YORUM | EMİNE EROĞLU
“Siyaset,” der Üstad, “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesidir.”
Hele, nefret, toplumda maya tutmuş, bütün işler savaş mantığı ile çözülür hale gelmişse… Şerrinden Allah’a sığınılması gereken en çirkin, en gaddarâne, hakiki sûretini gösterir.
Toplumsal bedeni, Süfyaniyet mikrobunun üreyebileceği kadar zayıflatır.
Rahmeti ve gazabı kendi vasfı olarak gören, ilahlık iddiasındaki muktedirin yalancı cennet ve cehennemler inşa etmesine izin verir.
Ahmak şeytanlar köşe başlarını tutar.
Yalanı süsleyip çoğaltarak beşerin gerçeklik algısını bozan zift medyası, sistemin büyücüleri; cellatlığı meslek haline getirmiş taraftarlar karanlığın bekçileri haline gelirler.
DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN BÜYÜCÜLERİN ŞERRİ
Bediüzzaman, Felak Suresi’nin beş ayetinde işaret edilen dört şerrin, Allah’a sığınılması gereken katman katman anlamları olduğuna dikkat çektikten sonra, sureyi kendi zamanına bakan yönüyle tefsir eder.
Üstad’a göre, dördüncü ayetteki düğümlere üfleyen büyücüler, “savaş taraftarı siyasiler ve onların kontrolündeki medya”dır.
Kendi selamet ve menfaatleri için “küre-i arza ateş atan üfleyiciler.”
Onlar, şerrin ta kendisidir: Yalanın ta kendisi. Hasedin ta kendisi. Karanlığın ta kendisi…
Cisme bürünmüş kötülük, utanmazlık, doymazlık.
Büyüleri, diplomatik entrikaları ve siyasi propagandalarıdır. Medyanın diliyle yığınların karışık düşünce ve duygularına zehir üfler, gizli plânlarını telkin ederler.
Nihayetinde toplumsal yazgının Kürt meselesi, Alevi meselesi, milliyetçilik, din düşmanlığı gibi düğümlerini kördüğüm haline getirir, bin senelik birlikte yaşama kültürünü mahveder ve şerleri vücuda gelmeye hazırlarlar.
Kibirlerine bile dini bir kisve giydirir; ulu’l emr, halife, fatih, kurtarıcı, gazi gibi payelerle yoka varlık rengi verirler.
Savaş, o büyücülerin kendi toplumlarını efsunlayarak attıkları ateşin adıdır.
HALKIN ŞERRİ
Surede geçen ilk şer, “yaratılmışların şerri”dir.
Ve zulmü, bir haddi aşmışlık, sınır tanımazlık olarak tanımladığımızda, kendisine irade verildiği için, “şerrin öznesi” olarak gözler yine insana çevriliverir.
Bediüzzaman, ilgili ayette “Halkın şerrinden kendinizi koruyunuz!” iması olduğunu söyler. Kur’an hizmetinde çalışanlar için gizli (şimdi açık) bir “imha planı” olduğuna dikkat çekerek…
Hani, “İnsan insan derler idi/ İnsan nedir şimdi bildim!” der ya Muhiddin Abdal bir şiirinde.
Bilinir, zalimlerin varlık adına değil, şeytan gibi yokluk alemi hesabına çalıştıkları. İnsaniyet ufkunu kirlettikleri. Dengeleri alt üst ettikleri…
Bilinir, babanın evlada düşman olabileceği. Yirmi yıllık eşini “terörist” diye boşayanların çıkabileceği. Bebeklere bile reva görülen zulme vicdanların sessiz kalabileceği…
Her şeye rağmen insan olabilenlerin saf ve pürüzsüz halleri de, insaniyetini bir elbise gibi çıkarıp atanların vahşeti de, zamanı “şimdi” yapan fırtınanın penceresinden görünür hale gelir.
KARANLIĞIN ŞERRİ
Şerrin bir mikrop gibi üreyip çoğaldığı yerdir “karanlık.”
Hele bir karanlıklar ülkesinde yaşıyorsanız. Batıl hak suretine bürünmüşse ve ak olduklarını iddia edenler zifiri karanlıksa…
O zaman cehaletin karanlığı, faşizmin karanlığı, şiddetin ve galeyanın, nefretin ve tecavüzün, savaşın ve nihilizmin karanlığı aynı yokluk denizine akar.
Tefsir-i Kebir sahibi Fahriddün Er-Râzî, “Geceleyin yırtıcı hayvanlar inlerinden, haşereler deliklerinden çıktığı, hırsızlar ve soyguncular hücuma geçtiği, yangınlar olduğu ve yardım imkanı azaldığı için gecenin şerrinden Allah’a sığınılmıştır” der.
Râzi’nin tefsirini, “İşkenceciler inlerinden, kanun tanımazlar deliklerinden zulmün karanlığında çıktığı, muktedirler aynı karanlıkta çalmayı devlet geleneği haline getirdiği, ahlaksızlık toplumsal bir yangın haline geldiği ve mazlumlara yardım imkanı azaldığı için gecenin şerrinden Allah’a sığınılmıştır” şeklinde okuyabilmek de mümkün.
HASETÇİNİN ŞERRİ
Bediüzzaman, modern zamanda savaşları “dehşetli hasetler ve rekabetler”in çıkardığı kanaatindedir.
Hasedin dehşetlisi, hizmete yönelen hasette görüldüğü gibi, hazımsızlıkla başlayan, çekememezlikle hezeyana dönüşen, sonra da bir tufan olup önüne gelen her şeyi yıkan o müthiş cinnet hali olsa gerek.
Hitler’i, Cemil Meriç’in tabiriyle, “Deli Teke” haline getiren duygu.
“Ben yaptım, ben yarattım, her şey benim eserim!” iddiasındakilerin kendi çukurluklarını ortaya çıkaracak yükseltileri aşağıya indirme çabası.
Başkalarına ait fazilet ve meziyetlere tahammül edemeyenlerin hayata ve insana karşı yıkıcı öfkesi.
Altında kalıp ezildikleri egolarıyla dünyaya sığmayanların kaderin adaletine olan itirazları, Allah’ın rahmet ve adaletine düşmanlıkları.
SABAHIN RABBİNE SIĞINIRIM
“Asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve mânevî şerlerine ve inkılâplarına ve savaşlarına parmak basmak ve mânen “Bunlardan çekininiz” diye emretmek, elbette Kur’ân’ın mucize oluşuna yakışır gaybî bir irşaddır.” diyor Hazreti Pir.
Madem o “dehşetli ve fırtınalı maddi ve manevi şerler” bitmiyor, devam ediyor; öyleyse çok sağlam, kudsi bir kale bulup sığınmalı.
Yarattığı şeylerin şerrinden.
Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden.
Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücülerin şerrinden.
Ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden…
Kime? Sabahın Rabbine.
Aydınlığın Rabbine. Aşkın ve şevkin Rabbine.
Kışları baharlara, geceleri gündüzlere inkılap ettiren ümidin Rabbine.
Sığınmalı ve “güftesi kadim, bestesi yeni diriliş şarkıları” söylemeye devam etmeli.