Ana Sayfa Manşet Yeni rejim ve ordu

Yeni rejim ve ordu

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

İster beğenelim ister beğenmeyelim, Türkiye’de Ordu devletin kurucu unsurudur. Türkiye Cumhuriyetini askerler kurdu. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü başta olmak üzere cumhuriyetin kurucu kadroları asker kökenliydi. Dahası, bu kadro, 1800’lü yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda reformlarla başlayan bir kıpırdanış sürecinin ürünleriydi ve kendilerinden önceki kadroların devamıydılar. Bu bağ, Osmanlı ile Cumhuriyet’in tarihlerinin bir halef-selef ilişkisi olması gerçeğini doğurmuştur. Cumhuriyet kurulduğunda, Osmanlı geçmişinde yaklaşık 100 yıllık bir devleti dönüştürme süreci yaşanmıştı. Modern dünya tarihinin tüm dinamikleri Osmanlı aydınlarını etkilemişti. Reformasyon, Rönesans, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, Aydınlanma, milliyetçilik, ulus devlet, vatan konsepti, diğer çağcıl ideolojik pozisyonlar; hepsi de Osmanlı aydınlarını meşgul etti, etkiledi, ve elbette bunların sosyolojik ve politik yansımaları oldu. Ancak önemle vurgulamak istediğim nokta odur ki, ordu veya askeriye tüm bu etkilerin en fazla kendisine yer bulduğu, en fazla etkisi altına aldığı, en çok devletin dönüştürülmesinde itici güç olarak kullanıldığı toplumsal kesim oldu. Bu, orduyu Türkiye tarihinde dönüştürücü bir elit grup haline getirdi. Osmanlı’yı dönüştüren askerler, modern Türkiye tarihini de belirlediler.

15 Temmuz 2016 tarihindeki lanetli darbe kalkışması, Türkiye’deki tüm sosyolojik ve politik koordinatları allak bullak etti. Bu arada askeri liseleri ve Harp Okulunu lağvederek, Osmanlı-Türkiye düzlemindeki devlet taşıyıcısı olan bir geleneği de yok etti. Ordu Osmanlı’da siyasi bir kurumdu, Türkiye de bunu devraldı. Ancak bunun çok ötesinde, tüm devletlerde olduğu gibi, ordu devletin sahibi olduğu kara, deniz ve hava ülkesini kontrol etmede – yani var olmada! – en hayati ve anahtar kurumuyken, 15 Temmuz sonrasında Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki toplumsal parçalanmışlığın bir öğesi durumuna getirildi. Esasında Türkiye’nin güçlü ve kurumsal ordusu, bir parti-tek adam silahlı gücüne indirgendi. Harp Akademisi’nin ve Harp Okullarının, askeri okulların ve diğer eğitim kurumlarının ortadan kaldırılarak Milli Savunma Akademisi türü bir yapı altında bu kurumları “sivilleştirmek” asla ordunun siyasete müdahalesine engel oluşturacak bir altyapı reformu değildir. Olan, tam aksine orduyu siyasetin güdümüne sokarak, ordu içi fraksiyonların gelecekte çok parçalı bir ordu meydana getirerek, siyasi mücadeleye girişmelerine sebep olacaktır. Çünkü artık orduda liyakat değil, siyasi bağlantılar sayesinde ilerleme ve kariyer şansı yakalayacak yeni jenerasyon komutanlar, kendi askeri (ve siyasi) geleceklerini, ülkenin ali menfaatlerinden izole ederek, kendi kişisel çıkarlarını önceleyeceklerdir. Bu bakımdan ordu Türkiye’de artık bildiğimiz ordu olmaktan çıkmış, siyasi bir oyun alanına dönüşmüştür.

Elbette eskiden de siyaset ve ordu arasında görece bir dinamik vardı. Fakat orduda askeri kariyer büyük ölçüde liyakate uygun olarak ilerlemekteydi. Yüksek Askeri Şura görece özerk bir yapıydı. Burada siyaset üstü olmasını falan savunmuyorum YAŞ’ın. Fakat devleti oluşturan kilit konumların siyasi partilerin kadro arka bahçesi olmalarının zararına işaret etmek istiyorum. Bugün TSK, tüm yapısıyla birlikte Saray’ın bir unsuru olmuştur. Saray’dan kast ettiğim, yeni rejimdir. Elbette yeni rejimde bazı askeri unsurlar da veya derin yapılar da etkin olabilir. Daha önce işaret ettiğim üzere, bunların kanıtlarını henüz ortaya koyamıyoruz. Tabiatıyla devletlerin iç karar alma mekanizmaları son derece gizlidir. Özellikle enformel karar alma mekanizmaları böyledir. Demokratik hukuk devleti normlarında bir karar alma hiyerarşisi olmayan rejimlerde bu enformel ilişkiler ana belirleyici oluyor. Bu, siyasi çözümlemeleri zorlaştırıyor, hatta olanaksız hale getiriyor. Bugün Türkiye böyle bir yapıda. Anayasal devlet mimarisi çöktüğü için, anayasasız (ve yasasız) bir şekilde yönetiliyor. Ez cümle, askeriye de bu kaotik yapıdan nasibini almakta. TSK, an itibariyle üzerinde daima siyasi kontrolü ve Demokles’in kılıcını hissediyor. Kolay değil; sabah uyandığınızda hain ilan edilip hapse atılıyorsunuz! Dün kahraman denen F16 pilotları bugün asılsız fabrikasyon iddialar temelinde görevden alınıyor, kariyerleri ve hayatları bitiriliyor.

Tarihte Türk ordusunun bu kadar ayağa düşürüldüğü, aşağılandığı, itibarsızlaştırıldığı, karalandığı, tahrip edildiği bir başka dönem olmamıştır. Dahası, gelişmiş ve köklü devlet geleneği olan devletler, ordularına önem verir, gözleri gibi bakarlar. Bilirler ki, modern devlet oluşumunda ordular, devletin ana çekirdeğini oluşturur. 15 Temmuz sonrasında Türkiye, fiilen ordusuzlaştırılmış, ordunun içindeki tüm kariyer gelişim süreçleri allak bullak edilmiş, emir komuta zinciri bozulmuş, kıdem kriteri bir kenara itilerek, siyasi beklentilere göre gelecek komuta kademeleri tasarlanmış, her şey rejimin menfaatine olacak şekilde dönüştürülmüştür. Esasında bu bir dönüştürmeden çok bir tahribat, bir yıkım, bir sabotajdır.

15 Temmuz sonrasında ne kadar yetişmiş ve yetkin kadro varsa, asılsız ve fabrikasyon suçlarla ordudan atılmış, kriminalize edilmiş, işkence ve aşağılayıcı kötü muamelelere tabi tutulmuştur. Darbe girişimine katıldığı bile ortaya net olarak konamayan yüksek rakamlarda subay bugün hapishanede çürütülmekte, onların eşleri ve çocukları da korkunç bir zulme uğratılmaktadır. Yurtdışında görevli NATO’nun çeşitli birimlerinde vazife ifa etmekte olan ve 15 Temmuzda başka ülkelerde görevli bulunan personel, darbe iddialarından nasibini almış, her biri gıyabında mahkûm edilmiş, Türkiye’ye herhangi bir gerekçe ile geri çağırılan ve dönen subaylar tutuklanmış ve cezaevine konulmuştur. Bu subayların TSK’nın gözbebeği olduklarını özgeçmişlerine bakan herhangi biri anlayabilir. Devletin diplomatik pasaport verdiği ve devletin yüzlerce üst seviye sırrına vakıf bu subayların bir gecede terörist ilan edilmesi aklı başında herkesi düşündürmesi gereken önemli bir soru işaretidir. Tüm bu gerçekler sadece Türkiye’de gündemde değil. Ama uluslararası camia, özellikle de NATO bu gerçekleri görüyor. Bu üst seviyedeki subaylar eskiden NATO subayı olarak görevli oldukları ülkelerde ilticacı oldular. Amiral ve general kadrosunun yüzde ellisine yakın bir rakamda subayını terörist ilan eden bir ülkenin devlet olma inandırıcılığı olabilir mi? Ordusunun en üst komuta kademesinin yüzde ellisi terörist olan bir ülkede devletin varlığını mı sorgulayalım, yoksa terörist olmadığı halde politik nedenlerle askerlerini harcayan bir devletin devlet olma vasfını mı? Hangisini tercih edersiniz?

Benim merak ettiğim şu: acaba bu durum TSK’da subaylar üzerinde nasıl bir etkide bulunuyor? Böylesine satranç piyonu olmaya indirgenmiş bir ordunun neferleri ve komutanları, görevlerine motive olabilir mi? Gerektiğinde ülkesi için kendi canını tehlikeye atmaktan kaçınmayacak fedakârlıkta bulunmasını beklediğimiz subayların muhatap oldukları muamele, her gece uyumadan önce acaba yarın hain edilir miyim haklı sorusunu gündeme getiriyorsa, bu insanlar görevlerini ne derecede ifa edebilir!

Ordunun üzerinde oyun oynayan bu rejim, orduyu kontrolü altına almak isterken aynı zamanda ordudaki fraksiyon ve hizipleşmenin de etki alanına ister istemez girecek. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Diktatörlüklerde silahlı gücü kontrol eden iktidarda kalabilir. Bunu bilen Erdoğan rejimi büyük olasılıkla kendi silahlı kuvvetlerini dizayn edecektir. Bedelli askerlik tartışmalarına ustaca zerk edilen ordunun yeniden yapılandırılması (profesyonelleşme!) tasarısı, rejimin konsolide olma çabasında yeni bir merhale. Bu rejim, Osmanlı’dan modern Türkiye’ye kurucu unsur olan bir kurumu kendisi için tehlike addederek, onu fiilen bitirdi. Şimdi de tümüyle kendi kumandasında bir silahlı gücü ordu diye kakalamanın gayretine girdi. Orduyu 15 Temmuzda bitirdiler. Enkazını kaldırıp, Saray’ın kişisel silahlı gücünü kurmanın peşindeler. Toplumdaki dejenerasyon seviyesine baktığımda, bunun da sorunsuzca gerçekleşeceğine dair endişelerim büyüyor.

Bu “oyun”, güç oyunu. Politik oyunun kurallandırılmamış şekillerinden biri oynanıyor bugün Türkiye’de. Bu, kadim Anadolu topraklarında belki de en büyük zafiyetle malul bir “devletle!” baş başa bırakıyor bizi. Bu “devlet” adeta kendi kendisini yok etmeye programlanmış bir şekilde, gün be gün çözülüyor, zayıflayarak parçalanma eğilimi gösteriyor. Erdoğan, bu sürecin fitilini ateşleyen ve anayasal düzene ihanet etmesi bağlamında en büyük ihaneti yapan siyasi olarak Türkiye tarihinde yerini alacak şüphesiz. Sadece zulmü değil, ihaneti de birincil planda dikkate alınmalı! Türk Silahlı Kuvvetleri’nin fiilen imha edilmesi sürecinde dış düşmanlardan çok daha tehlikeli bir biçimde, iç dinamiklerle Türkiye devletinin merkezi ana çekirdeği ortadan kaldırıldı. Türk ordusunun subayları bu durumu nasıl algılıyor bunu bilemem. Ama bildiğim, 15 Temmuz sonrasının tüm toplumsal ve politik dokularda çürümenin başlamış olması. Bu kanser bünyede o kadar hızla ilerliyor ki! Maalesef askeriye bu habis patolojinin en fazla ortaya çıktığı birim. Devleti dönüştüren ve devletin kurucu unsuru olan yapının yeni rejimde istikrarsızlaştırıcı ve illegal güç mücadeleleriyle Türkiye siyasetinde kendi menfaatine düzenlemelere girişeceği kaotik bir dönemi öngörüyorum. Bu yapıda artık Meşrutiyet’i empoze edecek donanımda veya Kurtuluş Savaşı organize ederek vatanı kurtaracak vizyona sahip olanlar çıkmayacak. Bu yapıda artık Cumhuriyet’i kuranlar ve –her şeye karşın – gelecek nesillere iyi kötü anayasal düzene sahip devlet ciddiyeti olan bir ülke emanet edecek yurtseverlikte olanlar da olmayacak! Çünkü ordu artık Saray’ın arka bahçesi! Çünkü ordu artık siyasetin ta kendisi!

1800’lerden beri devleti dönüştürücü-devlet kurucu unsur olan askeriye, üçüncü sınıf bir muz cumhuriyetine dönüşen anayasasız kaotik Türkiye siyasetinde eridi, eritildi. Ordu siyasetin denetimine tabi olacak derken, AB üyeliğinde ilerleyen ve demokratik hukuk devletini geliştiren bir Türkiye vardı! Ortadoğu muz cumhuriyeti olan paçoz bir dikta rejiminde bu rüya siyasetin orduya tecavüzü ile sonuçlandı! Nereden nereye!

4 YORUMLAR

  1. Veysel
    "Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler." Bugunu gordun de mi soyledin mubarek!
  2. Sadık
    selamlar Mehmet beye sonuna katılmamak elde değil. Yeni T.C aslında 2 Kasım 2015 de kurulmaya başlandı. 24 haziran da da son çiviyi çaktılar bence. Bundan sonra kendilerine göre ince işçilikler kalıyor. Onu da hep beraber göreceğiz. Burada Zalime ne kadar kızarsak kızalım doğru bir tesbiti de hiç atlamayalım. Yeni rejimin ne derseniz deyin en büyük meşrulaştırma amacı "cemaat,hareket vb ne derseniz deyin" maalesef. Bu sosyal gerçeklik birşey yapıp kendini bu kullanılışlı durumdan geriye çekmeli. Bunu yapabilecek zihniyet var mı derseniz maalesef yok. O yüzden hikaye biraz "ateşe uçan kelebekler" misali yazılıyor hali hazırda. Cemaat de bu kafa olduğu sürece yeni rejim daha "fetö" hikayesini 50 sene satar. Zalime her gün küfredelim ama değişen ne ki. Zulmü dua ile durduramaz cemaat. Hala gönüllülerinin %95 i Tr de olan bu yapının ne yapmaya çalıştığını ben anlamak istemiyorum. Selamlar
  3. ademoglu
    Cemaat demekki allaha iman ve hakiki mumin yetistirme konusunda basariliymis ki sosyal donusumu gerceklestirme insanlarin birbirini sevmesi , davranislarda, guvende ( hayatin tum safhalarinda ekonomide de....) allah sevgisi ve korkusu belirleyici olmaya baslamiski bu saldiriyi cemaate yaptilar. Ordumuza coreklenmis zindika komitecilerinin derdi iman ve kuran hareketini durdurma gayreti bunu isbat ediyor. Cunku paranin insan davranislarini belirleyici olma saltanati tehlikeye dustu eger insan davranislarini allah sevgisi ve korkusu belirlerse kurduklari finans imparatorlugu anlamini yitirir ustune ustluk insanligin sirtina kambur oldugu ortaya cikar. Paranin piyasa ve toplum duzenleyici vasfi yitirilecek diye korktular. Bu onlarin imparatorluklarini kaybetmeleri gibi bir sey. Ordumuza coreklenen cemaate bunlari yapan zindikanin napolyon ordusuna mensup oldugu ortaya cikti. Demekki dogru yoldayiz asilin kureklere. Imanibillah marifetullah, muhabbetullah.......
  4. hakkı
    Sonuç olarak KEHANET GERÇEKLEŞTİ !!! https://www.youtube.com/watch?v=bfopoDdNCG0 Aytunç Altındal öldüğünde 17/25 Aralık olmamıştı (18 Kasım 2013) Her ne kadar kendisi cemaate "dinlerarası diyalog" üzerinden saldırmış birisi olsa da bahsettiği kitap ve kehanet doğru çıktı, devlet yıkıldı! Sırada beklediğim kehanet Bediüzzaman hazretlerinin 5. Şua'da verdiği ümit; "--..Kahraman ordu, dizgini onun elinden kurtarıyor-- diye rivayetleden anlaşılıyor."