YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL
YSK’nın 4’e karşı 7 oy ile İstanbul seçimlerini iptal etmesi ülkede şok etkisi oluşturdu, her kesimden insanın irili ufaklı tepkilerine yol açtı. Avrupa Konseyi de YSK kararını “Seçmenlerin güvenine zarar verme potansiyeline sahip” olarak niteleyip eleştirdi. Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Başkanı Anders Knape ise yaptığı yazılı açıklamada, Türk seçmeninin yetkililere yönelik seçimle ilgili güveninde ciddi bir krize yol açılmaması için seçim sürecindeki güvencelerin geri kazanılması gereğini söyleyip “AK Parti’nin itirazı bizim demokratik ve adil seçim anlayışımıza aykırı.” ifadesini kullandı.
Ülkenin meşhurları bile ses vermeye, #herşeyçokgüzelolacak etiketine destek olmaya çalıştı.
Bu önemli bir gösterge idi, zira umum itibariyle sanatçılarımız, rüzgarın yönünü iyi okuyabilen, burnu iyi koku alan kimselerdir, ibrenin nereye kaydığını çok iyi görebilmektedir. Bu da demektir ki ülkede güzel şeyler olmakta, olmaya da devam edecek gibi. En azından şunu diyebiliriz; hiç bir şey artık eskisi gibi olmayacak.
Bir önceki ‘İstanbul seçimleri iptal, ülkede yeni bir süreç’ başlıklı yazımızda seçim iptali kararının öncesini ve sonrasını genel olarak değerlendirmiştik. Bu yazımızda bu iptal kararı veren yargı mensuplarına gelen tepkileri, yargı camiası üzerindeki baskıyı ve de seçmenler ve seçim sandığında yer alan KHKlılar üzerindeki “telefon uygulaması cadı avını” irdelemek istiyorum.
ADİL OLAMAYAN YARGIYI ANLAMA…
Hukukun bütün temellerini ayaklar altına alırcasına YSK’nın böyle bir karar vermesine –haklı olarak- bir çok kimse, başta da muhalefet büyük tepki gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Bunun yansımaları dalga dalga da yayılacak anlaşılan…
Tepkiler ortak: “YSK nasıl böyle bir karar verir, nasıl olur da iktidarın bu baskılarına boyun eğer, nasıl olur da bağımsız bir yargı gibi hareket etmedi..?” vs..
Amenna…
“Adil bir yargılama için bağımsız yargının önemi”ne dair çok yazdık- çizdik burada…
“Yargı bağımsızlığı neden ve nasıl işlevsiz hale getirildi?” başlıklı yazımızda da aktardığımız gibi;
15 Temmuz 2016’daki “darbe girişimi”ne(?) müteakiben hemen aynı gece yarısı düzenlenmiş tutanaklarla 2 AYM üyesi, 140 Yargıtay üyesi, 48 Danıştay üyesi ile 2745 adli-idari hakim ve savcı hakkında gözaltı kararları çıkarılmıştı. Bu arada, (gazeteci Bülent Korucu’nun da dikkat çektiği gibi) Üç YSK üyesinin tutuklandığını, birisine manidar bir zamanlamayla 18 nisanda 11 Yıl hapis cezası verilmiş olduğunu da hatırlatalım!
Kılıçdaroğlu YSK’daki “seçim yenilensin” diyen hakimleri isim isim açıklayarak çete mensubu olduklarını açıkladı: Erhan Çiftçi, Faruk Kaymak, Refik Eğri, İlhan Hanağası, Muharrem Akkaya, Nakiddin Buğday, (YSK Başkanvekili) Zeki Yiğit.
Bir kaç tanesine göz atarsak, kararın nasıl çıktığını ve yargının durumunu anlamaya yardımcı olacaktır.
– Refik Eğri mesela; avukat kızını ve avukat damadını Saray’ın torpiliyle yargıç yaptırmış birisi.
– Erhan Çiftçi; Bir kardeşi karayolları personel daire başkan. Diğer kardeşi ise vali ve “birlikte olduğu kadını ormana götürüp dövdürdüğü” iddiası ile gündeme gelmişti. (Yakınları bir yerlere getirilmiş kimseler, iktidarın/ daha doğrusu Erdoğan’ın talebine aykırı bir karar verseler yakınlarının başlarına neler gelirdi acaba?!)
Nakiddin Buğday ve Zeki Yiğit, Rizeli ve hemşeri kontenjanından…
“Bu isimleri tek tek saymak ne kadar doğru, nitelik Akit de zamanında Danıştay üyelerinin isimlerini ve fotoğraflarını yayınlamış ve ardından da Danıştay saldırı gerçekleşmişti” diye akla gelebilir. Lakin 1 Nisan sabahı tüm yandaş gazeteler bu isimleri açıklamıştı zaten…
Ve bu isimler Türk hukuk tarihine ibretlik olarak geçtiler bile…
…
Bu kadar yargı mensubu meslektaşım ihraç edilirken ortada bir tek suç delili yoktu. Hemen hepsi de önce “darbeye iştirak etmek”ten suçlandılar, daha sonra bu “örgüte üye olmak”a çevrildi. Bir çoğu hala hapislerde, hatta özel hücrelerde tutuluyorlar.
“Hakimlerin bağımsızlığı”, “hakimlerin teminatı” ilkeleri ortada,
Hakimlerin hangi şartlarda tutuklanabileceği, nasıl ve ne şekilde yargılanacağı ortada…
Ama hiç birisine riayet edilmemişti. Evet, ortada da hiç bir somut delil yoktu; darbeye iştirak ettiklerine, ya da bir örgüte üye olduklarına dair.
Ortadaki tek delil (!?), “akıllı telefonuna bir haberleşme uygulaması indirmiş olmak, ya da kullanmış olmak!”
1- Önce Bylock isimli telefon uygulaması var mı yok mu ona bakıldı, varsa direkt ceza verildi!
2- O yoksa; Kakao Talk, Telegram gibi programlar var mı diye bakıldı…
3- Onlar da yoksa, en son olarak “Wattsapp’ı çok kullanmış olmak”, “Wattsapp ile meslektaşı ile çok konuşmuş olmak”, “Wattsapp üzerinden bir meslektaşı ile görüşüp bağımsız adaylar için oy istemiş olmak”tan cezalar verildi, verilmeye de devam ediyor. (İnanmayanlar, yargı mensuplarının duruşma tutanaklarına ve iddianamelerine bakabilirler!)
Akıllı telefonu olmadığı için bir program yükleme ihtimali olmasa bile yine de “telefonuna uygulama yükledi” diye ceza alanlar var! O da ayrı bir trajedi…
BYLOCK CİNNETİ DEVAM!..
Yargı mensuplarına bunlar reva görülürken, başta muhalefet partileri olmak üzere kimseden ses çıkmamıştı.
Ardından, “Telefonuna bylock vb bir uygulama indirmişti” denilip yüzbinlerce insan şüpheli durumuna düşürüldü, sanık olup yargılandı, bir çoğu da cezalar aldı. Ama muhalefetten, şundan bundan yine hiç bir ses çıkmadı, hatta “Tabi canım lazım! Yargının bu kararlarına saygı duymak gerek” gibi manasız, içi boş laflar sarf edildi.
Gelinen şu süreçte ise, İstanbul seçimlerinde oy kullanmış olanlar arasında “Bylock kullanmış insanlar, KHKlılar vardı” denilip seçimin iptali istenmiş, son dakika olarak da “seçim sandıklarında görev yapmış olanlar arasında Bylock yüklemiş olanlar ve Bank Asya’da hesabı olmuş olanlar varmış meğer” denilip iptale gelindi. Şimdi ise muhalif siyasiler, “Mağduruz” diyorlar.
Mağdurlar, bu Bylock vb programları yükledi diye hayatı karartılanlardır. Muhalefetin yaşadığı ise şimdi onların kelebek etkisi vesairedir.
Bu Bylock mağdurlarından birisi de kimler biliyor musunuz:
“Bylock kullanıcı olanlarla ilgili iktidarın istediği kararları vermemiş olan yargı mensupları.
“Nasıl olur ya?!” diyorsanız, bir kaç “Bylock” örneği verelim:
– “ByLock isimli iletişim programını kullanmak”, Türk Yargısı tarafından BM Uluslararası Ceza Mahkemeleri yargıcı Aydın Sefa Akay ile birlikte on binlerce insanın tutuklanmasına ve “terör örgütü üyeliği” suçundan ceza almasına gerekçe yapılmıştı. ByLock isimli iletişim programı konusunda henüz hiçbir mahkeme kararı bulunmadığı bir aşamada HS(Y)K Başkanvekili Mehmet Yılmaz 05.10.2016 tarihli açıklamasında; “ByLock örgütün iletişim yazılımı ve bizim en güçlü delilimiz.”, diyerek HS(Y)K’nın ByLock deliline karşı görüşünü dikte etmişti. (Siyasi iktidar adına dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da benzer açıklamaları mevcuttur.)
– Bu açıklamadan kısa bir süre önce Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi 20.09.2016 tarihli kararı ile, ByLock kaydı olduğu için hakkında “FETÖ/PDY” üyeliği suçundan dava açılan bir şüpheli hakkındaki iddianamenin iadesine karar vermişti.
– Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 04.04.2017 tarihli kararı ile Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin bir sanık hakkındaki ByLock kullandığı iddiasıyla MİT raporuna dayanarak verdiği mahkumiyet hükmünün bozulmasına karar vermişti. Bozma kararı gerekçesinde özetle; “sanığın ByLock kullandığına ilişkin MİT’in raporundan başka delil bulunmadığı ve başkaca somut delillerin de araştırılması gerektiği” belirtilmişti.
– Ardından Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 20.04.2017 tarihli kararı ile “mesaj içerikleri belli olmayan ByLock kaydına dayanılarak terör örgütü üyeliğinden hüküm kurulamayacağını” belirterek Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen bu yöndeki mahkumiyet kararını bozmuştu.
Vay, sen misin bu Bylock Tabusu’na aykırı karar veren!?
Belirtilen bu kararlardan sonra Antalya ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanları bu görevlerinden alınarak -talepleri olmadığı halde- farklı illere hakim olarak atanmış, Gaziantep istinaf mahkemesi üye hakimi de aynı şekilde sürgün edilmiş ve Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri hakkında inceleme başlatılmıştı. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin kararına muhalif kalan, yani Bylock’u delil sayan üye hakim ise terfi ettirilerek Daire Başkanı yapılmıştı.
Bu kararlardan sonra, hiçbir mahkeme tarafından “ByLock’un delil sayılamayacağı” veya “ByLock kullanmanın terör örgütü üyeliği suçunu oluşturmayacağı” yönünde bir karar verilememiştir. (Yenilerde de Bylock konusunda yine aleyhte bir Yargıtay kararı yayınlandı. Sonraki yazılarımızda bunu irdelemeye çalışırız, yer buldukça…)
Bu yaşananlar da, HSK’nın hakimler üzerindeki otoritesini ve hâkimlerin bağımsızlıklarını kaybettiğini ve de Bylock vb telefon uygulamaları konusunda derin yapının yargı üzerinde kesin ve ağır bir dayatmasının olduğunu göstermektedir.
KISIRDÖNGÜYÜ KIRABİLMEK
İktidar, mutlak iktidarını kurabilmek ve “Tek Adam Rejimi”ni ihdas edebilmek için belirli zümreleri hedef gösterdi, onları şeytanlaştırdı, her kötülüğün kaynağı gösterdi. Bu noktada bir retorik, söylem geliştirdi. Kendince “Bylock kullanma, bankada hesabı olma” vb deliller, karineler icat etti.
Bu pazarlamayı toplumun ve de siyasetin hemen her kesimi satın aldı ve benimsedi.
Oluşturulan bu tabu şimdi çığ gibi büyümeye ve herkesi içine almaya başladı. Oluşan kısır döngünün çarkı artık herkesi öğütüyor… Halbuki istenen sadece belirli bir zümrenin acı çekmesi ve yok edilmesi idi. Ama evin bir odasında çıkarılan bir yangın şimdi bütün apartmanı sarmaya başladı.
Problemin özü anlaşılıp haksızlığa toplu bir ses verilebilecek mi? Mağdurların kimliğine bakılmaksızın herkesin haklarına sahip çıkılabilecek mi? Dışlanan kesimler ortak tepki verip birbirinin haklarına göz kulak olabilecek mi..?
Olursa bu kısır döngü çarkı kırılır gibi… Ama böyle bir toplumda, böyle bir arkaplanı olan topraklarda böylesine büyük bir ortak/ yüksek akıl beklemek hayalcilik olur sanırım. Ama bu hayali taşımak ve paylaşmak hakkımız olsun bari.
“YSK yargıçları nasıl böyle bir karar verebilir?” deyip onları suçlayıp geçmekle bitecek bir mesele değil bu anlayacağınız. Evet, herşeye rağmen onlar adaletten ayrılmamalıydılar, adil ve hukuki bir karar vermeliydiler. Ülke demokrasisi için bütün riskleri göze almalıydılar. (Zamanında bunu göze alanların başına gelenler malum. Hepimiz de bedellerini ödemeye devam ediyoruz.)
Ama neticede onlar da insan, onların da kaygıları, beklentileri ve de zaafları var belki de… Ama asıl soru şu; her durum ve şarta karşı adil kararlar vermekten çekinmeyecek yargı mensuplarına sahip çıkabilecek, sonuna kadar onların arkalarında durabilecek kimseler var mı?
Yok. Olmadı da. O zaman bekleme yapmayalım lütfen.