Yunan Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlenen programda, 20 Ekim’de ruhunun ufkuna yürüyen Fethullah Gülen Hocaefendi anıldı. Prof. Dr. Mehmet Ateş’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen programda, Gülen’in dünya barışına katkısı ve kültürler arası barış ve diyalog çalışmalarına olan desteği örneklerle anlatıldı.
Kronos’tan Sevinç Özarslan da programa katılanlar arasındaydı. İzlenimlerini bir yazı olarak kaleme alan Özarslan’ın yazısı şöyle:
Gülen’i tek kelimeyle nasıl tanımlayacaklarını sorarsanız, çoğu şöyle diyecektir: “Köprü Kurucu”. Dindar ve laik Türkiye arasında, halk ile iktidar arasında, bilim ile din arasında, mistisizm ile pratik arasında. O yaşadığı dünyanın sorunlarına çözüm bulmaya çalışan bir insandı. Dünyevi kurallara uymayı ilahi beklentiyle birleştiren bir adamdı. Hayatının sonunda Müslümanları değil, tüm dünyayı, tüm insanlığı hedefleyen bir adam.
Bir-iki ay önce arkadaşlarla Atina’ya bilet aldığımda Yunan Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği programa katılma gibi bir planım yoktu. Programın moderatörünün KHK’lı Prof. Dr. Mehmet Ateş olduğunu öğrenince gitmek istedim. Öncelikle Mehmet Ateş’ten bahsetmeliyim. Kapatılan Şifa Üniversitesi’nin rektörüydü. Hem Türkiye’de hem dünyada kalp cerrahı olarak birçok başarıya imza attı. İhraç edilmesiydi hizmet etmeye devam edecekti. Ameliyatlı haliyle gözaltına alınıp tutuklandı. Eşine böbreğini vermek için ameliyat olmuştu, evinde dinlenirken gelip götürdüler. Mecburen her şeyi geride bırakıp o da Atina’ya yerleşti. İyi ki de öyle olmuş. Şu an Atina’nın en sevilen, başarılı kalp cerrahlarından biri. Yunancası moderatörlük yapacak seviyede.
Yunan Gazeteciler Cemiyeti’nin Atina’nın en hareketli bölgelerinden Akademias’taki binasında önceki akşam gerçekleştirilen programa gittiğimde çok şaşırdım. Beş Yunanlı uzman oturmuş, 20 Ekim’de ABD’de hayatını kaybeden Fethullah Gülen’in dünya barışına sunduğu katkıyı, eğitim, özgürlükler, demokrasi, her fikirden insana saygı gibi farklı konulardaki düşüncelerinden anlatıyordu. Gözlemime göre samimiydiler.
“Elin Yunanlısı anladı da, sınırın biraz ötesindeki Türkler anlamadı” gibi bir cümle kurmak istemiyorum ama..
Durum tam bundan ibaretti.
Programda tarihçi Jon Pahl tarafından yazılan Gülen’in biyografisini Yunanca’da yayınlayan Papazisis Yayınları’nın sahibi Katerina Markou, İyonya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde akademisyenlerinden Sotiris Livas, yazar-çevirmen Persa Koumuçi, Barış Köprüleri Derneği Başkanı Avukat Andimos Sideris ve genç avukat Lia Migadaki vardı.
Katılımcıların çoğu Gülen’i vefat etmeden önce ziyaret etmiş, kitaplarını okumuş isimlerdi ve konuşmalarının içerikleri boş bir hayranlıktan ibaret değildi. Mesela iki yıl önce Gülen’i Pensilvanya’daki evinde ziyaret eden, aynı zamanda eski milletvekili olan Katerina Markou, şöyle bir şey söyledi: “Ben görüşmeye gittiğimde 84 yaşındaydı. O dönemde Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde çok fazla gerginlik vardı, Türkiye’de seçimlere birkaç ay kalmıştı ve Gülen bu konuda açıklamalar yapmıştı. Onu ziyaret ettiğimde sakin ve misafirperver bir insan gördüm. Bu çağdaki tüm büyük adamlar gibi basit ve mütevazıydı. Zamanın izlerini taşıyan, net bir ruha sahipti.
“GÜLEN’LE GÖRÜŞME GİDERKEN ÇOK ENDİŞELİYDİM”
Gerçek şu ki, bu görüşme beni kaygılandırmıştı. ABD’ye giderken stresli ve endişeliydim. Gülen hakkında hem iyi hem de kötü çok şey duymuştum ama ne yazık ki kötü bizi daha çok etkiliyor. Evde oğlumla konuşurken bir yandan Rum ve Hıristiyan Ortodoks olduğumu, diğer yanda ABD’de yaşayan dünyaca ünlü bir Müslüman’ın evine gideceğimi düşünüyordum. Kesinlikle sıradan bir Müslüman ve sıradan bir Türk değildi. Üstelik bu insan, Türk devletinin 1 numaralı terörist ilan ettiği kişiydi. Ama tanıştığımızda tüm kaygılarım bitti.
Karşımda demokrasiyi savunan, Avrupa ile yakınlaşmaya inanan ve Batılı insan hakları anlayışından yana olan bir Müslüman din adamı gördüm. Bu adam aynı zamanda görüşlerinden dolayı zulme uğrayan bir insandı. Sadece kendisi değil, bugün burada olan sizin gibi onu takip edenler de zulme uğramıştı…
Gülen bana göre, kendi hayatını bir kenara bıraktı ve zayıf ve küçümsenen insanlara mücadele gücü verdi. Ayrıca dünya çapında milyonlarca insanın kalbine dokunmayı başardı. Dindar bir adamdı ama inancı modern dünyanın ilerici değerleriyle çelişmiyordu. Biyografisinde her türlü aşırı şiddet eylemini nasıl kınadığını, demokrasiden açıkça bahsettiğini, totaliter rejimlere inanmadığını, zenginliğin dağılımından, ırka ve renge dayalı ayrımcılığın olmadığı bir dünyadan bahsediyordu. Özgürlüklere, inanca, sevgiye, eğitime, diyaloğa ve bildiğimizden farklı olana saygıya inandığını da gördüm. Hepinize en derin başsağlığı dileklerimi sunuyor, öğrettiği ilke ve değerlerin hayatınız boyunca size yol göstermesini diliyorum. Son olarak hepinizin Türk milletiyle kalıcı bir dostluk ve iyi komşuluk köprüsü kurmanızı diliyorum.”
“KİTABINI ÇEVİRİRKEN FİKİRLERİNDEN ÇOK ETKİLENDİM”
Gülen’in Sevgi ve Hoşgörü kitabını 12 yıl önce İngilizcede Yunancaya çeviren Persa Koumuçi de programdaki ilginç isimlerden biriydi. Babası Mısır’daki Yunan elçiliğinde görevli olduğu için Mısır’da doğmuş, daha sonra Yunanistan’a göç etmiş bir yazardı. Arapça, İngilizce olmak üzere beş dili ana dili gibi konuşuyordu. Çevirisini yaptığı birçok Arapça-Yunanca eser vardı.
Koumuçi aslında Gülen’in kitabını hacmi nedeniyle ilk başta çevirmek istememiş ama daha sonra çevirmeye başladığında yıllardır aradığı ama bulamadığı, kendisiyle aynı fikirde olan bir insanla karşılaştığını söyledi. Bu durumdan oldukça etkilenmişti:
“İtiraf etmeliyim ki kocaman bir kitaptı ve bitirebileceğimden emin değildim. Oldukça stresliydim. Ama okudukça insanı ve sevgiyi merkeze alan düşüncelerinden etkilendim. Elbette kitapta ‘sevgi’ kelimesi çok fazla tekrarlanıyor ve aslında Gülen’in savunduğu temel değere işaret ediyor. Her şey oradan akar ve her şeye sevgi hakim olur, çünkü sevgi olmadan diğer tüm değerlere ne huzur, ne barış ne de hiçbir şey sahip olabiliriz.
Kitap ilerledikçe kendimi tamamen onun görüşleriyle özdeşleştirdim. Size şunu söylemeliyim ki ben Müslüman bir ülkede doğmuş bir insandım, Mısır’da doğdum, orada büyüdüm ve Mısır’ı erken terk eden diğer çocuklara göre çok ileri yaşta ayrıldım. Arap Üniversitesindeki eğitimimin ardından ayrıldım. Çok önemsediğim çeşitlilik, kültürlerarası diyalog, karşıdaki insana nasıl yaklaşmam gerektiği, başka bir yerde kendimi nasıl yabancı hissetmemem gerektiği üzerinde her zaman kafa yorardım ama Yunanistan’a geldiğimde bunlar neredeyse hiç bilinmeyen konulardı. Gülen’in kitabı elime geçtiğinde, her zaman iletişim kurmak istediğim dili konuşan birini bulduğum için çok heyecanlandım. Hoşgörü dili değil, çünkü bugün kitap tercüme edilseydi “hoşgörü” kelimesi kullanılmazdı. Başka bir kelime kullanırlardı. Çünkü Gülen hoşgörüden bahsetmiyor. Ondan çok daha fazlasını anlatıyor. Kabulden, sevgiden, şefkatten, dayanışmadan, farklı kültürden veya farklı dinden insanlar arasındaki barıştan bahsediyor. Küçüklüğümden beri beni ilgilendiren tüm bunları söylüyordu. Yani bir üstat bulmuştum. Tanıdıkça hayranlığım artan bir ustaydı. Çok büyük fikir insanları, devrimciler bu dünyadan gelip geçmiştir fakat Gülen gibi bu kadar çok insanı, direk etkileyen ve söylediklerinin takipçileri tarafından hayata geçirilmesi beni çok etkiledi ve öğretilerini daha fazla sevmeme sebep oldu. İnsanlık için yeni bir dönem başlıyor. Umarım Gülen’in fikirleri daha geniş kitleler ulaşmaya devam eder.”
“ÖLÇÜLEBİLİR EĞİTİMİN NASIL OLACAĞINI HİZMET’TE GÖRDÜM”
Programda en etkili konuşmayı yapanlardan biri de Atina Barış Köprüleri Derneği Başkanı, avukat Andimos Sideris’ti. Onu aslında Avrupalı mülteciler yakından tanıyor. Özellikle geri itilenlerin (pushback) kurtarıcısı olarak bilinir. Gece gündüz, bayram seyran, tatil dinlemeden her şartta Meriç’ten, Ege’den geçip Yunanistan’a ayak basanların ilk aradığı avukat olduğu söylenebilir.
Sideris’in mültecilerin acılarını içselleştirdiği çok belliydi. Bu konudaki tecrübelerini aktardı. Özgürlük için yola çıkan ve iki çocuklarını Sakız Adası açıklarında kaybeden KHK’lı hakimler Işık ailesini hiç unutamayacağını ifade eden Sideris, “O anne babanın bakışını hiç unutmayacağım. Çocuklarının mezarına diz çöktüler ve Türkiye’ye ‘Neden’ der gibi baktılar. O kadar güçlüydüler ki, bu beni duygulandırdı.” dedi.
Mehmet Akif Ersoy ve Yunanlı ünlü şair Kavafis’in düşüncelerinin örtüştüğünü son dönemde tanıştığı Türkler sayesinde fark ettiğini söyleyen Sideris, “Mehmet Akif Ersoy’un ‘Yürüdüğün yolun sonuna varıp varamayacağın önemli değildir, önemli olan o yolda yürümektir.’ sözü beni çok etkiledi. Aynısını 1911 yılında bizim şairimiz Kavafis İthaki şiirinde söylemişti.” dedi.
Sideris’in “eğitimin nasıl ölçülebileceğini Hizmet sayesinde anladığını” ifade etmesi ilginçti. Gülen’in öğretileriyle Antik Yunan’dan bu yana inandıkları demokrasi değerlerinin ne kadar örtüştüğünü, cemaatin Antik Yunan’daki herkesin fikrini özgürce ifade ettiği şehir-devlet konseptini uyguladığını vurguladı:
“Herkesin fikrini özgürce ifade edebildiği bir yapı. Hizmet’in toplumun büyük bir kesiminde bu kadar karşılık görmesinin sebebi sanırım buydu. Bu yüzden de Türkiye’de önü kesildi. Hizmet’in hiçbir zaman devleti din ile yönetme niyeti yoktu.
Gülen ile görüştüğümüzde ona Platon’un felsefesinden sorular sordum. Platon’un felsefine hakimdi ve çok derin bir insandı. O da temel olarak insanı ele alıyordu. Dikkatimi çeken şeylerden biri; ibadet ya da sohbet için bir araya gelindiğinde Gülen hiçbir zaman halkanın ortasına oturmuyordu, her zaman halkanın kenarında oturuyordu. Çünkü kendini merkezde değil, Hizmet’in bir parçası olarak görüyordu. O da sizden birisiydi. Hepiniz derin bir demokrasi duygusuna sahipsiniz, bu Hizmeti’i ileriye götürecek.”
“GÜLEN CEMAATİ HAKKINDA ÇOK FAZLA KOMPLO TEORİSİ VAR”
İyonya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Sayın Sotiris Livas ise, yazdığı makalelerden bahsetti: “Gerçek şu ki, birkaç gün önce bir gazetede Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi hakkında ‘Fethullah Gülen’in Dönüşümü’ başlıklı bir makale yazdım. Bu makalenin başında komplo teorilerinden bahsediyorum. Gülen ve Hizmet Hareketi hakkında pek çok komplo teorisi var ve benim söylemek istediğim, özellikle Yunanistan’da daha derine inmemiz, komplo teorisini bırakıp anlamaya çalışmamız gerektiğidir. Gülen’i anlamak, Hismet’in başlangıcını anlamak ve tabii ki Hizmet Hareketi ile de bağlantılı olan Türkiye’nin tarihsel gelişimini anlamak. İkinci unsur ise Hizmet Hareketi’yle ilişkili olan, Hizmet Hareketi’ne yakın olan çoğu insanın atfettiği bu özelliktir, eğer onlara Gülen’i tek kelimeyle nasıl tanımlayacaklarını sorarsanız, çoğu şöyle diyecektir: “köprü kurucu”. Bir köprü. Ve elbette bu alakasız değil, işaret barış köprüleri ve bu tam da Gülen’in “köprü kurucu”, dindar ve laik Türkiye arasında köprü olan bir adam olarak karakteriyle ilgili, Kıyılar ile iç bölgeler arasında, İzmir ile İstanbul ve Anadolu arasında, halk ile iktidar arasında, bilim ile din arasında, mistisizm ile pratik arasında. Üçüncü unsur ise, başlıkta bahsettiğim birçok dönüşümle ilgili, Gülen’in hayatı boyunca gerçekten çok değişmiş olması. Kendisi değişti, görüşleri değişti, yerelden, Erzurum ve İzmir’den, ulusaldan, tüm Türkiye’ye sürekli geçişler, dönüşümler yaşıyoruz. Ve sonra uluslararası: Orta Asya, Güneydoğu Asya, Afrika, Amerika, Avrupa ve nihayetinde tamamen ayrılıyor, küresel olana, evrensel olana. Hayatının sonunda Müslümanları değil, tüm dünyayı, tüm insanlığı hedefleyen bir adam.”
2013’te Atina hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra mülteci hakları, özellikle azınlık kadınların hakları üzerinde çalışan Lia Migadaki de Gülen’in özgürlük, insani değerler, kardeşlik, dayanışma ve adalete karşı saygısının ne kadar gerçek olduğundan bahsetti. Migadaki de babasının görevinden dolayı Arabistan’daki Yunan elçiliğindeki görevi nedeniyle Cidde’de doğmuş, Medine’de yaşamış, Arapçayı çok iyi bilem bir avukattı.
Programın son konuşmasını yapan Mehmet Ateş ise Gülen’in arabulucu ve çözüm insanı özelliği üzerinde durdu. “Yaşadığı dünyanın sorunlarına çözüm bulmaya çalışan bir insandı. Dünyevi kurallara uymayı ilahi beklentiyle birleştiren bir adamdı.” dedi. Dünyanın her yerinde birçok akademisyenin, yazarın, gazetecinin fikirleri böyleyken Gülen’in kendi ülkesinde anlaşılamaması ve bilinçli bir şekilde bir nefret objesi dönüştürülmesi düşündürücü ve üzücüydü. Ne denir ki buna? Yakın körlüğü mü?
Haddim olmayarak küçük bir düzeltme yapmak istiyorum. Haberin Kronos’taki sayfasında altına yorum yapma imkanı olmadığı için buradan yazıyorum:
Prof. Mehmet Ateş hocamız için KHK’lı denmiş. Kapatılan Şifa Üniversitesi rektörü denmiş (ki bu doğru). Sonra da “ihraç edilmeseydi hizmet etmeye devam edecekti” diye eklenmiş. Biraz kavram kargaşası olmuş. Zira kişisel bir ihraç söz konusu değil. Devlet kadrosunda değil ki ihraç olsun. KHK kısmı şu yönüyle doğru; bir Vakıf Üniversitesi olan Şifa Üniversitesi, ilk OHAL KHK’sı ile (sanırım 668 nolu) kapatılan kurumlar arasında yer alıyordu. Haliyle, kapatılan bir üniversitede de artık rektör olamayacaktı. Şahıs olarak ayrıca sürecin Yusufiye nimetinden nasiplenmiş olması ayrı konu.
Son olarak, yukarıdaki tırnak içerisine aldığım ifadeye ayrı bir açıdan atıfla dönmek istiyorum:
Hizmet etmeye devam ediyor zaten, belki de çok daha fazlasını ediyor… birçok muhacir kardeşimiz gibi.