YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Türkiye’nin yeni liginin “normali” bazılarını şaşırtıyor. Fakat bu ligi bilenleri şaşırtmıyor. Çoğunluk diktasını demokrasi zanneden İslamcılar, aydınlanmayı “kafasına vurarak rehabilite etmek” sanan Kemalist sekülerler, milliyetçiliği “kafatasçılık” ve “etnik kökencilikle” karıştıran milliyetçi-ülkücüler, azınlık hakları arayışını “Kürt milliyetçiliği” olarak algılayan Kürt siyasal hareketi; tümü aynı dertten muzdarip. Türkiye’nin yuvarlandığı yerin basit bir şarampol değil, derin, uçsuz bucaksız bir uçurum olduğunun farkında değiller. Bu iyimser bir tahmin tabi! Çünkü kötümser tahmin, bal gibi farkındalar, ama umurlarında bile değil bu!
Yeni lig, aslında çok şeyi belirliyor. Haklarınız, yaşam standartlarınız, ruh ve beden sağlığı dâhil sağlık koşullarınız, soluk alıp verdiğiniz havanın temizliği, eğitim koşullarınız, adalet sisteminiz, gelir dağılımı – yani aklınıza gelebilecek neredeyse her şey, bu ligle bağlantılı. Moskova-Pekin-Tahran üçgeninde kimse mutlu-mesut huzurlu bir yaşam beklemesin. Çünkü bu tür rejimler insanı merkezine almıyor. Boşuna beklemeyin! Göstericilerin başında patlayan gaz fişekleri, tutuklanan öğrenciler ve ev kadınları, hapishanedeki gazeteciler, içeride ölen hasta mahkumlar, sansür, manipülasyon, rüşvet, kötü yönetim, sisli ve puslu bir ortam, organize suç örgütlerinin patlama yapması, altyapı sorunları, işsizlik ve ekonomik problemler, yokluk, beyin göçü! Saymakla bitmeyen sorunlar! Bu ligin getirecekleri bunlar. Ve vaat ettikleri, esasen havanda dövülen su! Büyük bir devlet (ne demekse!), güçlü ordu, daha çok silah, daha otonom ve partizan güvenlik güçleri, güvenlikleştirilen sosyal ve politik konular, otoriter liderler, adam kayırma, adam kaçırma, işkence, işkembeden konular! Yeni lig, aslında Türkiye’nin yabancısı olduğu bir yer değil, anlayacağınız!
Yeni ligin oyuncularının ideolojileri birbirinden farklı olsa da, çok ortak noktaları var! Uluslararası ortamdan başlayalım. Rusya, Çin, İran liginde, birbirinden farklı siyasal ideolojiler hâkim. Rusya Avrasyacı-otoriter, İran İslam cumhuriyeti, Çin Maocu komünist piyasa ekonomisi! Doktor Frankenstein’ın pabucunu dama atan siyasal sistemler anlayacağınız. Yani dünya görüşleri sanki birbirlerinden farklı gibi, değil mi? Değil! Çünkü bunlar hep yüzeydeki özellikleri. Biraz kazıyıp dış kabuğun altına baktığınızda, ortak noktaları çok: insan haklarını takmamaları, kategorik Batı düşmanlığı (aslında Batılı demokrasilerin şeffaflığı ve hesap verebilirliğinden korkuyorlar tabii), yolsuzluk, siyaset-ticaret işbirliği (yolsuzluklar), hayat standartlarındaki düşüklük, sefalet. Bunlarda ortaklar. Ama hepsinin çok büyük, güçlü orduları var. Tümünde internet sansürlü, basın özgür değil, birey hak ve özgürlükleri ağır ve sistematik biçimde engelleniyor. Fakat bunlar sanki bu dediklerim hiç. Yokmuş gibi, Batı’nın ne kadar kötü olduğunu anlatıp duruyor. Retorikte hepsi haktan-hukuktan yana. Fakat uygulamada, ortalama bir Batılı ülkeyle bu bahsettiğim ülkelerin yaşam koşulları arasında cidden ışık yılı uçurum var.
Türkiye özellikle 2016 yılındaki 15 Temmuz tezgâhı sonrasında bu lige demir attı. İslamcısından Kemalistine, Ülkücüsünden Kürtçüsüne, demokratik değerlerle, insan haklarıyla, temel hak ve özgürlüklerle barışık olmayan bir düşünce fukaralığı var Türkiye’de. Hepsi de bu yeni demir atılmış olan ligde olmanın sorumluluğunu taşıyor. Yanlış anlamayın. Bunların her biri, kendilerine gelince bahsettiğim değerlerin şampiyonluğunu hiç kimseye bırakmazlar. Fakat iktidara kendileri geldiğinde veya hasbelkader iktidara ortak olduklarında, diğerlerini ötekileştirir, kendilerine hak, diğerlerine zulmü layık görürler. Türkiye tarihi aslında bu devri daimin tarihidir. Dolayısıyla hiç kimse diğerlerinin hakkını hukukunu savunmaz. Bu çok ciddi bir sorundur. Çünkü bu tür toplumlar aslında toplum değildir. Ben bunu uzun zamandır yazıp dillendiriyorum. Türkiye’deki bu yapının “paralel toplumlar” olduğunu, bu grupların bir arada değil, yan yana yaşadığını, birbirlerinden değerler bakımından tümüyle kopuk olduklarını söylüyorum. Adeta birbirlerinden çok farklı halklar aynı coğrafyayı paylaşıyor. Bu kakofoni, aslında çok kültürlü bir topluma kapıyı aralayan bir sosyal sistem olsa, pek ala bir topluma evrilebilir. Bunu başarabilen birçok ülke var. Ama ortak değerler şart. Bu ortak değerler Türkiye’de mevcut mu ki!
Erdoğan Batılı ülkelerde aile kurumunun bittiğin den bahsediyor. Daha önceki günlerde de Batı’da özgürlüklerin sona erdiğini, polisin Batılı ülkelerde terör estirdiğini falan söylüyordu. Erdoğan’a göre Batılı ülkeler yeterince çocuk da yapmıyorlarmış. Giderek yaşlanan nüfuslarını söylüyor. Türkiye’de kendisinden önce insanlar kısırlaştırılıyormuş. Herkes de dinliyor bunları. Tıp fakültelerinde ve üniversitelerin sosyoloji bölümlerinde hoca kalmadı bu boş laflara sağlam yanıtlar verebilecek. Meydan bomboş. Ve Bomboş, ama makam sahibi insanlar, adlarının önünde kocaman unvanlar, maaşlarını her ay bankamatiklerden almak için gün sayıyor. Biri de çıkıp, “Kardeşim ne diyorsun sen yahu! Yeter artık, bilmediğin şeyler hakkında konuşma. İlle de konuşacaksan kendine doğru bilgiler verebilecek danışmanlarla çalış!” diyemiyor. Doğum kontrol yöntemleri ve aile planlaması ne zamandır “kısırlaştırma” oldu? Batı ülkelerinde Erdoğan ne zaman yaşadı, ne zaman herhangi bir Batılı aileye konuk oldu ya da Batılı dostları oldu da Batılı aileler hakkında ahkâm kesebiliyor? Bu ligde hep budur durum ama. İnsanlara yaşadıkları ülkenin ne kadar güçlü, büyük, ihtişamlı, toplumlarının ne kadar konuksever, iyi ahlaklı, dürüst oldukları anlatılır durur! “Türk milleti zekidir! Türk milleti çalışkandır!” derler. Aslında “Ah keşke daha zeki ve daha çalışkan olsaydık!” diyemediklerinden. Milliyetçiler “bir Türk dünyaya bedeldir!” derken, İslamcılar “Müslümanların temizliğinden ve ahlakından” bahseder. Üçüncü dünyanın fakir ve eğitimsiz çocuklarına, üçüncü dünyanın yeni zengin, güçlü çakal çocukları böylece hep duymak istedikleri öyküleri anlatır! Rusya’da, İran’da veya Çin’de, insanlar hep “aslında şanslıymışız be!” der, sonra da bunu sağlayan “devletlerine” şükreder. Hepsinin de çok ciddi bir sorunu var. Onlar sorunlarını Batılılar sanıyor. Aslında temel sorunları, modernleşmeyle aralarındaki bariyerin kendileri olduğu gerçeğidir. Moskova, Pekin ve Tahran’da yöneticiler, halklarını derin bir hipnozla uyutuyor. Ruslar güçlü Rusya’nın çocuklarına daha fazla refah ve özgürlük vermediğini görmesin, Çin’de insanlar büyümeyle kişisel refah seviyesi arasındaki farklığa ve Çin’in üretim merkezi olmasının nedeninin kendi sefillikleri olduğuna uyanmasın, İran’da insanlar gelecek İmamı beklerken, yaşadıkları büyük yoksulluk ve yokluğun farkına varamasın! Maksat bu!
Ligimizin genel durumu şöyle özetlenebilir. Ligimizin “harika ülkeleri” Rusya ve Çin’in, kısmen de İran’ın varlıklıları, çocuklarını “kötü Batı’nın” üniversitelerine gönderiyor, o “kötü Batı’nın” bankalarına paralarını istifliyor, her tatilde o “kötü Batı’ya” giderek alışveriş yapıyor! Hamile karılarını o “kötü Batı” ülkelerinden birinde doğum yaptırtıp, doğacak çocukları o “kötü Batı’nın” ülkelerinden birisinin vatandaşlığını almasını sağlıyor. O “kötü Batı’nın” ürettiği arabalara ve uçaklara biniyor, tırmıkladığı paraları derhal “kötü Batı’nın” para birimlerine çeviriyor. Çünkü kendi ülkelerindeki eğitim berbat, kendi bankalarındaki paralarına devlet el koyabiliyor, kendi denizleri, dağları, şehirleri pislikten ve betondan geçilmiyor, kendi ülkelerinin vatandaşlığı hiçbir işe yaramıyor, kendi pasaportlarına her ülke vize istiyor! Çünkü kendi üretemedikleri araçlarına binmeleri olanaksız, üretiyorlarsa da, en alt klasmandaki bu araçları o zenginler kendilerine ve ailelerine layık görmüyor. Kendi uçaklarına kendileri de güvenmiyor. Kendi para birimleri suda şeker gibi eridiğinden, ancak avam takımına kendi dillerinden vatan-millet-Sakarya vari gaz vererek çarkın dönmesini sağlıyorlar.
Bu lig, daha önceki lige pek benzemiyor. Bu ligde yarın ne olacağı hiçbir zaman belli değildir. “Aile mevhumu kalmamış” Batı’da hiçbir bebek hapiste değil, hamile kadınlar tutuklanmıyor, politikacıların evlerindeki kapalı eşlerinin haricinde stüdyo dairelerdeki karıları başı açık seksi ortalıkta gezen ikinci “eşleri” de yok. Batı’da eşler arasında sorun varsa ve çözülemiyorsa, medenice boşanıyorlar, kimse “ya benimsin ya toprağın” deyip eşini öldürmüyor. Ya da yüzüne asit atılan kadınların hunhar eski kocaları veya sevgilileri, kadınları dövüp, sonra da takım elbise giydiği için hafifletici gerekçeden üç beş ayda dışarı salınmıyorlar! Batı’da ailelere vergi indirimleri, eşlerin her ikisine de ücretli doğum izinleri, dört gün çalışma üç gün hafta sonu uygulamaları gibi ailelere odaklanan birçok sosyal programları var. Batı’da Türkiye’deki gibi herkese üç çocuk yapmasını söyleyen, ama o çocukları Avrupa’nın en düşüğü utanç vesilesi bir asgari ücretle nasıl okutacağını geçtik, nasıl doyuracağını söylemeyen siyasetçiler de yok – olsa da onlara oy verecek eblehlikte vatandaş da yok!
Velhasıl, bu yeni ligin değerini bil, sayın vatandaş! Ve bu ligin normallerinin önümüzdeki on yıllarda çocuklarının ve torunlarının geleceği olduğunun da ayırtına var!
Elinize saglik mehmet bey tesekkurler. Bir baska acidan daha problemi ifade etmissiniz.