YORUM | VEYSEL AYHAN
Bu zamanda yöneticilik tam bir ateşten gömlek. Büyük bir fedakârlık. Ne kadar birikmiş öfke varsa onlara boca ediliyor. Geçmişten akılda kalan ne kadar kötü yönetici hatıramız varsa bugüne taşıyor ve şimdiki yöneticileri bunları yapabilecek veya yapmış makul şüpheliler olarak görüyoruz. Çoğu yönetici iş ortada kalmasın diye fedakarlıkla bu işleri yapıyor. Başta bunu dememek kadirnâşinaslık olur.
DEDİĞİM DEDİK!
En önemli “zorluk” itaat paradigmasının değişmesi. “Dediğim dedik” dönemi kapandı gibi. Muhal farz yöneticide ‘diktatörlük’ damarı olsa bile şartlar değişti. Alt kadrolar böyle bir yönetimi kabullenmeyecek ve yöneticiyi istişareye, çoğunluğun reyini kabule zorlayacak bir bilince ulaştı. Buna bağlı olarak çoğu yerde yöneticiler katılımcı bir idare için gayret gösteriyor. Lokal olarak sosyolojik bir geri kalmışlık yoksa durum böyle. Doğrusu da bu.
Diktatörlüklerle yönetilen ülkelerin geri kalması bunun yanında istişare ile nitelikli çoğunluğun tercihiyle yönetilen demokratik ülkelerin ilerlemesi Hizmet’in de bulunması gereken zaruri yolu işaret ediyor. Şah ve yalnızca piyon hükmündeki oyunculardan oluşan yönetimlerin başarı ihtimali yok. Oyuncular arasında uyum, saygı ve disiplin yoksa takımda “Messi” bile olsa kaybetmek kaçınılmaz.
Bu sebeple yönetimde istişare ve ehliyet vazgeçilmez birer unsur. Bir denetim mekanizması olsa bile işlerin kalite ve verimliliği alt kadroların uyumlu çabasına bağlı. Başarının anahtarı takım oyunu ile mümkün. Bu sebeple alınan kararlarda ve yapılacak tayinlerde ‘eleştirel düşünce’ ve ‘hakkı seslendirmek’ önemli bir unsur haline geliyor. Ama bunun kapalı kapılar ardında değil toplantılarda şeffaf olarak yapılması kaydıyla.
YÖNETİCİLİK MESLEK MİDİR?
Yöneticilik bir “zanaat” değildir. Mesela öğretmenlik meslektir. Bir insan ömrü vefa ettikçe öğretmenlik yapabilir. Fakat bir “meslek” olmayan yöneticilik için aynı şey denemez. Öğretmenlik, doktorluk, mühendislik ve diğer meslekler yıpranmadan yapılabilecek mesleklerdir. Ölene kadar yapılabilir. Ama yöneticilik yıpratıcı bir iştir. Âdil olarak yapmak oldukça zordur. Ve ayrıca güç sahibi olmayı beraberinde getirdiği için çürütücüdür. Demirde çelikte bile metal yorgunluğu olabiliyor. Zamanla var olan durumu kanıksama ve değişime karşı olma refleksleri gelişiyor. Süre uzadığında yöneticinin çevresinde gruplaşmalar başlıyor. Hz. Ömer valilerin çevresinde ayrıcalıklı ve birbiriyle tanışıklık kurmuş bir sınıf oluşmaması için görev sürelerini yerine naspedeceği insan bulabildiği ölçüde 2 yılla sınırlamıştı. Bir vali 2 yıl görev yapıyordu.
SINIRLI SÜRE
ABD örneği (4+4) bence güzel bir çözüm. Seçim söz konusuysa ikinci bir 4 yıl olabilir. Değilse 4 yıl optimum bir süre. Daha fazlasında, 7. veya 8. yılda, ilk yıllardaki performansı gösteren yönetici örneği Hz. Ömer’den başka kaç kişi sayabiliriz bilmiyorum. Dünyadaki yönetici örneklerine baktığımızda uzun süre yöneticilik yapıp da kendisinden geriye enkaz bırakmamış kimse yok. Bu durum Hizmet için de sakınılacak bir durum olarak düşünülebilir.
Peki şöyle düşünüyorsam?
“Ben çok başarılı bir yöneticiyim. Niye değişeyim ki? Değişirsem bulunduğum müesseseye yazık olur.”
Bu varsayım yanlış. Ben çok “iyi” isem bir başka yere giderim orası benden istifade eder. Kötü isem gidişimle müessese kurtulur. Böyle değişimler toplum için de eğiticidir.
Obama çapında bir başkanın 57 yaşında ayrılışı, Trump gibi birinin gelişi, sonra bir başkası… Bu iniş çıkışlar uzun vadede kötü netice doğurmaz. Hiçbir yönetici değişimi, “değişmeme” kadar zararlı olmaz. Bir insana yapılacak en büyük kötülük onu uzun süre yönetici yapmaktır. Görevin bitiş tarihini herkes bilmeli ki yöneticiyle yıldızı barışmayan bazı insanlar umutsuzluğa kapılıp tamamen kenara çekilmesin, bazıları da yöneticinin etrafına çelikten duvar örmesin.
Görev süresi belli yıl ile sınırlandığında herkes bunu içselleştirebilir. İnsanlar zihnen kariyer planı yaparken “Tamam, ben bu işi maksimum 4 veya 5 yıl yapacağım. Sonra da falan mesleğime döneceğim” diye düşünür. Böyle olunca bir öğretmen 4 yıl müdür veya genel müdürlük yapar. Sonra tekrar öğretmenliğe döndüğünde bunu tenzili rütbe olarak düşünmez. Çevre de öyle telakki etmez. İdeal yönetici işini ciddiyetle yapan ama bunun yanında göz ucuyla görevi bırakacağı günü gözleyen ve yerine insan yetiştiren insandır. Hatta yerine insan yetiştirmeme, “Değişmek istemiyorum” düşüncesinin de ürünü olabilir.
Süreç bu yönüyle de öğretici oldu. Vaktiyle çok üst düzeyde görev yapan bir yöneticinin şimdi eşiyle beraber 7-8 yaşında çocuklara ders verdiğini öğrendim. Ne kadar güzel. Bir başka üst yöneticinin bir kurumda fahri olarak aşçılık yaptığı duydum. Bunlar o kadar sevindirici ki bana şu cümleyi hatırlattı:
“Romalı kumandan Katon, Kartacalıları yendiği zaman değil; ordusu zafer naralarıyla başkente girerken, kumandanlık at ve formalarını krala teslim edip: ‘Ben milletime hizmet için savaşmıştım, şimdi vazifem bitti, köyüme dönüyorum’ dediği zaman muzafferdi ve milletinin gönlüne taht kurmuştu…” (Ruhun Zaferi, Başyazı)
Bir idareci birkaç çocuğa Kur’an öğretmeyi veya Risale okuyup izah etmeyi küçük görüyorsa ve hatta yöneticiliğe tercih etmiyorsa zaten “nazar ve niyet” problemi vardır.
Uzun süre yapılan diğer idari işler, muhasebe, koordinasyon, organizasyon gibi işler de benzer tehlikeler taşır. Bir işi 10-15 yıl yapmak insanı makineleştirir. Kim olursa olsun 10-15 yıl aynı koltukta kalmak insanı her yeniliğe kapalı, durağanlığa kilitlenmiş bir fren haline getirir. Suyun temizliği malum. Su, akar haldeyken hep saffetini korur. Ama durağanlaştığında kokuşma başlar, onunla abdest alınmaz.
YER DEĞİŞİMİ
Aynı toprakta uzun süre kaldığında çürüme başlar. Bu sebeple de hizmetle ilgili hangi görev olursa olsun belli süre sonra hem görev değişimi hem de yer değişimi zarurettir. Yer değiştirme hem verimi artırır hem de çürümeyi önler. Bu değişim hicret anlamı taşır. Bir insanın hayatında hicret yoksa çok ciddi bir eksiklik var demektir. Hicret her insan için bir milattır. Bir insanın esas verimi ve asıl hayatı hicret sonrasında başlar. Esas meyve vatanda değil hicret edilen ikinci vatanda verilir. Hicret öncesi hayat bir büyüme, öğrenme ve hicret sonrasına hazırlık dönemi olarak düşünülebilir.
BATIDAN DOĞUYA
Süreç batıya gidişi bir refleks haline getirdi. Bu durum güvenlik sebebi ile gerçekleştiğinde tabi ki normal. Bu yolla Avrupa ve ABD gibi coğrafyalarda ciddi bir insan birikimi oluştu. Bunun yanında 20-30 yıl önce oralara gitmiş, dünyanın her yanında geçerli itibarlı pasaportları olan, her coğrafyaya gidip hizmet edebilecek hüviyette büyük bir kitle var. Bu insanların 90’lı yıllardakine benzer bir açılımla dünyanın diğer coğrafyalarına gitmeleri gerekiyor. Eğer bu insanlar (idareci, esnaf, akademisyen…) yirmilik birer çivi gibi bulundukları coğrafyaya çakılı kalmaya devam ederse ciddi bir çürüme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Kader cebri yollardan bunu yapmadan gönüllü olarak yola düşmek gerekiyor.
Tüm söylediklerim gözleme dayalı sübjektif değerlendirmeler. Ama hemen hepsi tartışılması gerekli olan acil ve zaruri mevzular. “Hizmet Hareketi’nin Temel Değerleri” belgesi teorik planda ana esasları içeriyor. Daha önce ve bu yazıda ifade ettiğim konularda da birtakım disiplinler hazırlanması ve uygulamaya geçilmesi şart. Ayrıca Hizmet Hareketi’nin “devlet, siyaset, iktidar, şer’i ahkam…” gibi konulardaki duruşu ile de ilgili referans metinler hazırlaması ve Hocaefendi’nin farklı zamanlarda farklı mecralarda kimi zaman ima ettiği kimi zaman dokunup geçtiği hususların toplanıp elden gözden geçirilip net bir söylem oluşturulması gerekiyor. Sınırlar ve kırmızı çizgiler şimdiden net olarak çizilmezse yarın bir gün dileyen dilediği gibi hüsnü niyetle de olsa Hizmet Hareketine misyonu dışında elbise biçmeye kalkabilir.
Yazınızı ve konuyu önemli bulduğum için bazı katkılarda bulunmak istiyorum:
## Öncelikle müdür idarecidir ve mesleğini yapmıyor ile öğretmen idareci değildir ve mesleğini yapıyor, yaklaşımını eksik buluyorum. Çünkü her bir öğretmen de aynı zamanda idarecidir. öğrenci-öğrenci, öğrenci-veli, öğrenci-öğretmen diyaloglarını koordine eder. O, öğrencinin kendini idare etmesini rehberlik çalışmalarıyla da öğretir. Müdür ise kendi branşı olan DNA, atom veya sayıları tahtada öğrenciye öğretmediğinden dolayı, eğitim ve öğretimden kopmuş değildir. Dolayısıyla mesleğinden kopmuş değildir. Askerlik meslek komutanlık değil, doktorluk meslek başhekimlik değil, öğretmenlik meslek müdürlük değil gibi yaklaşımının eksik ve hatalı olduğu kanaatindeyim.
## Meslek ile idarecilik arasında tanımsal olarak evet-hayır, sıfır-bir gibi klasik bir mantığın doğru olmadığını, arada ara kademelerin olduğunu, yani gri renklerin olduğunu unutmamak gerekir. Bu zaviyeden nisbi mantıkla düşünmek ve fikir üretmek, klasik mantıktan daha objektif bir yaklaşım olacaktır bence.
## İdareci ve meslek erbabını değerlendirirken, daha öncelikli ve önemli bir çok kriter arasında bile olamaz “zaman” faktörü.. Zira Einstein‘ın da yıllar önce keşfettiği gibi “zaman” izafi bir varlıktır, görecelidir.. Yani dört yıl kimine göre uzun, kimine göre kısa olabilir. Mesela iki yıllık idare döneminde bir çok harabelere dönüşmüş kurumlar olabileceği gibi, 30 yıllık idarecilik döneminde nice başarılara imza atmış ve aynı zamanda insan yetiştirmiş idareciler de pekala olabilir.
# # Yıllarca bilfiil idarecilik ve mesleğini yapmış biri olarak, bu önemli konunun, bazı kahvelerde birilerinin bol bol konuştuğu, siyaset-spor-din gibi olmamasını umarım. Dar alanlara indirgenerek, pratikte yetkin veya teorikte uzman olmayan kişilerce konuşulması, etraflıca enine boyuna bütüncül yaklaşımdan uzak bir şekilde yazılması, faydadan daha çok zarar getirebileceğini düşünüyorum.
Zira ifade özgürlüğü, nefret söylemine gerekçe olamaz.
Vesselam…
Selim bey siz mevzuyu tam anlayamadınız sanırım.
“ Bu iniş çıkışlar uzun vadede kötü netice doğurmaz. Hiçbir yönetici değişimi, “değişmeme” kadar zararlı olmaz.”
Yukarıdaki kısım kafa karışıklığınızı çözer diye ümit ediyorum.
Selim Bey,
Evvela Veysel Beyin yazısında herhangi bir nefret söylemi yok. Gereksiz ve manidar yorum olmuş.Evet idarecilik ve meslek arasındaki ilişki ayrı konu, tartışılır. Ancak yazıdan anlatılan şudur: Hizmette hasbelkader potaya erken girmekten veya kaht-ı ricalden mütevellit verilen rehberlik, idarecilik, yöneticilik belli ve dar bir zaman diliminde olmalı ve kişi ne kadar başarılı olursa olsun daha fazlasına izin verilmemelidir.
Kimse vazgeçilmez değildir. Mezarlıklar ortada. Zat-ı âliniz gibi uzun yıllar idarecilik yapan müstesna şahsiyetler muhakkak olabilir ancak böyle de olsa hizmetin kimseye sürekli mevki, makam, pozisyon verme mecburiyeti yoktur, olmamalı. Maalesef benim de çokça şahit olduğum; başka birşey yapamaz, ilklerden, sıkıntı çıkarır, üzülür, şunun bunun tanıdığı veya adamı ve benzeri yaklaşımlardan dolayı bazıları sürekli yönetici olarak görev yaptı.
Şimdi haklı olarak söyleyeceksiniz. Ya tecrübe, birikim? Eğer doğru bir istişare kültürümüz olsaydı bu birikim ve tecrübe yeni ve genç yöneticilere aktarılabilirdi.Tabi biz istişareyi bir müzakere değil de bir tebliğ ve direktif kurumu olarak anladık maalesef.
Modern siyaset bilimi ve tarihi tecrübeler gücün uzun süre aynı elde bulunmasının yozlaşmaya, işletme körlüğüne, değişim ve dönüşüme dirence, fırsatların ve yeteneklerin heder edilmesine nihayet uzun vadede o kurumun zayıflamasına veya çökmesine sebebiyet verdiğini gösteriyor.
Zaten hizmette ihlas-ı etemme talip birinin idareciliği arzu etmesi düşünülemez. Emren veya mecburen olursa o başka.
Lafı eğip bükmeden kitabın ortasından ben gördüğümü söyleyeyeyim.Bugün yaşadığımız süreçte başımızı öne eğen ve gelecek nesillere izahta zorlandığımız sıkıntıların kaynağı pozisyonunu, gücünü, nüfuzunu kaybetmek istemeyen, bunun için de üstlerine başarılı görünmek için hizmet düsturları dışına çıkan ve bunu da kontrol mekanizmalarının eksik veya hiç olmaması nedeni ile rahatlıkla örtbas eden özellikle mahrem birimlerdeki “profesyonel yönetici”lerdir. Ve hâlen de bunlar devam etmektedirler.
Bence zihinlerimizi siyasetle meşgul edeceğimize bu türden meseleler üzerinde düşünelim ve hatalarımızdan ders alalım. Yoksa biz de şimdiki Nurcular gibi havanda su döveriz.
Veysel bey, meseleyi ele alışı, ifadesi ve uslubu ile yine çok güzel bir yazı yazmış…
Selim Bey, sizin gibi “idarecilik-meslek” arasındaki ayrımlamanın mutlak olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Üniversitelerde kamu yönetimi, iş yönetimi vb. yöneticilik bölümleri var. Yani bazı yönleriyle yöneticilik de meslek gibi değerlendirilebilir. Veysel beyin anlattığını, idarecilik yapan birinin idareciliği bıraksa da mesleğinin diğer yönlerini yapabileceğini değerlendirmesi şeklinde anlıyorum.
ABD ve Avrupa ülkelerinden vatandaşlık almış arkadaşların doğuya gitmeleri konusunun da kolay gerçekleştirilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hele hele yıllarca kendi ülkelerinden “çıkın” denilmesine karşın çıkamamış arkadaşların cebri hicretle yeni geldikleri ülkelerdeki arkadaşlara “Siz 20-30 yıldır buralardasınız. Ülke vatandaşlığı da aldınız. Biz de geldik. Siz artık doğu ülkelerine gidebilirsiniz” demelerini sorunlu görürüm…
Bunun dışında Veysel beyin bütün yazdıklarına katılıyor ve uzun süre idarecilik yapmış biri olarak alkışlıyorum.
Hatta eklemelerde bulunayım:
1) Sadece ne kadar süre kalacağı değil, idarecilerin kimin tarafından seçildiği de net ve açık olmalıdır. (Dediğiniz gibi, iki yılda bir beldeyi mahveden de otuz yıl boyunca mamur eden de vardır. Seçimlerin -mesela- iki yılda bir yenilenmesi, birincisinin musibetinden kurtardığı gibi ikincisinin yeniden seçilmesine engel değil…)
2) İdarecilerin görev tanımları da, yetki ve sorumlulukları da açık ve net olmalı ki, neye göre denetlenebileceği belli olsun.
3) Devlet Başkanlarının, Milletvekillerinin maaşları, özlük hakları bellidir/belli olmalıdır. Hangi düzeyde olursa olsun sosyal kurumların yöneticilerin gelirleri de belli olmalı, “nereden aldın?” sorusuna muhatap olmalılar. Evleri, arabaları… -hani yoktur ama- birilerinin jobcenterdan geçinen arkadaştan alınan para ile iyi evlerde oturması, arkadaşın trenle gittiği yerlere pahalı arabalarla gidebilmesi, pizzanın, dondurmanın İtalya’da, Avusturya’da nerede yenileceğini bilmesi makul ve mantıklı gibi gelmiyor.
Uçak bileti “business class” alınmamış biri, business ile değiştirilmesi için bileti geri gönderdiğinde yıllardır fedakarlık yaptığı, mübarekliği eleştirilebilir hale geliyor…
(20 küsur yıl önce, “arkadaşlar birbirlerinin ne kadar aldığını bilsinler” kararı gelse de ne kadar uygulanabildiğini bilenler bilirler…)
4) Her düzeydeki yöneticinin bir yedeği olmalı. Yedeği olmayan yönetici, görevden ayrılmak istemeyen yönetici demektir. “Arkadaşlar görev almak istemiyor” bahanesine sığınılmamalı. Yöneticiler yerlerine adam yetiştirmeli…
5) Hizmet Hareketi, gelişmiş Batı ülkelerinde şeffafiyet yönüyle -en azından- mevcut durumu izah edilebilir şekilde açık olmalı. “Olacak olacak” denilip yıllarca olmamasının bir yaptırımı olmalı.
6) Ölçüler belli. Bütün bunlar, gıybet/dedikodu, haset vb problemlere yol açmadan, moral ve motivasyonu olumsuz etkilemeden, ihlas ve uhuvveti zedelemeden, tesanüde zarar vermeden çözülmeye çalışılmalı ama “aşağıdakilerin” konuşmalarının, sormalarının önüne engel çıkarılmamalı.
7) Veysel beyin ele aldığı bu önemli konunun, bazı kahvelerde birilerinin bol bol konuştuğu, siyaset-spor-din gibi olmamasını hepimiz isteriz. “Camideki hutbede gömleklik kumaşın hesabını halifeden soramayacak kimseler” konuyu konuşmasalar daha iyi olur.
Dar alanlara indirgenerek, pratikte yetkin veya teoride uzman olmayan kişilerce konuşulmasının yol açabileceği zararları minimize etmenin yolu, problemlere çözüm bulunması ile sağlanır. Yoksa insanlara “konuşmayın, itaat edin, dediğim dedik” diyerek, açıktan ya da imayla “bu işin uzmanı biziz, uygulayıcısı biziz, çözersek yine biz çözeriz” diyerek değil.
Bu meseleleri çözmek de yine abla/abilerimize düşüyor. Bu zamanda idarecilik yapmak ateşten demir bir gömlek giymek gibi. Allah hepsinin yardımcısı olsun.
Veysel Ayhan bey çok güzel bir şekilde problemi ortaya koymuş. Kendisine teşekkür ederim…
Vesselam…
Veysel Bey,
Keşke daha çok yazar çizerimiz, münevverimiz veya ağabeyimiz hizmetin geleceği ve önümüzdeki muhtemel fikri tehlikeler ve fitnelerle ilgili kafa yorsa.
Hocaefendi’ye Allah uzun ömür versin lakin yaşı malum. Onun varlığını büyük bir fırsat bilip ve o henüz hayattayken hizmetin temel felsefesini , hizmet yöntemlerinin temel yaklaşımını artık adına ne derseniz deyin dediğiniz gibi temel referans metinlerini bir an önce ortaya koymak hayati bir mesele.
Kimse zaten bunlar yazılıp çizildi, konuşuldu demesin. Doğrudur, bunlar ortaya kondu ama kimse de doğru anlaşıldı da demesin lütfen.
Şimdi fırsat varken temel meseleler yaşanılan tecrübelerle yeniden değerlendirilmeli ve ortaya konmalıdır ki Hocaefendi’den sonraki kaotik ortam daha sağlıklı aşılabilsin. Yoksa her cemaatin başına gelen mukadder hadiseleri biz de yaşarız. En azından daha az hasarla atlatırız vesselam.
Siz kimsiniz ? Neden böyle çok üstten yazılar yazıyorsunuz ?
Güzel yazı ama cemaatin ne tavanının ne de tabanının böyle bir değişim arzusu var. Herkes sistemin aynen devam etmesini istiyor.
Kimse yöneticilikten vazgeçmiyor.
Kimse şeffaflık istemiyor.
Kimse denetim istemiyor.
Hele yönetilenler de buna razıysa bu sistem aynen devam eder.
Sayın Ayhan’a yine de “en azından” bunlara kafa yorduğu için çok teşekkür.
Öncelikle böylesine guzel ve dostun dosta balla soyledigi gibi soyleyen ve temel konularda samimi bizden, cesur çözümler sunan hocamiza tsk ediyorum.
Uzun yıllar ayni konumda kalmış,halada devam eden insanlarin sectikleride kendine uymuş ,kendi gibi olmuslardan oluyor.
Farkli dusunen ,meselelere farkli yaklasan kimse o halkaya giremiyor hasbelkader girsede hemen sistem disliyor .
20 yil bir insan ankaraya, İzmir’e HE yanina demirlemişse hersey o insanın begenip begenmemesine,kizip kizmamasina göre oluyor. onun istekleri hizmet haline dönüşüyor.
Onun icin
1 işe göre adam olmalı adama göre iş degil.
2. Yetki gorev ve sorumlulukları net belirlenmeli
3idarecilerbir ilde en fazla 3 yil ulkede en fazla 8 yıl idarecilik yapabilmeli,
4 Her idareci teslim alirkende verirken de bilirkisilerce ayrıntılı devir teslim olmali ve eksik gedigi olan insan onun hesabini vermeden baska bir yere idareci olmamalı.
5 Nasil ki bir arabada bir motoru tutan 4 motor kulağı varsa herbir idareciyi denetleyen maaşını ondan almayan bagimsiz insanlar olmali ve her yil denetlenmeli. Kisi hangi konularda denetlenecegini bilmelidir
6 bir idarecinin yil sonunda nelerden degerlendirilecegi , ölçülebilir objektif kriterler olmali. Vs
(“Falan kişi iyi insan o yapar “tanımı acik anlaşılır olmalıdır.iyi insan tanımından beklenen davranışlar ve anlaşılan hangi temel değerlerdir. Bu somut olmali)
Veysel Bey merhaba,
yazınızı yeni okuyabildim. Tesekkür ederim bu konular üzerine birlikt düşünebilme fırsatı sunduğunuz için.
Benim size sorum, temas etmiş olduğunuz hicret meselesi ile ilgili olacak.
5 yıl evvel sırtında 1.5 yaşındaki bebeği ile delik bir botun batma tehlikesi ile yüzyüze gelmiş, Meriç’ten önce Yunanistan’ a sonra da uzun bir yolculuk sonucu Almanya’da ulaşmış bir anneyim. Kendimi tanıtırken ‘annelik’ sıfatını öne çıkarmamın benim açımdan anlamlı bir sebebi var. Çünkü ordan burdan borç bulup, hayati tehlikeyi göze alarak çıktığım bu yolculukta temel motivasyonum, çocuğum hapiste büyümesini. Ve evet, bunun Allah’ın katında hicret sayılması için de çok dua ettim.
Almanya’da önce kamp sureci, sonra da 3 yıl boyunca devletin göstermiş olduğu heim’da yasadık. Kendimize ait bir evimizin olması, yani anahtarının sadece bizde olduğu bir evimizin olması 3 yıl sürdü. Bu ülkede bir evladımız daha oldu.
şimdi iki çocuğumuz bu ülkede saglıkla güvenl büyüsün diye cabalıyoruz. Eşim 6 ay önce kendi mesleğini yapabilmeye başladı. Yani beş yıldır ilk kez normalleşmeye başladık.
Son yazınızda sözünü ettiğiniz sinir krizleri, depresyondan payımıza düşeni aldık, travmamızdsn henüz iyileştiğimiz de söylenemez ama dediğim gibi şu süre zarfında eski günlerimize en yakın hissettiğimiz ‘Normal’i solumaya başladık.
Devlet yardımı olmadan geçinme, yardım veren bir kurumun her hafta kuyruk sırasına girmek zorunda kalmadan marketten sebze meyve alabilme gibi şeyler…
Olayın bulunduğumuz ülke özelinde şöyle önemli bir noktası daha var : Almanlar çok uzun zaman sonra size güvenen ve arkadaşlık geliştiren insanlar. Bu ülkede hizmet Afrika’daki hizmetle bir tutulamaz. Her ülkenin ve toplumun bir sosyolojik gerçekliği var. Çocuklarımın okulda arkadaş edinmeleri, bizim velilerle ileşimim kurmamız, dili öğrenip kendimizi anlatacak seviyeye gelmemiz çok uzun zaman aldı. Beş yılda daha bazı komşularımız tarafından yeni kabul edilmişken, ve bu sebeple Almanya için bile taşınma fikrine sıcak bakamazken, başka ülkelere hicret meselesini duyunca kalbim sıkışıyor.
Benim ruhsal olarak yeni bir göçü kaldıracak şuan enerjim yok. Ve yazınız bu sebeple bana suöşuşuk hissettirdi.
Acaba bunca uzun yollardan geçmiş, yaralı bir annenin, çocukları için öngörülebilir sakin sessiz ve bir süre en azından 10-20 yıl bir yerde köklenmiş hissetmelerini arzulama hakkı yok mu?
Bu illa çürüme anlamına mı gelir?
Her tohum her iklim her toprak aynı mıdır ki biz hicret diyip meyveye durması hayli uzun zaman alacak bir tohumu ordan oraya sürükleme konusunda fikir beyan edelim?
sürükleme diyorum çünkü bana şuan başka ülkeye hicret dediğiniz an gelen çağrışım bu.
Başka arkadaşlara çok daha heyecan verici gelebilir.
Bu durumda ben onlardan daha mı az hizmet ehliyim?
Buralara cebri hicretle geldik, bari şimdi iradi hicrette bulunalım sözü de kalbimi kırıyor. Ben sebepler cebri görünse de irademiz ortaya koyarak geldim buraya. Bir sürü imkanı varken gelmeyi tercih etmeyenler varken.. Kaldı Kı bu olaylardan çok evvel üniversitedeyken de çok istemiştim nasip olmamıştı.
Uzun oldu… ama sanırım derdim anlaşıldı.
ne dersiniz Veysel Bey?