin dondurucuda muhafaza etmesi gibi.
Bu gündemin yanında Avrupa gündemi gerçekten çok sönük ve cılız kalıyor ve insan ister istemez Türkiye´nin bu acı gündemine ilgisiz kalamıyor. Tabii ki, Türkiye´nin tekrar normale dönmesini isteriz. Ancak bunun sebebi oraya dönme isteği değil. Burada toplum sizi ister istemez orası ile ilişkilendiriyor ve orası kötü olunca bunun size ve okulda çocuklarınıza da olumsuz yansıması oluyor.
👍 güzel yazi
Ben yaklaşık iki aydır yurtdşındayım. Bu yazının çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Tespitler çok yerinde. Uzun zamandır burada yaşayanların ortak düşünceleri yazıda ifade edilenlerle hemen hemen aynı. Çok teşekkür ediyorum bu harika makale için. Devamını bekliyorum.
Neler yaşadığınızı, hangi çileleri çektiğinizi bilemiyorum.
Yazılarınızdan anlaşılan “dertli olduğunuz”…
5 yıl -kadar- Medrese-i Yusufiye tahsilinde pek çok okumalar yaptıktan sonra, mahalleye bu yakınlarda gelmesine karşın, kısa sürede “tr724’de en çok yazan yazar” ünvanını ele geçiren, “üçüncü otuzunu yaşayan” (demek ki 60 yaşını geçmiş), halen Türkiye’de bulunan (Babacan’ın toplantısına katılabildiğine göre) ve bunlar nedeniyle açık ismini yazamayan, “Fatih’in yasak aşk kurbanı şehzadesini”, “Rüstem Paşanın Osmanlı devlet sisteminde Rüşveti başlatan ilk kişi olduğunu, Kanuni’ye oğlunu öldürttüğünü, yaptırdığı camide takva sahibi Müslümanların asırlarca namaz kılmadığını”; “İktidarın en büyük akıl hocasının İslam tarihi olduğunu”, “İmam-ı Yusuf’un Emevi siyasileriyle işbirliği yaptığını”, “Hz. Hüseyin Efendimizin (RA) şehadetine giden hataların Hz. Muaviye’den (RA) değil, Hz. Osman’ın(RA) yaptıklarından başlatılması gereğini”, “Hz. Hasan Efendimizin (RA) para karşılığı sustuğunu ‘iddia eden’ biri” olduğunuzu biliyorum.
Fırsatını bulduğunuz anda, yukarıdaki gibi bir yazıda bile konuyu tarihe “dokundurma” gayreti içinde olduğunuz da açık.
Bugünkü yazınızda yurtdışına iltica etmek zorunda kalmış arkadaşlarımız için “aradan 2 yıl geçmiş, 3 yıl geçmiş, hatta 4-5 yıl geçmiş ve hâlâ verilen devlet yardımı ile geçiniliyorsa bunun adını koymak gerekir: Sistemin istismarı” diyor ve bir sonraki paragrafta ekliyorsunuz: “Asalaklar…”
Öyle mi! Hadi akıl yürütelim.
En müsamahalı okumayla, 2 yıl geçmiş, dili öğrenerek iş bulamamış ve devletin koyduğu sosyal imkanlardan hala yaralanıyorsa “az asalak”, 3 yıl geçtiyse “orta seviye asalak”, “hatta” 4-5 yıl geçtiyse “tam asalak” şeklinde anlaşılacağının umarım farkındasınızdır.
Son cümleyi aklınızlamı, vicdanınızlamı, irfanınızlamı eklediniz bilmiyorum ama bir şeyler hissetmiş olmalısınız ki “Haddimi aşan bir ifadeler oldu ise affola” demişsiniz.
Böylesi ifadeleri yazan birini okur neden affetsin ki!
Yazılarınızdan, tarihle ilgili yorumlamalarınızın -konjonktürel olarak az sayıda okurun hoşuna gitse bile- iç tutarlığının, tarihi tutarlılığının, akademik tutarlılığının olmadığı defalarca ortaya kondu ve münasip bir şekilde “uzmanlık alanınız olmayan şeylerle ilgili yazmasanız…” denildi.
Yukarıdaki yazınızda da, hangi bilgi, okuma ve deneyimlerinizle, hiç olmazsa “yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sağlık durumu vb.” ve “sosyal yardımların ne kadarından yararlandığına bakılmaksızın” hiçbir makul ve mantıklı sınırlama getirmeden, iltica sürecinden iki yıl geçmiş ve hala sosyal yardımlardan yararlananları asalak olarak nitelemeniz de ekonomik, sosyolojik ve psikolojik okumalarınızın değerini ortaya koyuyor.
Eğer istenilen, işe girmeyi beceren arkadaşlarla, beceremeyenler arasında “siz devletin sırtından geçinen asalaklarsınız”, “siz de sadece işe girmeye çalışan, milletin dertleriyle ilgilenme adına zaman ayırmayan egoistlersiniz” tartışmasına körük tutmaksa doğru yolda olduğunuzu söylemek mümkün.
Umarım ki siz de yaşadıkları sosyolojik, psikolojik, ekonomik vb. şahsi sorunlarını, okurlara boca ederek rahatlayan asalak tipli yazarların varlığının farkındasınızdır. Uzmanı olmadıkları alanlarda, akli ve mantıki tutarsızlık içinde yazarak, okurların morallerini bozarak tatmin olmaya çalışan bu insanlardan faydadan çok zarar geleceği endişesindeyim.
Aman bu yaştan sonra, dikkatli olun da, “asalak” seviyesine düşürdüğünüz binlerce insan, sizin de onlardan biri olduğunuz vehmine kapılmasın…
Onun kaderi de aslinda Alamancilar gibi. Türkler Almanyaya misafir isci olarak gelmis ama 60 yildir gidecekleri yok. Karabay da konuk yazar olarak geldi ama misafirlik bitecege benzemiyor. Neyse, ne demis abilerimiz, Free Media Can Not Be Silenced.
Mehmet Bey, yorumlarınıza tamamen katılıyorum. Maalesef bu şahsın her yazısı sorunlu. Ama bu bağlamda ilginç bir ironiyi de işaretlemeden geçemeyeceğim: Türkiye gündeminden ziyade bulunulan ülkenin gündemine yoğunlaşmaya çalışmayı salık veren yazar ve yazdığı platform “TR724”, sabahtan akşama TR gündemiyle ve aynen TR’deki gazetecilik usul, içerik ve kalitesiyle yayın yapıyor. Kimse de demiyor ki “yeter artık, bütün içeriği Tr iktidarına sövme üzerine inşa etmeyin. İnsanlara ufuk açıcı, bilgiye dayalı, değer katan içerikler üretelim ve gazeteciliği dünya standardında yapmaya çalışalım”. Ör: The Guardian. Çok uzak geldiyse bu, bize yakın bir örnek vereyim; “Cemal Tunçdemir” yazıları… Dileyen arkadaşlara fikir vermesi ve emsal teşkil etmesi bağlamında son yazılarından birisinin linkini buraya koyuyorum:
http://amerikabulteni.com/2021/09/29/ozgurluk-ve-toplumlarin-yukselisi/
Mehmet bey ben de aynen sizin gibi düşünüyorum.
Esas garibime giden yazarın Fatih, Kanuni, İmam Yusuf, Hz. Muaviye, İman Hasan ve Hz. Osman hakkında yazdıklarını “doğru söylüyor” şeklinde kabul eden, yazarın ölçüleri içine giren “sosyal devlet istismarcısı asalakların” (!), lafın ucu kendilerine dokununca uyanır gibi olmaları…
Bu yazar burada yazmasa kesinlikle okumam.
Yazılarını takip etmem de beğenmemden değil, merakımdan.
Yönetimin, böylesi bir dönemde, böylesi moral bozucu, tartışmaya açık, yazıyı okuyup altında yorum diye sahabeye açıkça “alçak” diyen yorumların bulunduğu yazarları, Yılmaz Deniz beyin hatırlatmasıyla “Free Media Can Not Be Silenced” mottosuna uygun bulup sayfa açmasını da kabul etmiyorum…
Allah istikametten ayırmasın…
Bu tarz bir yazi yazmak icin bence Nasreddin hocanin dedigi gibi “Bana attan düşen birini getirin.” 2 yilda 3 yilda o dili öğrenip kendi meslegini( öğretmenlik) nasil yapilabilir. Hele Corona ile gecen 2 yilda.
Yazı ne kadar alakasızlıklar üzerineyse yorumlar da ondan daha beter alakasızlıklar üzerine. Al birini vur ötekine denilir ya aynen o durum.
Bir akıllı sen varsın Sefa…
Yazar da okuyup yorum yazanlar da alakasızlar üzerine; birbirinden beter, al birini vur ötekine…
Bir tek seninki doğru.
(Bu bir ironidir ha!)
Fransa hükûmet ricalinden biri Napolyon’un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek: – Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zapt etmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca,
Napolyon: – Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım…
(https://tr.wikiquote.org/wiki/Napolyon_Bonapart_ile_bir_h%C3%BCk%C3%BBmet_g%C3%B6revlisi_aras%C4%B1ndaki_diyalog)
Güzel cevap olmuş. Biz de dil öğrenmenin, iş bulmanın, uyum sağlamanın ve yerli arkadaşlar edinmenin ıstırabını çekiyoruz zaten. Buradaki insanlar bir an önce Jobcenterdan kurtulmanın derdinde, hepimiz eğitimli insanlarız. Bu yaştan sonra dil bilmeyip cahil muamelesi görmek nefsimize yazar beyin asalak demesinden daha ağır geliyor zaten. Keşke yapın edin demekle olsaydı. İlkokul çocuğuna nasihat verir gibi nasihat vermiş sayın yazar sağolsun. İyi oldu öğrendik demek dil öğrenmeli kendi paramızı kazanmalı kendimize ve insanlığa faydalı olmalıymışız. Çok sağolsun öğrendiğimiz iyi oldu.
Iyi cevap:)
Tesbitler doğru daha ayrıntılanabilir. Herşeye alınmaya gerek yok. Çok alıngan bir milletiz. Bunu yurtdışında daha iyi gördüm. Yazar asalaksınız demiyor. Kendi kendinize bir an önce yetmeye çalışıp üzerine ilave etmeli diyor. Burası (ABD) Avrupa gibi tam sosyal devlet değil ama ilk 1-1.5 sene civarı biraz yardım aldık. Sonra durum düzelince gerek kalmadı çok şükür.
Abd zaten bir göçmen ülkesi olduğu için orada iş bulmak, Avrupada iş bulmaktan çok daha kolay. Ingilizce öğrenmek te Avrupa da ki birçok dilden daha kolay.
O kisma bi ara ben de takilmamak gerektigini düsündüm ama öyle degil. O kadar muhacir taniyorum iclerinden bi tane bile böyle güzelmis havasinda olan görmedim. Bu sekliyle bu sözler Almanyanin popülistlerinin söylemlerini animsatiyor.
Ha su söylenebilir ve söylenmeli: 4 yil sonra bi insan artik kendi meslek alaninda diretmemeli ve farkli alanlara yönelmeli, Türkiyedeki refahta direnip is begenmemezlik yapmamali.
Diger taraftan bazi ülkelerde is kolay bulunabilir ama örnegin Almanyada bircok meslegin karsiligi yok, örnegin o kadar ögretmen acigi olmasina ragmen, en aranan ögretmenlere bile is verilmiyor. Bu durumdan Almanyanin egitim sendikasi da mustarip.
Ahmet bey, Ahmet beyin “Hiç kimse kusura bakmasın. Aradan 2 yıl geçmiş, 3 yıl geçmiş, hatta 4-5 yıl geçmiş ve hâlâ verilen devlet yardımı ile geçiniliyorsa bunun adını koymak gerekir: Sistemin istismarı.
Hiçbir ülke ve hiçbir ülke insanı asalakları sevmez” sözünden anlaşılan, ilgili şahıslar için “sistemi istismar eden asalaklar” dediği şeklinde. Siz farklı bir şey mi anladınız?
Dünya ABD’den ibaret değil. Sizin de dediğiniz gibi yazar da sosyal devletten söz ediyor ve zaten ABD, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında “sosyal devlet” sayılması zor.
Tabii “ben iki yıl olmadan çıktım zaten” diyorsanız, o başka mesele. Etrafınızda 1-1.5 sene civarı biraz yardım alıp sonra çıkan kaç kişi var? geleli 4-5 yılı aşmasına karşın hala yardıma gereksinim duyan asalaklar (!) var mı?
Almanya’daki çevrem için söyleyeyim. Bulunduğum bölgeye son 4 yıldır gelenler 80 aileyi geçti ve henüz sosyal yardımlardan ayrılan yalnız 5 aile var. Geleli 2, 3, 4 yıl olmuş 60’dan çok aile asalak mı şimdi?
Yazar, kraldan çok kralcılık yapmış. Sanki Almanların kafası çalışmıyor, gelenlerin hepsinin 2, 3, 4 yılda iş bulup sisteme entegre olmaları mümkün ama Almanlar bunu bilememişler. Laf ola beri gele…
Mehmet Şahin beyin yorumu biraz ağır olabilir ama diğer yazdıklarıyla birlikte değerlendirince, M. Ahmet Karabay beyin bu dediklerini açık bir hakaret olarak okuyorum. “Haddimi aşan bir ifadeler oldu ise affola” dediği için kendi adıma affetsem bile arkadaşlarım adına söylenmiş olması ağırıma gidiyor…
Yazıda bir detay sonradan dikkatimi çekti. O konuda da birkaç şey söylemek istiyorum.
Yazar ikinci maddede “Zaman içerisinde kurulacak akrabalıkların temeli atılmalı” diyor. Buradan neyi kastettiğini belki sonraki bir yazısında açar. Benim buradan anladığım ileride yabancı kökenden insanlarla ortaya çıkacak evliliklerin, kız alıp vermenin temellerini atın demek istemesi.
Burası gerçekten üzerinde durulması gereken bir nokta. Şahsen buna karşı değilim. Bu er veya geç ileride olacak bir şey. Yabancı bir ülkeye yerleşmiş, liberal topluluklar için bunda yadırganacak bir şey yok. Ancak bu ifadenin nasıl bir ortamda söylendiği de önemli.
Bu ifade benim açımdan tanıdık bir ifade. Hatırlıyorum, Hüseyin Gülerce de Almanya bir zamanlar cemaat ortamında gençlere yönelik yaptığı bir sohbette “stratejik evlilik” yapmaktan bahseder, Almanlarla evlenin diye öğüt verirdi. Şimdi kendisine bu ifadesini sorsanız herhalde ya inkar eder, ya da bu “alçak FETO taktiğidir” falan der.
Peki ama, Türkiye´de biraz toplumun önünde gözükenler neden özel hayatla ilgili böyle tavsiyelerde bulunma hakkını görür kendinde? Bu sadece Sayın yazarda gördüğüm veya bir zamanlar Hüseyin Gülerce´den duyduğum bir ifade değil. Erdoğan da insanlara şu kadar çocuk yapın der ve bu Avrupa´da çok garip karşılanır, bir politikacı nasıl böyle konuşur diye.
Burada sorunlardan biri özel hayata müdahale şeklinde anlaşılacak bir durumun söz konusu olması. Bunu muhafazakar kesimin genelinde görüldüğü için geçelim. Ancak sorun burada bitmiyor.
Zaman içerisinde kurulacak akrabalıkların temeli nasıl atılacak? Yabancılarla nasıl kız alıp vereceksiniz? Ama sizin bütün değerleriniz, dini hassasiyetiniz gençlerin ortak mekanlarda yollarının kesişmesini önlemek, karşı cins ile tanışmanın, flörtün önüne geçmek noktasında yoğunlaşmıyor mu? Bu durumda insanlara bu öğütü vermenin “Yüzmeyi öğrenin, ama sakın ha, asla ıslanmayın” demekten ne farkı var?
Yoksa akrabalık kurmaktan kasıt yabancıları Müslüman yapalım, tamamen bize benzetelim, kız ise tamamen tesettüre sokalım, ondan sonra ortak evlilikler kuralım” mı? Peki bunu nasıl yapacaksınız? Hangi değeriniz ile yabancıları ikna edeceksiniz? Değerleriniz bu kadar muhteşem ise, o zaman neden ana vatanınız neden böyle yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık ve pislikler içinde debelenip duruyor ve pislik çukurundan bir türlü çıkamıyor?
Yav arkadaşlar, bırakın yabancıları muhteşem değerlerimiz konusunda ikna etmeyi, ben yaşadığım ülke olan Almanya´da Türk restoranlarında et yemeyi veya döner yemeyi bıraktım, etin içinden ya yağ çıkıyor, sinir çıkıyor, ya kemik parçası çıkıyor, ya da et diye hayvanın başka yerlerini müşteriye kakalıyorlar diye. Enteresandır, bir Vietnam restoranına gidiyorsunuz, adamlar etlerinde standardı bozmuyor, tavuklarından bir kere bile yağ gibi farklı bir şey çıkmıyor.
Hem, yabancıları tamamen kendimize benzetip de evlenmek niyeti asimilasyona girmiyor mu? Biz asimile olmayacağız, ama azınlık olarak bulunduğumuz ülkelerde etimize budumuza bakmadan başkasını asimile edeceğiz, öyle mi?
Özetleyecek olursak:
Sayın yazarın dediği normal şartlarda doğru. Ancak hitap ettiği insanların geneli açısından sorunlu. Zira bu insanları çıkışı olmayan bir yola sürüklemek anlamına geliyor. İslami cemaatlerin daha öncesinde çözmesi gereken başka bir sürü problem var. Hitap edilen insanlar genelde cemaatten insanlar. Cemaat ise sonuçta Batı tarzı liberal bir topluluk değil – tüm eğitim ataklarına rağmen. Cemaat sonuçta demokrasi ve liberal kültürü kullanarak toplumu klasik İslami değerlere göre değiştirmek isteyen, bireyi ve bireysel tercihi değil, ilahiyatçıların formüle ettiği değerleri yaymaya çalışan bir yapı sonuçta.
Avrupalıların cemaatin yaşadığı zulümler konusunda bir ölçüde duyarsız kalmasının bir sebebi de belki burada yatıyor. Adamlar siyasi tercih dışında cemaati diğer cemaatlerden veya iktidardan farklı bir yere oturtamıyor.
Tamamen de haksız sayılmazlar bence.
Sayin yazar
Kimsiniz belli degil.
Çok boş yazıyorsunuz.
Lütfen yazmayın. Yada blog vs yazın.
Elestirmek nasihat vermek kolay.
Yazılarınızı bir zamandır okumuyordum.
Yurtdışı vs demissiniz bakayim dedim. Aynı sığlık boşluk devam ediyor.
Bu sitenin editörü de mi yok.
Insanlarin vaktini çalmanıza gerek yok. Blog sayfası acabilirsiniz. WordPress medium patrion.
Lütfen yurtdışında olanlar olarak, insanlar doğru haber ve yorum kaynağı arıyor. Yolunuz açık olsun. Bir daha yazılarınızı okumayacağım açmayacağım.
Masallah zeka fiskiriyor yazar müsveddesinden… (alinmamasi gerektigini bilir müsvedde kelimesinden-insallah haddi asmamisimdir degil mi yazar bey?).
Nasil muhtesem tespitler aman Allah’im! Sakin kacirmayalim arkadaslar…
Çok, eeee nasıl deniyorduu turrkçe de 🤔 çok basic işte ,hah çok temel seviyede bir yazı ,4,5 sene önce yazılsa belki ama şuan herkes yaşıyor bunları ve uslubunuz kendi dediğiniz gibi.😉……..herkese selam👋
Öncelikle yurtdışına çıkanların büyük bir çoğunluğu en az sizin kadar bilgi ve tecrübe sahibi insanlar.. Nerede ve nasıl bir hayat kuracaklarına dair en doğru kararı kendileri verebilirler diye düşünüyorum.
Ülke gündemini elbette takip edebiliriz çünkü orası bizim vatanımız ve ailemiz sevdiklerimiz orada yaşıyor. Ben kendimi kurtardım ülke ne olursa olsun gibi bencil bir düşünce yapısına sahip değiliz. Her gün ülkemiz selamete çıksın diye dua ediyoruz..Ayrıca ülke gündemini takip etmek asla yaşadığın yerin gündemini takip etmemize engel değil..
Her ülkede uyum sağlamınıza yardımcı olabilecek sayısız gruplar var ve insanlar bu gruplarda bilgi ve tecrübelerini paylaşarak birbirine oldukça yardımda bulunuyorlar.. Ülkeye uyum sağlamanız için ayrıca bir çok dernek var ve bu dernekler a dan z ye her konuda çok yoğun bir şekilde çalışıyorlar..
Dil konusuna gelince en hızlı şekilde öğrenmek isteyen kişinin bile bir senesini alıyor.
Dilinizi Öğrendikten sonra meslek öncesi eğitimler başlıyor Ve bir müddet bu eğitimler vakit alıyor. Böylelikle zaten iki sene geçmiş oluyor bu iki senenin sonunda da işe başlaya biliyorsunuz.
Buraya gelen insanların çoğu ağır travmalar yaşamasına rağmen bir an önce dil kursuna gidip meslek öncesi eğitimlerini tamamlayıp işe başlayıp sosyal yardımdan çıkmak için uğraşıyorlar çünkü hiçbiri ASALAK değil ülkesinde çok iyi yerlere gelmiş insanlar. Ayrıca dostluk kurmak ile Akrabalık ilişkisi kurmak arasında Büyük bir fark olduğunu düşünüyorum.
Bence gazeteci olarak öncelikle tüm bu yaşananlara sebep olan 15 Temmuz gerçeğini tarafsız bir şekilde tam olarak ortaya çıkarmak daha önemli diye düşünüyorum çünkü aksi taktirde gazeteciler de çocuklarının yüzüne bakamayabilir ve utanç duyabilir.
Tabii ki haklısınız, fakat önce yangını söndürmek gerekiyor, sonra yangını kimin çıkardığı bulunur. Enerjiyi tr’dekilerle muavenete harcamak lazım
Fikir neyse zikir de odur.
WhatsApp durumundan birine
“Aman gittiğin yerden sakın dönme, orada başının çaresine bak, geri dönersen başıma bela olacaksın.” mesajı verir türünden bir yazı diye düşünmeden edemedim.
Bence ilk önce insanlar neden iltica ederler, iltica edince nelerden vazgeçmek zorunda kalırlar, bu insanlar ikinci sınıf vatandaş olmayı göze alıp nereye gidiyorlar bunları araştırın.
Kimse yan gelip yatmaya gitmiyor hiç kimseyi de oralarda lüks beleş bir hayat beklemiyor. Verdikleri destekler öldürmüyor ama oldurmuyor da. Giden insanlar dertleri para olmadığı için bunu dert etmiyor zaten bir şekilde idare ediyorlar.
Bakalım siz kendi evlatlarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız!
Sayın yazar,
Güzel yazmışsınız ama işe girme ve istismar ile ilgili kısma katılmıyorum. Sanırım yeterince arastirmamissiniz yada yurt dışına yeni çıktınız.
Bizim insanımızın istismar edecegini asla düşünmüyorum. Çünkü kime baksam bir gayret ve dertlenme var. Ben 4 yıl oldu geleli, dilide öğrendim ama iş bulmakta zorlanıyorum. Nedenmi? Çünkü mülteciyim. Is bulan arkadaşlar var. Ama bir bir güçlükle. Detaya girmeyeceğim.
Bence şartları bilmeden bu şekilde yazılar yazıp insanlar üzerinde kamuoyu baskısı olusturmayin. Devlet sosyal yardım yapıyorsa bir anlamı var. Amacı var. Bu 2 yil icinde bitebilecek bir süreç değil maalesef.
Sizden sorumluluk sahibi olarak daha usluplu bir dil ve araştırılmis yazılar yazmanızı bekliyoruz.
Selametle
Her zırvalayana yazı yazdırmak da adet oldu.
Yurtdışina çıkmak zorunda kalan insanlarla ilgili bir tavsiye yazısı yazmış olmanız öncelikle güzel, teşekkür ederim. Sosyal sistem ve dil öğrenme konusunda yazınıza yapılan bir çok eleştirinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Ancak benim dikkatinizi çekmek istediğim başka bir nokta var. 3 yıldır mecburi göç etmiş bir insan olarak sizin yerinize olup bir tavsiye yazısı yazacak olsaydim sizin saydığınız hususları 5. sıradan itibaren listeme sokabilirdim. Benim listemde ilk 3 madde göç eden ailelerin çocuklarını yetiştirmesi ile ilgili olurdu, 4. sırada ise kendi ahlak ve değerlerini koruması, sizin saydıklarıniz daha sonraki meseleler.. emin olun birçok kişi dil öğrenme konusunda veya iş hayatına katılma konusunda ortalamanin çok ötesinde başarılılar, asalak olmamak için fazlasıylada çabalıyor. Ama ya çocuklar. Asıl kayıp nesil olma riski bir sonraki nesil için gecerli çok büyük tehdit. Malesef bizlerin bu konuda tehlikenin farkında olmadığımızı ve neler yapmamız gerektigini bilmedigimizi söyleyebilirim. Eğer göç edenlere gerçekten hayır hah olmayı istiyorsanız onlara iş bulun, para kazanin vs demeden önce çocuklarıniz için ne yapmalisiniz, nasıl sahip çıkabilirsiniz, nelere dikkat etmelisiniz, ne kadar vakit ayirmalisniz, bu tramvatik süreçlerde anne baba davranislari neler olmalı gibi konuları ele almanızı veya doğru kaynaklara yonlendimeniz yada en azından farkındalık oluşturmaniz acisindan naçizane tavsiye ederim. Bu çok büyük bir destek olacaktır, Tr 724 deki köşeniz bunun için güzel bir nimet.
Asıl imtihan “Türkiye’de size ihtiyaç var hocam, geri dönmeniz gerekiyor.” dendiğinde başlayacak, şimdiki konuşulanlar sadece dünya gailesi…
Çok abartılı ve haddini aşan bir yazı olmuş. Etrafımda ne kadar insan gördüysem yana yakıla dil öğrenme çabasında! Sosyalden yardım alma hakkı olduğu hâlde bilhassa yardım almayan insanlar tanıyorum! Liselerdeki “okuyun adam olun” diyen, boyna hamaset yapan lise müdürü gibi olmuş..! Herkes kendisine ne tür vazifelerin düştüğünü biliyor..! Böyle tepeden bakan, aşağılar tarzda yazılar kemalist kesimin medyasında yer alırdı! Üslub-u beyan ayniyle insandır! Ayıp!