Dr. KEMAL ŞAHİN
Hukuk Profesörü
Geçtiğimiz günlerde altı yaşında bir çocuğa gelinlik elbisesi giydirip istismar edilmesinin ortaya çıkması üzerine, evlilik yaşıyla ilgili olarak sosyal medyada pek çok kişi, İslam’da evlendirme yaşının küçüklüğüne dikkat çekerek sorumluluğu İslam’a attı. Kuşkusuz altı yaşında bir çocuğun cinsel istismarını meşrulaştırabilecek ne dini ne de sosyo-kültürel bir gerekçenin olabileceğini düşünemeyiz. Bu eylemin ne adına olursa olsun son derece vahşi ve canavarca bir davranış olduğunu söylemek için sadece insan olmak yeterlidir. Bu olayda altı yaşındaki kızını yirmi dokuz yaşındaki adama cinsel istismar için bırakan babanın merhametsiz bir canavar olduğunu; çocuğu istismar eden adamın da bir canavar ve sapık olduğunu söylemek için “bilimsel” bir analize ihtiyaç yoktur. Ancak, böyle bir tavrın İslam’la ilgili olduğunu söylemek, bu konuda Kuran’ın açık hükmünü bilmemekten; basit bir google araması yapmak yerine peşin hükümle konuyu İslam’a bağlama bağnazlığından kaynaklanmaktadır. Pek çok durumda yaş sınırlamaları siyasaya bağlı genellemelerle yapılmaktadır. Halbuki, evlilik için yaş sınırı koymak, halihazırda Dünya’daki mevcut gerçeklikten çok, İslam’la daha çok bağdaşan bir durum; hatta İslam’ın (Kuran’la) zorunlu kıldığı bir vakıadır.
HAK VE YETKİLERİ KULLANMA BAKIMINDAN BELİRLENEN YAŞ SINIRLARI
Belirli hak ve yetkileri kullanmak ya da yapmış olduğu eylem ve işlemlerin sorumluluğunu üstlenmek bakımından hukuk belirli yaş sınırları koyar. Yaş sınırları, ilgili eylem ve işlemi gerçekleştirme bakımından kişinin erişmesi gereken asgari olgunluğa işaret eder. Başka bir deyişle, hukuken öngörülmüş olan yaş sınırına ulaşmamış olan kişinin ilgili eylemi gerçekleştirme konusunda yetkin ya da ergin olmadığı kabul edilir.
Örneğin bir kişinin siyasi hakları kullanabilmesi için gerekli yaş eşiği, dünyanın birçok ülkesinde on sekizdir. Fakat yaş sınırının on altıya çekilmesi konusunda ciddi bir eğilim vardır. Örneğin Brezilya’da, Malta’da, Küba’da, İskoçya’da ve pek çok ülkede -özellikle yerel seçimlerde- oy kullanma yaş sınırı 16’dır. Almanya’da mevcut koalisyonun işbirliği paketinde yaş sınırının on altıya çekileceği yazılıdır.
Siyasal hakları kullanma konusundaki tarihsel sürecin, özellikle evlilik yaşı ile ilgili sürecin tam tersine evrildiği görülmektedir. Siyasal hakları kullanma ehliyetiyle ilgili yaş sınırı aşağı çekilirken, evlilikle ilgili yaş sınırı yukarı çıkarılmıştır. Fakat bu durum, cinselliğin olağan olduğu; tabu kabul edilmediği liberal Batı toplumlarında sex yaşını asla yükseltmemiştir. Hatta özellikle gelişmiş ülkelerde yaşları 15’ten küçük olan çocukların cinsel ilişki deneyimlerinin -bu yaşların mündemiç olduğu bilgisizlikle birlikte- cinsel yolla bulaşan hastalık riskini ve istenmeyen hamilelik riskini ciddi biçimde arttırdığı belirtilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde alkollü içki kullanabilme yaşı 21’dir. Yirmi bir yaşından küçük bir kişiye alkollü içki satmanın ciddi idari ve cezai yaptırımları vardır. 18-21 yaş arası, genç ergin (young adult) kabul edilir. Alkol konusunda tam bir yetişkin değildir bu yaş grubu.
Bazı yetkileri kullanma bakımından hukuk düzenleri daha ileri bir yaş sınırı da uygulayabilirler. Örneğin Anayasa (m.101) Cumburbaşkanı seçilme yaşını en az kırk olarak belirlemiştir. ABD’de Senatör olabilmek için otuz yaşını doldurmak gerekir vs.
Yaş sınırlamalarıyla ilgili gerekçeleri mantıklı bir şekilde ya da pek çok kişinin sevdiği bir anlatımla “bilimsel” biçimde açıklamak mümkün değildir. Çoğu durumda, bu sınırlamaların temelinde sosyal, kültürel etkenler vardır. Hukuk, bu sınırlamaların kaynağını genellikle siyasi (policy, les décisions politiques) olarak açıklamaya çalışır.
Bireylerin yapmış oldukları eylemlerinden dolayı hukuki ve cezai sorumluluklarıyla ilgili yaş sınırlamaları ise tam bir karmaşadır ve açık biçimde sosyo-kültürel relativizmi merkeze koyar. Örneğin, haksız fiil sorumluluğu beş yaşa kadar iner. Cezai sorumluluk bakımından ise yaş sınırı yedi yaşından başlar ve (istisnalar hariç on dörtte biter). Türk Ceza Kanunu, bu sınırı on iki olarak kabul eder birçok Batı ülkesinde olduğu gibi.
Özetle, günümüz modern toplumlarında çoğu zaman hukuki ehliyet ve sorumluluk için belirlenmiş yaş sınırlarının, tıbbi gelişimle doğrudan bağlantılı ve tutarlı olmadığı ve fakat yaş sınırlarının birçok durumda keyfi olarak çizildiği görülmektedir. Bu durum özellikle hukuki yetki/ehliyet durumlarında daha barizdir. Hukuki sorumlulukta ise (kimi kusursuz sorumsuzluk halleri dışında) failin (eylemi gerçekleştiren kişinin) yaptığı eylemin sonuçlarını kavrayıp kavramadığına bakıldığı için bu konuda bir ideal yakalanmaya çalışılır. Bu yüzden de aşağıda görüldüğü gibi hukuki sorumluluk yaş sınırı, hukuki ehliyet yaş sınırının çok altında belirlenir ve sorumluluğun belirlenmesinde failin subjektif durumu dikkate alınır.
EVLENME YAŞININ İSLAM’LA İLGİSİ
Fiziksel olarak bir kimsenin cinsel ilişkiye girebileceği dönem en azından normal bir ergenlik sürecinin tamamlanmasından sonra başlayabilir. Bu durum, zihinsel olgunluk açısından daha geç bir döneme tekabül edebilir. Uzmanlar, puberte (ergenlik) dönemi başladıktan sonra (bu dönem, kadınlarda 8 ila 13 yaş arasında başlamakta) 1.5 ila 6 yıl arasında kadınların cinsel ilişkiye girebilecek (muhtemelen fiziksel olarak) yeterli olgunluğa ulaşabildiğini belirtiyorlar. Bu sürecin kişiden kişiye ciddi farklılık gösterdiği görülmektedir. Başka bir deyişle, bir kız on dokuz yaşında bu süreci tamamlarken, bir başka kız on iki yaşında bu süreci tamamlamış olabilmektedir. Elbette bu durum, on iki yaşında bir çocuğun, cinsel ilişki deneyimi yaşayabilecek ya da evlenebilecek bir olgunluğa eriştiği anlamına gelmez.
Batı toplumlarında lise döneminin daha ilk yıllarında (on üç-on dört yaşlarında) öğrencilerin kayda değer bir kısmının cinsel ilişki deneyimi yaşadığını düşündüğümüzde, meseleyi sadece evlilik açısından değerlendirip ahlaki bir duruş ortaya koymak ve bunun objektif olduğunu söylemek pek gerçekçi görünmemektedir. Guttmacher Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre, on iki yaşında kız çocuklarının % 1’inin sex deneyimi yaşadığı görülmektedir. Bu oranın hiç de azımsanmayacak ciddi bir rakam olduğu gözden kaçmamalıdır. Cinsel ilişki deneyimini sadece fiziksel/anatomik bir gelişmeye bağlayıp, psikolojik etkenleri gözardı etmek kişisel gelişimi sadece fiziksel büyümeden ibaret görmektir ki, bu da insanı sadece et ve kemik olarak tanımlamaktır.
Günümüzde rızaya bağlı cinsel ilişki yaşı, küçük ve yetkişkin arasında en az on altı olarak tespit edilirken; iki tarafın da küçük olması durumunda yaş sınırı on dörte kadar düşebilmektedir. Bu durum, Romeo ve Juliet hukuku olarak ifade edilmektedir. William Shakespeare’in ünlü trajedisi Romeo and Juliet’te Romeo’nun yaşı on altı, Jüliet’in yaşı ise on üçtür. Aslında 19. Yüzyıla döndüğümüzde evlenme yaşının büyük ölçüde ergenlik yaşı olduğunu görürüz. Dolayısıyla, bugün evlilik yaşının genellikle on yedi ve üzeri olarak tayin edilmesi insanlık tarihini göz önüne aldığımızda çok yeni bir durumdur. Yüzyıl geriye gittiğimizde kadın erkek eşitsizliğinin neredeyse dünyanın her yerinde kural olduğunu görürüz.
Roma hukuku, evlilik yaş sınırını kadınlar için on iki olarak belirlerken, puberte (anatomik olarak çocuk doğurabilecek yaşa ulaşma) ölçütünü getirmiştir. Antik Çin’de yaş sınırı, kızlar için 13, erkekler için 15 olarak belirlenmişti ve dönem dönem siyasaya bağlı olarak bu sınırlar değiştirilmiştir.
Dahası, günümüzde çocuk (on sekiz yaş altı) evliliklerin özellikle Güney Asya, Sub-Saharan Afrika, Latin Amerika ve Karayipler’de yaygın olduğu dikkate alınırsa konunun İslam’la değil, sosyo-kültürel etkenlerle ilgili olduğu görülür.
Kuran’da evlenme yaşı belirtilmemiş, buna karşılık evlilik çağı ve reşit olma kriteri getirilmiştir. Dolayısıyla, bugün evlilik yaşının on yedi ya da on sekiz olarak sınırlandırılması tamamen Kuran’a uygundur. Bu belirlemenin neden on altı değil de on sekiz olması gerektiğinin bilimsel bir tavır olduğunu söylemek tamamen temelsizdir. İnsanlık tarihini, sosyo-kültürel faktörleri göremeyen, anlamayanlar günümüzde yapılan kimi belirlemelerin evrensel ve objektif olduğunu; çoğu zaman da “bilimsel” olduğunu savunarak, bu görüşe katılmayanları derhal “yobaz ve bilimdışı ilan ediyorlar. Halbuki modern toplumların yaş sınırlamaları ile ilgili belirlemeleri incelendiğinde ortada halen objektif, evrensel bir ölçütün olmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla, kabul edilen on sekiz yaş erginlik sınırının objektif evrensel bir temelinin olduğunu savunmak; fakat İslam dininin bu evrensel gerçekliğin aksine bir duruşunun olduğunu iddia etmek, tamamen temelsizdir. Zira Kuran’da evlilikle ilgili bir yaş sınırlamasının olmaması, evlenme ehliyetinin ergenlikle birlikte reşit olmaya (erginlik) bağlanmış olması, yukarıda belirtilen bilimsel değerlendirmelere tamamen uygun olup, aslında bir ideali ortaya koymaktadır. Evlilik için herkes için geçerli olacak bir yaş belirlemek ise, bilimsel gerçeklik karşısında ideal olmayıp; belki zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelen bir siyasa olmaktadır. Bu bağlamda İslam hukukçularının genellikle evlilik akdi için on yedi-on sekiz gibi yaş sınırları koymuş oldukları dikkate alındığında, çocuk evliliklerinin İslam’la ilişkili olduğu iddialarının konformist bir cehalet olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu cehalet çift yönlü işlemektedir. Bir taraftan kız çocuklarının küçük yaşta evlenebileceğine inanan ve evlendiren cahil dindar toplum, diğer yandan bu yanlışın İslam’dan kaynaklandığını zannederek dine saldıran seküler kesim.
SONUÇ YERİNE
Türkiye’de her çocuk evliliğini İslam ile ilişkilendirmeye çalışan geniş bir kesim vardır. Ancak, bu yanlış sonuca ulaşırken basit bir Google araması yapmak yerine peşin bir yargıyla çocuk evliliklerinin ya da istismarının İslam’la ilişkisi olduğunu ileri sürmektedirler. Halbuki gerçek, bu evliliklerin ve çocuk istismarının hiçbir biçimde İslam’la ilişkisinin olmadığını göstermektedir. Çocuk evlilikleri, İslam coğrafyasına -hele İslam tarihine- hiç özgü bir durum değildir. Kuran açık biçimde evlenme ehliyetini hem anatomik ergenlik erişimine hem de rüşd (evliliğin sonuçlarını kavrayabilecek bir olgunluk) yaşına ulaşmaya) bağlamıştır. Kuran’ın bu yaklaşımı, aslında tam bir ideali temsil etmektedir. Zira, olgunluk yaşı için yaş sınırı koymak, anatomik ve sosyo-psikolojik gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Elbette bu, bir alt sınır konulmayacağı anlamına gelmez; fakat bu alt sınırın on sekiz yaş olması gerektiği iddiası, bir siyasa zorunluluğudur. Başka bir deyişle, kuralın uygulanması bakımından kişiye özel bir değerlendirme yapmanın güçlüğünü izale etmek için on sekiz yaş sınırı uygulanmaktadır. Halbuki on yedi yaşında bir kız, on dokuz yaşında başka bir kızdan hem anatomik hem de zihinsel olarak daha gelişkin olabilir. İslam alimlerinin (Hanefi fıkhı) evlilik yaş sınırını kız çocukları için asgari on yedi olarak belirlemiş olmaları, Kuran’daki anatomik gelişim kriteriyle birlikte rüşd kriterinin karşılanması bakımından yerinde bir içtihat gibi görünmektedir. Yine de, Juliet’i on üç yaşında karakterize eden Shakespeare’in -ve o dönem yaşayan neredeyse tüm insanlığın- sapık olduğunu iddia etmek, bugün modern tabuların altında ezilen insanlar için cazip olsa da gerçekçi -hele “bilimsel”- hiç değildir.