Yorum | Süleyman Sargın
En çok yaptığımız hatalardan biri, Cenab-ı Allah’ın kâinattaki ve üzerimizdeki tasarruflarını tenkit etmek veya itiraz manasına gelebilecek şikâyetlerde bulunmak. Hiçbir mü’min bunu aleni ve sözlü olarak yapmaz. Ama hadiselerden sürekli şikâyet, ye’se kapı açan ve İlâhi rahmeti ittiham edercesine sürgit sızlanmalar kaderi tenkittir ve başını örse vurmaktan farksızdır.
İnsan bencildir, o kadar ki kendinde bir nevi Rububiyet bile vehmeder. Bu yüzden her şeyin kendi istediği gibi olmasını hatta kâinatın çarkının kendi arzularına göre dönmesini ister. Tabii bunun kendi aleyhine nasıl bir hal oluşturacağını da düşünemez. Çünkü insan, neyin hayır neyin şer olduğunu tek başına bilebilecek bir durumda değildir. “Lehinde zannettiği çok şey aslında aleyhinedir, aleyhine zannettiği şeylerin büyük kısmı da lehinedir; Allah bilir, biz bilemeyiz.” (Bakara Sûresi, 2/216)
Öte yandan, “insanın başına gelen ve zahiren aleyhine olan şeylerin hepsi ya yaptığı hatalardan dolayıdır” (Nisa Sûresi, 4/62) veya günahlarının affı ve yeni mükâfatlara kapı açma ya da ikaz ve irşad gibi pek çok hikmetler sebebiyledir. “Eğer Cenab-ı Allah hataları, yanlışları ve günahları sebebiyle insanlara hemen ceza verecek ve onlara çok defa tevbe ve istiğfar imkânı vermeden affetmeyecek olsaydı, yeryüzünde debelenen ve hayat emaresi taşıyan tek bir canlı kalmaz, hayat olmaz, belki de kıyamet çoktan kopmuş olurdu.” (Hadîd Sûresi, 57/22) Demek ki, Rabbü’l-Âlemîn’in hem kâinatın umumunda hem de insan üzerindeki bütün tasarruflarında sayısız hikmetler vardır. Bu O’nun Rahmâniyet’i ve Rahîmiyeti’ndendir; varlıklara olan umumi veya hususi rahmeti sebebiyledir.
Kur’an, insanı “peşini ücreti, hemen gelecek dünyevi karşılığı seven, ahirete dair olanı ise önemsemeyip terk eden bir varlık” olarak tarif eder. (Dehr Sûresi, 76/27) İnsan bu aceleci ve peşinci fıtratı sayesinde hakkındaki her güzel şeyin hemen dünyada gerçekleşmesini arzu eder. Hatta iman ve salih amellerinin bile karşılığını dünyada görsün ister. Bugün namazın insan bedenine faydaları, orucun sağlığa ve psikolojimize olumlu etkileri, zekâtın sosyal dayanışmaya katkıları vb hususların, bu ibadetlerin Allah’la münasebetlerimize olan etkilerinden daha fazla konuşulmasında da bu aceleci ve peşinci tavrın etkisi vardır. Oysa Allah, insan için sadece onun dünyasına göre hükmetmez. Çünkü âhiret ile kıyaslandığında dünyanın Allah katında sinek kanadı kadar değeri yoktur. Bu sebeple âhireti bırakıp tamamen dünya ile yetinmek, bütün güzellikleri burada yaşamak istemek, ebedi ve mutluluğunun boyutları insan idrakini aşan bir hayattan vazgeçip karşılığında bir sinek kanadına ve hatta daha aşağısına razı olmak demektir. Üstadın enfes benzetmesiyle “elmasları bırakıp kırık cam parçalarına tenezzül etmektir.”
İşte “insan, cehaleti ve zalimliği, yani yanlış ölçüp tartması, hatalı değerlendirmeleri ve isabetli olmayan tercihleri” (Ahzâb Sûresi, 33/72) sebebiyle böyle davranırken Rabb-i Rahîm’i onun hakkında hayırlı olana hükmeder. Şu halde Allah’a inanan bir insan, dünyada karşılaştığı ve başına gelen her şeyi öncelikle âhirete bakan yönüyle değerlendirmeli ve hakkındaki ilâhi takdirin tamamının Allah’ın hikmet ve rahmetinden kaynaklandığını unutmamalıdır.
Kalp hüzünlenir göz yaşarır
Ayrıca kâinat, içindeki her şeyle Cenab-ı Allah’ın mülküdür. Yaratan O’dur, yaşatan O’dur, rızıklandıran O’dur, idare eden O’dur. Dolayısıyla O, elbette mülkünde dilediği gibi tasarruf edecektir. Yerkürenin ve diğer gezegenlerin hareketleri, günlerin, ayların, mevsimlerin ve yılların değişmesi, ağaçların çiçek açıp meyve vermesi, yeryüzünün kışın adeta ölüp bahar mevsiminde dirilmesi vb bütün hadiseler insanın iradesi ve müdahalesi dışındadır. Allah, insana diğer varlıklara verdiğinden çok daha fazla irade, muhakeme, idrak ve tasarruf imkânı vermiştir. Bu yönüyle insan varlıklar arasında çok özel konuma sahiptir. Bu iradesini hep hayır ve güzellik istikametinde kullanmak, yıkma değil, yapma eksenli bir hayat yaşamak durumundadır. Buna rağmen insanın kendi hayatına dair de ciddi bir müdahalesi söz konusu değildir. Doğumuna, gençliğine, yaşlanmasına, ölümüne, kişilik ve karakter yapısına ve en basitinden anne-baba tercihine bile insan kendisi karar veremez. Hayatımızdaki pek çok husus irademiz dışında bir takım cebrî şartlara bağlıdır ve bu hiç kimsenin reddedemeyeceği bir realitedir. Aynı bunun gibi, hayatımızda karşılaştığımız, maruz kaldığımız ve değiştiremeyeceğimiz bazı şartlar ve durumlar da birer realitedir.
Akıllı ve sağduyulu insan, iradesi ve müdahalesi dışındaki realiteleri gönül hoşnutluğuyla kabul eder ve hayatını, yapacaklarını ona göre planlar. Böyle yapar ve çaresi olmayan durum ve realiteler karşısında zararı kendisine dokunacak faydasız şikâyetlere, sızlanmalara, dertlenmelere girmez. Elbette mahiyetinin câmiiyeti itibariyle her şeyle alakadar olduğundan pek çok şeye üzülebilir. Efendimiz’in (aleyhi’s-salâtü ve’s-selam) oğlu İbrahim’in vefatı münasebetiyle buyurduğu gibi “Gönlü hüzünlenir ve gözleri yaşarır.” Ama muktezayı beşeriyet olan bu tabii hali kalıcı hale getirmemek, isyana ve ye’se sürüklenmemek için insan “Safâ veren şeyleri almalı, keder veren şeyleri bırakmalıdır.” Kendisini dehşete düşüren, katlanmaktan aciz kalacağını düşündüğü durumlarda Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri gibi
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler!
Diyerek olup bitenleri hikmet ve rahmet pencerelerinden seyreder. Kış mevsiminin güzelliklerini düşünüp, aslında onun da bahara bir hazırlık olduğunu tefekkür ettiği gibi her hadiseyi güzel yanlarıyla ve ileride vereceği güzel neticeleriyle düşünür. Şikâyet ve lüzumsuz kederlenmelerle musibeti katlamaz; sabır içinde şükreder.
Bediüzzaman’ın ifade buyurduğu gibi Allah, göz, kulak, ağız, dil, el, ayak gibi pek çok nişanlarlar bezediği, sayısız melekeler, istidatlar, kabiliyetler ve pek çok duygularla donattığı bir vücut elbisesini insana giydirmiştir. Allah, verdiği bu kabiliyetler gelişsin, Rabbini tanımaya ve O’nun yeryüzündeki halifesi olmaya müsait müthiş istidat ve potansiyel inkişaf etsin ve hakiki maksadını ifa edebilsin diye insanı dertler, musibetler, imtihanlar ile evirir, çevirir. Bazılarıyla günahlarını temizler, bazılarıyla derecelerini artırır. Çünkü hayat hareketle kemal bulur, belâlar vesilesiyle terakki eder ve saflaşır. Hareketsizlik, atalet ve monotonluk ise bir nevi yokluktur, yosun tutmaktır daha da kötüsü hastalıklara ve ölüme davetiye çıkarmaktır!
Not: Değerli dostlar, Ramazan bayramınız şimdiden mübarek olsun. Mazlum, mağdur, mahpus, kadın-erkek bütün kardeşlerimize Rabbim tez zamanda kurtuluş lütfetsin. Dünyada da ahirette de hepimize hakiki bayramlar yaşatsın.
Değerli Hocam,
Yazılarınızı yakında takip edip okuyorum.
Bazı yazılarınızdan Cuma hutbesi olarak istifade ediyorum.
Rabbim yar ve yardımcınız olsun.