YORUM | M. NEDİM HAZAR
Nefes alışla başlıyor seyahat ve yürümeyi keşifle nefes alış oluyor.
Her yolculuk nefes için açılmış bir solunum hattı.
Gittikçe yaşıyorsun, yaşadıkça gittiğini anlayana kadar.
Günümüz insanı için her ne kadar eski anlamını yitirmiş olsa da, yol ve yolculuk yaşadığını hissetmek demek. Ve maalesef, kalabalıkların kitlesel takvimleri zorlaştırıyor şartları.
Zalimin çağı başladı mı yola revan olma dönemi gelmiş demektir masum için. Zaten rahat olmayan dünyada biraz daha sıkılacak, zorlanacak ama yol alarak nefes alacaktır maznun.
Yaz ayları niceden beri yol ayları demek normal zamanlarda. Bir mecburiyet olmadıkça kış şartlarında seyahat artık pek tercih edilmez aslında. Bahar ile beraber çıkmak en güzeli. Yeşil ile beraber uyanır gibi uyanarak, misal…
Ancak zehirli bir çağın masumuysanız mevsimine bakmadan yola koyulmanız gerekebiliyor.
Vaktiyle yazmıştım; gitmek lazım, gitmek zaruri, gitmek ihtiyaç çoğu zaman. Yolculuk ise insanın asla unutmaması gereken bir eylem. Zira insan yolcu. Malum sabavatten, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, haşirden vs.. Yol belli, belli olmayan yolcunun durumları.
Hiçbir engel insanın kendi içindekiler kadar çetin olmuyor, dolayısıyla şartlar ne kadar ağır olursa olsun güzel bir şey yolculuk.
Hele ki güzel ve kutsal olanı ise, en güzeli… Merhum şair; “Yolculuk, her zaman düşündüm onu;/ İçimde bu azgın davet ne demek?/Oraya, nerdeyse güneşin sonu,/Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.” Diyor.
Nazım, insanın ihtiyarı dışında olduğunu idrak etmesine rağmen, rıza söz konusu olduğunda da, tercih sebebi olacağını söylüyor: “Elimde olsaydı… Başlardım yine…”
Yolu ve yolculuğu idrak ile başlıyor her şey, idrak temaşayı beraberinde sürüklüyor. Ve fakat ne yazık ki, hızlı arabalar, güzel yollar ket vuruyor tüm bunlara. Bu perspektifle bakıldığında modern yollarda, modern binekler ile yolculuğun eskilere nazaran daha konforlu olsa da, daha az tat verdiğini söylemek mümkün.
Bazen kapkara bulutların yemyeşil dağlar ile vuslat edercesine birbirine yakınlaştığını görüyor, kimi zaman dağ ile bulutun yer değiştirmesine bile şahit oluyoruz. Ayaklarımızın altından geçiyor kimi zaman bulutlar. Hayret ve lezzetle tadına varıyoruz manzaranın.
Kimi zaman, yaşlı bir köylü başı gibi seyrek bir bozkır eşlik ediyor bize yol boyunca. Tek tük ağaçların dik tutmaya çalıştığı verimli tarlalar emeği ve alınterini hatırlatıyor yolculara. Devasa metal canavarların büyük homurtalarla deldiği dağların üzerini görmekten mahrumuz artık. Kıvrıla kıvrıla yükseldiğimiz o sevdalı bulutların gölgelediği dağ zirvelerine nadiren denk geliyoruz. Onun yerine kul yapımı ışıkların cılız aydınlatmalarıyla korkulu bir serinliğin eşliğinde geçiyoruz tünelleri.
Ve yol bizi kimi zaman şaşırtıcı ara duraklara ulaştırıyor. Bir çınar gölgesinde kurulmuş kıl çadırlara sığınmış eskiye dair tatlar ve anılar çıkıveriyor karşımıza. Rengi, dili, drini ne olursa olsun insanlığk ortak bir değer anlıyorsunuz uzun ve zorlu yolculuklarda. İyi her yerde iyi, kötü ise canınız ciğeriniz bile olsa kötü olabiliyor. Mühim oylan sınandığı an gösterdiği gerçek yüzü!
Elektronik yönlendirmelerin, uydu haritalarının güttüğü araçlar, kimi zaman rota dışına sapıyor. Bir toprak yola giriyorsunuz mesela ve yine geçmişin zorlu ama hoş anılarını ter ü taze buluyorsunuz mesela tozlu bir sapa yolda. Sürüsünü karşıdan karşıya geçiren telaşsız çobanı hayranlıkla izliyor, hiç acelesi olmayan ahalisinin uzaktan aldığı selamla bir köy kahvesinde dinleniyor belleklerimiz.
Sonra yine acelecilik geri çağırıyor çığlıkla. Süre kısıtlı, yol uzun…
Gişelerde bile beklememek üzerine kurulu modern hayat, aman ha acele et geç kalma… Kimin, neyin telaşını yaşıyorsak artık!
Farkındayız yolcuyuz da, bu acelecilik niye?