YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Bu muhalefetten etkili ve kapsamlı bir rejim eleştirisi neden çıkmıyor? Hatta etkili veya kapsamlıyı da geçelim, bu muhalefet neden var olan diskura eleştirel yaklaşmıyor? Karşısında bu kadar zayıflamış bir Erdoğan ve AKP varken, neden bir türlü başarılı bir grafik çizemiyor? Bu soruların yanıtlarını arayacaksak eğer, önce şu soruları sormaya başlamalıyız: Türk muhalefetini neler birleştiriyor? Türk muhalefetinin birleşmesine engel olan nedir?
Önce muhalefeti birleştirenler ne, ona bakalım.
Kürt düşmanlığı:
Türkiye’de – HDP dışındaki – tüm partilerin ortak özelliği, Kürt düşmanlığıdır. Kürt düşmanlığından doğrudan ırkçı bir antipatiyi kastetmiyorum. Tabi o da mutlaka latent ya da açık, bazı muhalif parti ve siyasi hareketlerde vardır. Fakat Kürt düşmanlığı ile vurgulamak istediğim şey, yani esas mesele, İttihat ve Terakki’den bu yana devlet politikası olmuş olan asimilasyoncu politikaların onayıdır. Modern Türk devleti, etnik homojenleştirici bir devlet olarak doğdu. Bu devlete adını veren etnik (ırki) topluluk Türklerdir. Her ne kadar aslından Türk denenler de linguistik manada Türkofon – anadili Türkçeleşmiş – Anadolu yerlileri de olsa, milli ideolojiye göre ırki Türklerdir. Bundandır ki, bu Türkler, Türkiye dışındaki etnik Türklere yönelik olarak “kardeşlerimiz” ya da “akrabalarımız” diyorlar. Diğer taraftan Kürtler kendi tepkisel milliyetçiliklerini geliştirdiklerinde ve Kürt ulusal kimliğini başat kimlik olarak vurguladıklarında, onlara “Yapmayın, Türklük ırksal-etnik bir kimlik değildir, anayasal kimliğimizdir. Hepimiz Türküz!” diyorlar.
Kürtlerin kendilerini ifade eden dillerine, kültürlerine, folklörlerine, yer adlarına (kent ve köy isimlerine), evlatlarına verdikleri isimlere, müziklerine, coğrafyalarına, kısaca Kürde ait ne varsa hepsine karşı çıkıyorlar. Onları külliyen yok addediyorlar. TBMM’de Kürt dilinden bahsederken “tanımlanamayan bir dil” ibaresi kullanıyorlar. Kürtlerin tüm yerel yönetim ve eğitim politikalarına ilişkin beklentilerine karşılar. Kürtlerin haklarının avukatlığını üstlenen ve yüzde on dörtler dolayında oy alan HDP’yi terörist olarak niteleyen bir bakış hâkim. Bu sadece MHP veya İYİp’in bakış açısı değil. CHP’de de böyle bir damar var. Kürtlerin varlığı, Türklerin ideolojik ve kimliksel endoktrinasyonunu boşa düşürüyor, onu yalanlıyor. Onların gözünün içine bakarak, “biz varız ve Türk değiliz” diye haykırıyor. Bu durum, Tüm muhalefeti partiler üstü manada birleştiriyor.
Devletin kutsanması:
Bu da muhalefetin üzerinde anlaştığı bir pozisyondur. Türk devleti, Türkiye toplumundan – yani vatandaşlardan – daha önemlidir. Bu devletin varlığı, bireylerin yaşam hakkından bile daha kutsaldır. Bireylerin görevi bu devletin sürekliliğinin sağlanmasıdır. Devletin nasıl bir devlet olduğunun önemi yoktur. En asgari beklenti, gidecekleri başka bir yer olmamasıdır. Bu, Türk devletinin kutsanmasına yeter. Bu devlet ataerkildir ve bir baba gibi, gereğinde sever, gereğinde döver. Bu devlet devletsizlik paranoyasından kaynaklı bir kutsiyet ediniyor. Yedi düvelin aleyhine çalıştığı, dünyanın tüm güçlerinin karşısında olduğu, herkesin bölüp parçalamak istediği bir devlettir. Bu devleti her halükarda savunmamak kabul edilemez. Bu devleti eleştirenler, mutlaka bir yabancı menşeli ajandaya sahiptirler. Bu ajandayı dış güçler topluma sürekli bir kamuflaj içinde paketli olarak yutturmak istemektedirler. Bu kamuflaj kimi yerde azınlık hakları, kimi yerde insan hakları, genelde ise liberal demokratik her şeydir. Tüm değerler bütünü olarak, demokratik hukuk devletinin gerekleri, karşısında devletin ideolojisini bulunca, yerli-milli muhalefet bunlarla mücadeleyi seçer, yani devletlu bir tutum ve pozisyona bürünür. Eğer muhalefet sıralarında her şeye rağmen evrensel insan hakları gibi normları savunanlar çıkarsa, derhal dışlanırlar.
Liberal demokrasiyle sorunlar:
Bu bizi ister istemez Türkiye’nin liberal demokrasiyle olan kronik sorunlarına götürür. Türkiye’de neredeyse 150 yıllık bir modernleşme tarihi vardır. 1950’lerden bu yana iyi-kötü çok partili yaşam denemesi sürmektedir. Türkiye Avrupa Konseyi üyesidir, NATO üyesidir, OECD üyesidir, G-20’dedir, tüm Batılı kurum ve kuruluşların içindedir. Fakat hala liberal demokratik değerlerle sorunu vardır. Liberal değerlerin Türkiye’ye iyi gelmeyeceği, bünyenin buna müsait olmadığı inancı, muhalefet arasında hâkim kanıdır. Diğer bir kesim muhalefet ise, doğrudan doğruya liberal demokrasiye karşı pozisyon alır ve onu Batılıların bir kültürel öğesi sayar. Buna göre Müslüman mahallesinde salyangoz satamazsınız. Türk-İslam sentezci bu bakış, Batı’yı öteki olarak kabul eder, dolayısıyla da Batı’nın kültürel ürünü olarak gördüğü liberal demokrasiyi de zaten sadece seçimsel boyutu ile kabul eder. Onu da popüler desteklerine güvenerek kabul eder. Eğer popüler destekleri olmasa, bu “mankurtlaşmanın” da mutlaka karşısında olurlardı ve fazla milli irade lafı da etmezlerdi. Seküler kanat da Batı’yı fazla sevmez. Onlara göre Batı’nın bazı öğeleri alınmalı, ama çok seslilik ve ademi merkeziyetçi demokrasi gibi şeylerden uzak durulmalıdır. Sınırları Atatürk’tür. Şapka veya takvim iyidir, ama azınlık hakları veya yerinden yönetim gibi özellikler bölücülüğe hizmet eder (malum, Kürt fobisi!).
Problemlere teşhis koyamayan muhalefet:
Muhalefeti birleştiren diğer bir özellik, problemlere teşhis koyamamak, ya da koymamaktır. Türkiye muhalefeti pansumancı ve yüzeysel eleştiri yapar. Devlet merkezci oluşu, liberal demokratik değerleri benimsememesi, normlar ve değerler evreninin ve ideolojik sosyalizasyonlarının gereği olarak, tabandan tepeye örgütlü, modern ve insan haklarına dayalı değerleri benimsemiş, buna uygun reformcu stratejiler ortaya koymuş bir muhalefet yoktur. Problemler genelde karşılarındaki iktidara yönelik saptanır, onda da karşılarındaki iktidarın liderinin kişisel özelliklerine, hatalarına, tercihlerine, yönetim stiline, ideolojik görüşlerine vs. yönelik yüzeysel tepkilere odaklanılır. Ülkenin yapısal sorunlarına yönelik teknik ve sofistike politika alternatifleri üretilmez. Genelde muhalefet retoriksel düzlemde gerçekleşir. Bolca laf üretilir, ama topluma sistemli, ayakları yere basan ve ikna edici bir alternatif sunulmaz. Özellikle Kürt sorunu gibi, sosyo-ekonomik eşitsizlikler gibi, devlet ideolojisi gibi, eğitim politikaları gibi, çevre gibi, kalkınma planları gibi somut politika alanlarında muhalefetin esamisi okunmaz.
Rejimin parçası olmayı stratejik gören muhalefet:
Türkiye’de muhalefet rejimi değiştiremez, çünkü rejim devlete ilişkin bir alandır. Devletin değişimi ve dönüştürülmesi üzerinden muhalefet yapılmaz. Rejimin partiler üstü olarak gördüğü konular devlete eklemlenir ve muhalefet edilebilirlik özelliğini kaybeder. 15 Temmuz gibi, ya da 17 Aralık gibi. Bu tür konular devlet resmi tarihinin bir parçası haline geldikleri oranda muhalefetsizleştirilmiş ve iktidar için tehlikeli olmayan alanlar haline gelir. Dahası, muhalefet, bu durumdan yarar devşirmenin dayanılmaz cazibesine kapılır. Bu devlet ne kadar ceberutlaşırsa ceberutlaşsın, ne kadar hukuk dışına çıkarsa çıksın, onu fethetmek ve sonuçta onu kontrol etmek muhalefet için o kadar cazipleşir, onun güç susuzluğunu giderecek bir menbaya dönüşür. Bu durumda muhalefet rejimi değiştirmek, yıkmak ya da dönüştürmekten ziyade, rejimi kontrol etmek, ona hâkim olmak, onu kendisinin kılmaktır. Bu nedenle rejimle uyumlu olmak, muhalefet için stratejik bir tercih, hatta bir önceliktir.
Peki, bu muhalefetin ayrıldığı hiçbir şey yok mu? Bunlar bu kadar yeknesak mı? Bu kadar birbirinin aynısının tıpkısı mı? Elbette değil. Birçok alanda muhalefet anlaşmazlık potansiyelleriyle doludur. En başta gelenleri nedir?
Dinin kamusal alandaki rolü:
Türkiye’de muhalefet, dinin kamusal alandaki rolü bağlamında ayrışır. Buna göre mesela nasyonalizm (milliyetçilik) konusunda seküler ve dini nasyonalizm (sol ve sağ nasyonalizm) olarak parçalanır. Türkiye’de en önemli ideolojik dinamik tartışmasız nasyonalizmdir. Türk devletinin ana zemini, yaratılan kimliğin dayanak noktalarından biri, doğrudan bu konuyu alakadar eder. Ulusal kimlik – Türk etnik kimliği – dini tanımlandığında Türk-İslam sentezci versiyon, seküler/laik tanımlandığında ulusalcı versiyon devreye girer. Türk politik spektrumu milliyetçiliğe yaklaşım nüanslarından ibaret farklılık gösterir. Buna göre dünyada evrensel sol-sağ ayrımı, Türkiye siyasetinde geçerli değildir. Bu şablonu kullanan Türkiye okumaları bu nedenle başarılı olamıyor.
Rekabet:
Elbette bahsedilen farklılıklardan ve grup çıkarları temelli rekabetten dolayı, Türkiye muhalefetinde yarılmalar vardır. Her parti ballı börek devletin başına geçmek, kendi kadrolaşmasını yapmak, devleti kendi tercihlerine göre yönetmek, kendi ideolojik yaklaşımlarını devlet eliyle halka dayatmak ister.
Bu sayılanlar, Türkiye’de – HDP hariç – yerli ve milli bir muhalefetle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Bu muhalefet neden rejimi değiştirmek için hamle yapmıyor sorusuna yanıt aramak bağlamında, bu yazı sadece bazı önemli noktalara ışık tutuyor ve bu soruyu kesin olarak yanıtlama iddiasında da değil. Türkiye siyaseti çok sisli ve muhalefet de bu sisli alanın içinde. Muhalefeti iyi anlamadan, bu rejimi ayakta tutan dinamikleri de teşhis etmek sanırım imkânsız. Rejimin iktidar ve muhalefet kanatlarının bir simbiyoz olduğunu unutmamak lazım. Evrensel hukuk ve insan haklarını tümüyle benimsememiş bir muhalefetten, bu rejimi dönüştürmelerini ve ülkeyi demokratikleştirmelerini beklemek mantıklı görünmüyor.
Yazınız yine çok güzel , asimilasyon cu faşist politikaları çok güzel tarif etmişsin iz ancak HDP konusu gri bi konu . HDP PKK dan bağımsız hareket edemez çünkü PKK izin vermez . Diyarbakır belediye başkanı Osman Baydemir i bile yargılayan güçten bahsediyorum. Sözün özü muhalefeti n doğru olduğu tek nokta HDP nin PKK ile organik bağıdır. Doğudaki asimilasyon cu politikalar terk edilip , bataklik kurumadan PKK bitmez, PKK bitmeden HDP bağımsız davranmaz…
Bütün mesele türk özgür mü olacak yoksa dünyadan soyutlanacak mı? Türk kürtlerin hakkına sahip çıkacak mı çıkmayacak mı? Her türk devlet kadrosuna girecek mi giremeyecek mi? Her türkün devlet karşısında hakkı güçlenecek mi kısıtlanacak mı? Türkün batı gibi refah içinde yaşama talebi olacak mı olmayacak mı? Türk demokrasiye kavuşacak mı? Yani kılıçdaroğlu türklere demokrasi getirecek mi yoksa kutsal devlete mi hizmet edecek? Kürtlere hakkını vermemek için pkk yı bahane edecek mi etmeyecek mi? Hdp kesinlikle türk partilerinden ayrı değil. Karşı cephede görünmektedir. Zaten öyle görünmesi istenmektedir. Bu türklerde sürekli bölünme paranoyasını taze tutmak için gereklidir. Devlet nedense kürt ve türkün kavuşmasını istemiyor. Kürtlere hakkını verirse kendi sonunu getirmiş olacak ‘devlet’. O yüzden ayrı tutuyor ancak bölünme düşüncesini de canlı tutmaktadır. Pkk ile ayırıyor, hdp ile bölünme duygusunu canlı tutuyor. Devlet türklere hiçbir hak vermek istemiyor. Türkler az kalsın avrupaya giriyordu. Avrupalı dostları yardımıyla türkleri avrupadan uzaklaştırdılar. Ortada bıraktılar. Yani ne avrupa ne orta asya. Biraz ortadoğu tipik muhaberat işte. Ortada duracak. Kılıçdaroğlu bu rejimin başına geçecek. Açlıktan ölmüş insanlar onu alkışlarla karşılayacak. Nasıl bir devletin başına geçtiğine bakmayacaklar. Zaten helalleşmesini de yaptı bitti gitti. Bütün geçmişi bir cümlede sildi. Batı böyle ortada tek ayak üzeri duran bir devlet istemektedir. İki yunan gemisini kovalarsınız türklere devletin kendilerine ait olduğunu hissettirirsiniz, milli duygular kabartılır. Kılıçdaroğlunun yolundan gidenler yakında irana turistik gezilere başlayacaklar. Avrupa ise irticayı destekleyen odak olacak. Dikkat ederseniz bu uzun soluklu bir projeydi. Yıllardır kılıçdaroğlu iran oluyoruz demiyor. Tam da perinçekin iranı antiemperyal kahraman ilan ettiği dönemler. Ama bizi uyarmışlardı. Demişlerdi ki ya kemalizmi kabul edin yada iran olursunuz. Olursunuzun anlamı aslında yaparız demekmiş. Türkler olup biteni milli duygular, düşmanlar üzerinden okursa kendisini yani benliğini bulamaz. Benliğini bulamayan demokrasisizlikten nasıl kıvrandığını farkedemez. Kılıçdaroğlunun yüzeysel kalmasının nedeni bu. Yani benliğe inen gerçekçi politikalar üretmemeleri. Zaten devlet zor duruma düştüğünde hemen irtica, laiklik devreye giriyordu, paranoid düşünceler benlikleri etkisine alıyordu. Şu anda kullanılan kavramlar demokrasi, insan hakları, özgürlükler değil; bölücüler, düşmanlar, hainler, ermeniler, yunanlar, darbeciler gibi egonun temel ihtiyaçlarından oldukça uzak ve belirsizlik içinde kötülerin, düşmanların olması. İşte bu ortamda iyiler gelecektir. Kılıçdaroğlu yeni iyi olarak kendini hazırlamaktadır.