“Yeni Faz” Kavramları: Bireysel Rönesans ya da Polinasyon

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Müdavim okurlarımız hemen hatırlayacaktır, çok kısa bir süre önce bir yazımızda bahsetmiştik. (Şurada) İster muhalif görünümlü olsun, ister suret-i haktan görünüp sıklıkla tekme atmayı marifet saysın, ister cemaate duyduğu nefreti mesleğinin altına gizlemeye çalışan öfkeli insan olsun…

Fark etmiyor yani…

Özellikle 15 Temmuz ve Cemaat mevzusunda yapılan tartışmaların kahir ekserisi basit, gündelik, derinliksiz, belli bir angajmanı pekiştirmeye çabalamaktan başka (Cemaat cenahı için de geçerlidir bu) hiçbir rasyonel ve pratik katkısı olmayan, benim sıklıkla “Cemaat magazini” dediğim bir düzeyden yukarısını vaat etmeyen ve -af buyurun- kısa süre içinde “sidik yarıştırmaktan” bir tık öteye gidemeyen kısır tartışmalarla vakit geçirmek insanların nefsine hoş gelebilir.

Uzatılan mikrofona belgesel izlediğini söyleyip, 24 saat evlenme, kadın ve televole programlarını izleyen bir kitleden farksız olmamanın buruk acısıyla beraber, bazı yazılması gereken şeyleri en azından kayda geçmesi açısından yazmak gerektiğine inanıyorum.

Bahsi geçen “Yeni Faz” başlıklı yazımızı şöyle bitirmiştik (dikkat ederseniz daha kibar bir ‘kip’e geçmiş bulundum):

“Ancak şahsi kanaatim şudur ki, Hizmet, “Lanet olsun size de rejiminize de ahlaksız düzeninize de…” deyip dikkatini geçmişe ve Türkiye’ye vermekten vaz geçip önüne baksa ve yeni faza geçmeye çalışsa hem süreç sönümlenmek için ivmelenecek hem de gelecek için çok daha sağlıklı bir dönem başlamış olacak.”

Aynı yerdeyim hala…

Ancak bu kanaatin altını dondurmak gerektiğinin de farkındayım.

En azından 3 (üç) olmasını düşündüğüm yazıda “Yeni Faz” ile bazı kavramları ele almaya çalışacağım. Hemen örnekler de vereyim.

Bu kavramlardan ilki; rönesans. Belki bir sonraki yazıda “hizmet ve cemaat” kavramlarına yine “Yeni Faz” bağlamında bir bakışta bulunmayı deneyebiliriz. Çünkü bu dönemin en popüler sorularından biri de malum “Cemaat bitti mi?” sorusu.

Girişi çok uzatmayacağım.

Ancak bugünün kavramı olan Rönesans’ı enine boyuna ele alıp, günümüzle bir bağlam oluşturma çabasına girişmeden önce kavram ve anlam kelimeleriyle ilgili bir arka plan oluşturmanın sayısız faydası olacaktır.

Anlamsız kavram olmaz!

Çünkü anlamak için kavramlara yüklenen mananın bilinmesi şarttır. Kavram, kendini kullananın yüklediği manaya göre idrak edilmeden anlaşılmaz. Bu sebeptendir ki, herhangi bir metni okurken ya da dinlerken hatibin kullandığı kavramlara yüklediği manayı bilmeniz gerekir.

Esasen düşünce dünyasının en temel iki yapı taşından bahsediyoruz sevgili okur. Kavramlar, zihinsel temsiller olarak dünyayı anlama ve anlatma biçimimizi şekillendirirken, anlam ise bu temsillerin içeriğini ve bağlamını belirliyor. Öte yandan bu iki önemli unsur, dilin ve düşüncenin temel yapı taşlarını oluşturur ve insan iletişiminin karmaşıklığını ve derinliğini ortaya koymakta. Kavram ve anlamın birbirleriyle olan ilişkisi, sadece felsefi tartışmaların değil, aynı zamanda dilbilim, psikoloji, sosyoloji ve iletişim bilimleri gibi çeşitli disiplinlerin de odak noktası sayılabilir.

Mücerretleştirme, güncel tabirle soyutlama yöntemiyle gerçekliği yani hakikati (tamamını olmasa da bazı yönlerini) yakalamamıza imkan sağlar. Şunu demeye çalışıyorum; her bir kavram, belirli bir düşünce veya olgunun zihinsel bir modeli olarak işlev görmekte. Misal, “ağaç” kavramı, belirli bir ağacın bireysel özelliklerinden ziyade, ağaçların genel özelliklerini temsil eder elbette. Bu soyutlama süreci, insanların dünyayı daha sistematik ve düzenli bir şekilde anlamalarına yardımcı olduğu muhakkak. Dahası; kavramlar, bilgi ve deneyimlerimizi organize eder, sınıflandırır ve birbirleriyle ilişkilendirmeye yarar.

Gelelim, anlam, yani manaya… Mana, kavramların ihtiva ettiği bilgi ve bağlamla şekillenir. Şöyle bir cümle kurmak mümkündür: Bir kavramın anlamı, onun hangi bağlamda kullanıldığına ve hangi diğer kavramlarla ilişkilendirildiğine bağlıdır. Dil, anlamların taşınması ve paylaşılması için bir araç. Ancak aynı kelime, farklı bağlamlarda farklı anlamlar taşıyabilir. Örneğin, “yıldız” kelimesi, gökyüzündeki parlak cismi ifade edebileceği gibi, bir sanatçının ününü de tanımlayabilir. Anlam, bu çok yönlülüğü ve zenginliği ile dilin dinamik ve canlı bir unsuru.

İş bu sebeple kavramlar ve anlamlar, bu süreçlerin temel yapı taşlarını oluşturuyor. Dolayısıyla, kavramların nasıl oluştuğunu, anlamların nasıl yapılandığını ve bu iki unsurun nasıl etkileştiğini anlamak, insan zihninin ve kültürünün derinliklerine inmemizi sağlıyor.

İster sevin, ister nefret edin, bu hakikati en çok Fethullah Gülen’in yaptığı konuşmalarda ve verdiği mülakatlarda fark etmeye başladım. Bu yönüyle Gülen sadece cemaatinin değil, belki ülkesinin ve hatta dünyanın epey ilerisinde bir görüntü çizdi ki, kendimi kontrol etmek durumunda kaldım.

Niyetim ne Gülen güzellemesi ne de aforizması yapmak değil. Bu tür şeyleri nerede bulabileceğinizi biliyorsunuz siz.

Bireysel çiçeklenme!

Şimdi sizi yaklaşık 27 yıl öncesine götüreceğim.

Yayınlandığı dönemde özgür düşüncenin önemli kaynaklarından biri olan Yeni Yüzyıl gazetesinde Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile bir röportaj yaptı. Üzerinde durulacak pek çok yönü olan epey geniş bu röportajın bir yerinde Gülen şöyle bir şey söylüyordu: “İnsanların alışkanlıklarını değiştirmek o kadar kolay değil. İnsanlar daha çok düşünmeden bir şeylere sığınmayı istiyorlar. Çünkü bireysel çiçek açma çok zor bir iş, çok güç bir iş. Çok fazla gayret istiyor. Öbür sığınma ise çok daha kolay. Ve genelde bizde tercih edilen de o. Belki parti liderlerinin hegemonyasında da bu yatıyor. Biz çok zor olanı istiyoruz. Fakat, bir yandan da çelişki gibi görünüyor bu bana, ilk bakışta öyleymiş gibi görünüyor. Bireysel olanı teşvik etmek cemaatte ayrılık çıkarmaz mı diye düşünüyor insan. Sizin de gezip gördüğünüz okullarda veya cemaat içinde çok kültürlülüğe nasıl geçileceği ve ferdi farklılıkların nasıl teşvik görebileceği soruluyor. Bunlar, esasen bireysel çiçeklenmeye verdiğimiz önemin hem dışarıya iyi aksettirilemediğini hem de tam olarak oturmasının galiba zor olduğunu gösteriyor…”

Yıl 1997… Gülen’in seçtiği kelime ilginç: Bireysel Çiçeklenme…

Çiçeklenme ilginç bir kavram. Başta da belirttiğimiz gibi kavramlara yüklenilen mana çok önemli, zira bambaşka, hatta birbirine tamamen zıt iki anlama gelebiliyor.

Önce olumlusuna bakalım.

İsterseniz buna biyolojik çiçeklenme de diyebiliriz.

Genel olarak bitkilerin üreme organlarını geliştirdiği ve çiçek açtığı döneme deniliyor. Polinasyon adı verilen bu süreç bitkilerin polenlerinin taşınması ve tohum oluşumunu kapsıyor ve arılar, böcekler, kuşlar ve rüzgar gibi çeşitli faktörlerle gerçekleşiyor. Çiçeklenmenin, bitki türlerinin çeşitliliğini artırarak ekosistemde denge sağlar ve estetik olarak da doğaya güzellik kattığı muhakkak.

Bir de olumsuz çiçeklenme var. İnşaatta çiçeklenme…

Olumsuz olarak bilinen bu kavram gözenekli malzemelerin yüzeyinde çözülebilir tuzların birikmesi sonucu oluşan beyaz lekeleri ifade ediyor. Bu durum özellikle beton, sıva ve tuğla gibi malzemelerde görülüyor ve malzemelerin yüzeyinde estetik bozulmalara yol açarken, malzemenin dayanıklılığını da olumsuz etkiliyor. İnşaatta çiçeklenme, suyun ve tuzların malzeme içinde hareket etmesi sonucu ortaya çıkar ve nemli ortamlar bu süreci hızlandırmakta.

Gülen’in kavramı ilk manada kullandığı açık.

Enteresan olan ise bu kısmı değil.

Hocaefendi, ​cemaatin yeknesak bir yapı görüntüsü verirken, bu tabloyu nasıl olup da çok kültürlü ve bireysel farklılıkların teşvik edildiği bir yapıya dönüştürülmesi konusundaki kaygılarını ifade ediyor.

Bu kısım çok önemli, zira bu mesele 15 Temmuz, darbe filan meselesinden çok daha önemli, çünkü cemaatin ömrü ve büyüklüğü ile doğrudan ilintili.

Farkındayım, haftalarca Ebu Seleme gargarası yapan kitleye ve çevreye bunları anlatmak kolay değil ama hakikaten çok daha önemli bulmaktayım.

Enteresandır, Fethullah Gülen aynı röportajın ilerleyen bölümünde “Yeni insan tipi” ara başlığıyla bir de ufuk çiziyor bu mevzuda. Ancak önce meselenin zorluğunun altını çizmesi gerekiyor:

“Bir yanıyla, bu müesseselerde görev yapan öğretmenlerde de, rehberlerde de Türkiye’deki genel ahlak, genel teamül ve genel düşüncenin –belli ölçülerde– devam ettiği söylenebilir. O düşünceden, o anlayıştan, o yerleşmiş mentaliteden birdenbire sıyrılmak, takdir edersiniz ki, kolay olmayacaktır.”

Yani “İşimiz kolay değil” demeye getiriyor Gülen.

Sevindi, çok sağlam bir soru ile biraz köşeye sıkıştırıyor: “Dünyanın yeniliğe açık olduğunu söylediğiniz bu dönemde siz de bireyin çiçek açmasına çok önem verdiğinizi belirtiyorsunuz. Ama cemaat sonuç olarak kapalı bir sistemdir. Bu kapalılık içinde açılma ve genişleme mümkün mü? Fikir, düşünce üretimi açısından bu nasıl yansıyor cemaatinize?”

Cevap ise sorudan çok daha enteresan:

“Burada da iki nokta var. Birincisi, günümüzde cemaat biraz farklı algılanıyor. Bana göre, ona cemaat denecekse –bu kelimeden de rahatsızlık duyuyorum– cemaatin oluşumu bir toplumun tabii oluşumu gibi bir şey. Yani aynı duygu, aynı düşünceyi paylaşan, aynı şeylere inanan veya ortak yanları olanların beğendikleri bazı şeylerin etrafında bir araya gelmeleri gibi bir şey. Bu her zaman Türkiye’de herkesle aynı zamanda beraber de olabilir. Devletin yanında da olabilir, milletin yanında da olabilir. Böyle bir cemaat telakkisinde mahzur olmasa gerek.”

Mevzu tam olarak bu, Hizmet ile cemaatin yüzde yüz örtüştüğü ve büyük bir ivme ile senkronize hareket ettiği yaklaşık 40 yıllık istikrarlı bir serüvenin sırrını veriyor Fethullah Gülen. O gün için bireyselleşmenin erkenliğini anlatmak istiyor belki de…

Nevval Sevindi Hanımefendi sıkıştırmaya devam ediyor:

“Cemaat ruhu ortak bir şey mi? Yoksa bireyin oluşmasına izin verir mi?”

Gülen bu soru üzerine önce cemaatin çerçevesini çiziyor. Çünkü başka bir noktaya getirecek mevzuyu:

“Şimdi bazı şeyler insanları bir araya getiriyor. Diyelim ki, hani siz diyorsunuz, insanların iyiye güzele doğruya inanmaları lazım, insanları sevmeleri lazım, her gönlün bir Mevlana gönlü olması lazım. Kini, nefreti bir daha dirilmemek, hortlamamak üzere gömmek lazım. Kin ve nefretten insanlık tarih boyu çekti. Onların bir kere daha Frankeştayn’ın hortlakları gibi ortalığı almalarına fırsat vermemek lazım.”

Esas geldiği nokta ise şurası: “(Dogmalarla çepeçevre sarılı, lider sultasının olduğu, körü körüne bağlıları bulunan) böyle bir cemaat olunca, hani bir de cemaatin açık kapalı, sarih zımni bir hegemonyası olur. Bu cemaate ait belli düşünceler, statik düşünce tarzı olur, istidatlar inkişaf etme imkânı bulamayabilir. Dediğiniz şey çok doğrudur.”

Görüldüğü üzere Nevval Hanım ısrarla “Bireysel Çiçeklenme” ile bir dini cemaatin bireyselleşmesine yönelik bir patika açmaya uğraşırken Hocaefendi rotasına oturmuş ve tam gaz hizmete devam eden bir cemaat için bu sürecin erken olduğunu söylemek yerine, Sevindi ve onun gibi düşünenlerin kaygılarını gidermek adına bir takım rahatlatıcı ve “Hiç yoktan iyidir” kabilinden çerçeve çiziyor.

Devam edeceğiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin