M. NEDİM HAZAR | YORUM
Fethullah Gülen’in düşüncelerini ve Hizmet Hareketi’nin geçirdiği evreleri tartışan yazı serimizde, özellikle bireyselleşme ve toplumsallaşma kavramlarını ele alarak, Gülen’in bireyselleşmeye karşı yaklaşımını inceliyoruz. Hocaefendi, bireyselleşmenin gerekli olduğunu ancak nihayetinde insanların doğası gereği toplumsallaşmaya yöneleceğini savunuyor. Yazılarımız, Gülen’in “altın nesil” olarak tanımladığı yeni insan tipini, bireysel özgürlükler ve İslam bağlamında değerlendirmeler de içeriyor. Burada üzerinde ısrarla durduğumuz husus ise Hizmet Hareketi’nin yeni bir aşamaya geçme gerekliliği…
Yazılarımızın çıkış noktası, daha önce de belirttiğimiz gibi Nevval Sevindi’nin Gülen ile yaptığı Amerika sohbeti. Kanaatimce bu röportaj Hizmet Hareketi için aslında bir referans metindir. Hocaefendi, Sevindi’nin muazzam bir geniş perspektifle sorduğu tüm soruları, -kanaatimce- cemaatini de ürkütmeden cevaplıyor.
Bu cevaplardan biri de günümüzle çok ilgili. Çünkü Hocaefendi entegrasyonu anlatıyor ve şaşırtıcı bir şekilde iki türlü entegrasyondan bahsediyor. Anlaşıldığı kadarıyla Gülen, Hizmet Hareketi ile Batı dünyasının eninde sonunda entegrasyon kavşağında buluşacağını ancak bunun ya planlı ya da mecburi (tabiri caizse cebri) olacağını açıkça ifade ediyor. Her ne kadar kendi tercihinin bu sürecin gönüllü ve disipliner bir şekilde geçilmesi gerektiği yönünde olsa da yaptığı tüm ikazların hareket tarafından tam algılanamadığını ve kötü senaryoya koşar adım gidildiğini bugün net bir şekilde görüyoruz. “Eğer arada uçurumlar meydana getirilirse entegrasyonun avantajlarından mahrum kalırsınız demektir.” diyor mesela.
Şu cümleler yaklaşık 30 yıl önce, bugüne ışık tutacak cinsten değil mi: “Çok açık ve net olarak söyleyebilirim, Avrupa ile entegrasyonu gerekli görüyorum ben. Gelecekte daha ciddi beraberlik olacaksa, bunun içine planlı programlı girilirse şayet, bizim için olumlu olur. Bizi mecburi istikametler zorlarsa işin içine plansız itilmiş oluruz, içinde bulunduğumuz dünya bu dünyaya göre teşekkül eder ve biz çok mağdur oluruz. İkincisi, böyle bir entegrasyonun Allah nezdinde bir kıymeti varsa; ameller niyetlere göredir. Baştan işe kendi irademizle, isteğimizle girmeli ve irademizi kullanmalıyız. İçine gireceğimiz dünyada bizim de diyeceklerimiz vardır, pazarlıklarımız vardır. Biz entegrasyona evet diyoruz ama bizim de şartlarımız vardır. Vakum bizi yutarsa eğer, Allah korusun yaşadığımız tarihi tekerrürleri 21. asra girerken bir defa daha yaşamış oluruz.”
Ve sonuç ortada, kötü senaryo gerçekleşmiş durumda. Entegrasyona hazırlıksız yakalanmış bir hareket!
Bu faslı şimdilik kapatıp Hocaefendi’nin önce Rönesans bahsindeki sıkıntıyı tespitine bir bakalım:
“İslam dünyasının kaybettiği üslubunu yeniden kazanması lazım. Halihazırdaki üslubu gözden geçirmesi ve onu sorgulaması lazım. Yoksa bir dönemde dinlerine sığınanlar, bugün kuvvete sığınabilirler. Medeniyetlerine sığınabilirler, yüksek teknolojilerine, sanayilerine, geniş imkânlarına sığınabilirler ve o zaman da İslam dünyasını ezerler. Ve yine, biz ve ötekiler olarak kalır gideriz. Batı’da hâlâ vahşet yanlısı insanlar vardır. Ama büyük ölçüde Batı’da bir medenileşme süreci yaşanıyor. Medenileşme gayretleri var.”
Görüldüğü üzere özelde kendi cemaati, genelde tüm Müslümanlar için önemli bir değişimi işaret ediyor Hocaefendi.
“Yani gelecekteki bizim yeni bir insan tipine ve yeni yapılanmaya ihtiyacımız var. Evet, yeni insan tipinin en önemli yanı, hakikat âşığı olması, ilim âşığı olması, insan âşığı olmasıdır. Tek yanlı bir bağlantı içinde olmaması, bunlardan sadece birine bağlı olup kalmamasıdır.”
Şimdi önce Fethullah Gülen diskurunda Rönesans kavramına bakmak için, kelimenin klasik algısına bir göz atalım.
Bunun için epey eskiye 40 yılı aşkın bir zamanda geriye gitmemiz gerekiyor. Yıl 1982… Sızıntı’nın şubat sayısındaki yazısında Fethullah Gülen 21. Asrın ufkunu şematize ederken ilk kez rönesanstan bahsediyor.
Yazının başlığı “Buhran ve gerilim”.
Gülen önce çok uzak olmayan bir gelecekteki karamsar tabloyu çiziyor: “Senelerden beri; düşüncede, tasavvurda, ahlâkta çeşit çeşit içtimâî erozyonlara maruz bırakılmış bu ülke, diğer memleketlere nispetle daha çok gadre uğramış olması; mâzîsi ve millî harsıyla, daha çok örselenmiş bulunması itibariyle, ‘metafizik’ gerilimin merkez üssü gibidir. Daha sonra, Türkistan, Özbekistan ve yakın kuşak ülkelerinden Mısır gelir. Bir asrı aşkın bir zamandan beri çeşitli zulüm, mağduriyet ve haksızlıklar altında sürekli inleyen bu kuşak, öylesine bilenmiştir ki; çok yakın bir gelecekte o, polatlaşan ruhuyla, kendine bu mezelletleri revâ görenlerin karşılarına dikilecek ve mutlaka onlarla hesaplaşacaktır. Elverir ki bu kuşağı elinde tutan milletler, husûsiyle onların talihli idarecileri iyi bir durum değerlendirmesi yaparak, vukûu muhakkak bir infilak ve indifanın enkâz ve külleri altında kalmasınlar…”
Bu arada benim de ilk kez gördüğüm “indifa” kelimenin yanardağ püskürmesi anlamına geldiğini vurgulayalım.
Fakat sadece karamsar tablo çizerek meseleyi orada bırakmıyor, önce umut ardından reçeteyi de sunuyor. Önce umut: “Meydana gelmesi kat’î görünen böyle bir indifa geçen asrın getirdiği bütün bunalımların rağmına, iyi şeylerle neticeleneceği kanaatindeyiz. Denebilir ki beşer, yirminci asra, mide ve bağırsaklarının zebûnu olarak girmesine karşılık, önümüzdeki asra, kalbiyle, rûhuyla ve insanlığıyla girebilme hazırlığı içindedir.”
Ve Rönesans kavramını da kullandığı reçete bölümü:
“Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve ‘Rönesans’ı demektir. Kim bilir, belki o zaman, batmak üzere olan dünyanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma fırsatı doğar. Böyle bir fırsatın elde edilmesi çok mühimdir. Zira; bunca zaman, bu kuşağın insanına göz açtırmayan milletlere, yeniden bir civanmertlik dersi vermek, hem geleceğin dünyasına ayrı bir bakış zâviyesi kazandırma hem de felsefî tarihin yeniden ele alınması bakımından oldukça önemlidir. Keşke o gün, dost vefalı, düşman da insaflı olabilse!..”
Son cümleye hassaten dikkatinizi çekerim.
Fetret, ardından gelen rönesans süreci, dostun vefası, düşmanın insafsızlığı… Hocaefendi adeta tarihin seyir terasına çıkmış geleceği temaşa edip not düşmektedir!
En heyecan verici kısma henüz gelmedik…
Alıntılarda yer alan tespitler doğru olarak görülebilir, ta ki şu cümleye kadar: “Batı’da hâlâ vahşet yanlısı insanlar vardır. Ama büyük ölçüde Batı’da bir medenileşme süreci yaşanıyor. Medenileşme gayretleri var.”
Günümüzde bu ifadenin geçerliliği ayan beyan ortada. Batıda medenilesme gayretleri mi ön planda, yoksa adaletin göz göre göre ayaklar altına alınması, ikiyüzlü yaklaşımlar mı? Batı dünyasında Perinçek gibi bir fosili haklı cikarircasina hukugu gündelik siyasetin, çıkarların veya popülizmin köpeği haline getirme çabalarının ne kadar baskın olduğu görülemiyor mu yoksa hala?
Nedim bey, kendisinden alıntı yaptığınız insanı, tarihin seyir terasına çıkarıp geleceği temaşa ettirmek suretiyle kutsallastirirken, yaptığınız alıntıda bahsedilen “bu kuşağın insanına göz açtırmayan milletlere, yeniden bir civanmertlik dersi verme” hülyasini da bir sorgulamis olsaydınız keşke di mi? Aradan onlarca yıl geçti, nerede hani o verilen civanmertlik dersi? Münferit üç beş örneği kenara koyarsanız, Türkiye insanın esamesi okunuyor mu ki Bati dünyasında da civanmertlik dersi verebilsin? Burada bahsedilen dost kim, düşman kim ayrıca. Eğer bir düşman varsa ortada, sahi ne oldu o bir önceki yazıda bahsedilen nefreti kavgayı dirilmemek üzere gömüp de herkese kucak açarak sadece sevgiyi hakim kılma yaklaşımına? Eleştiriye bile ne derece tahammül edilebildiği tartışılabilir durumdayken, herkesi sevmek… Neredeyse artık bu ummanlar dolusu insan sevgisi… Garip doğrusu…
Eleştirileriniz “araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur” cinsten. HE. Kur’an ve Sünnet anlayışına göre biz hizmet anlayışı gelistirmiş. Bu işe başlarken şartları belli; sizin tabirinizle “hayal satarak” bugüne gelinmiş. Evet, size göre 40-50 yıllık hizmetlerin sonucu fiyasko.
Buyurun, kimse elinizi tutmuyor. Senin gibi eleştirenleri bir araya getir ve kendi görüş ve anlayışını koy ortaya. Yürü bakalım… Yanlışlarımıza ayna ol biz de doğru yola yürüyelim.
Allah, tüm insanları her zaman ve her halde öyle imtihan ediyor ki hiç bir ferdin iradesine zincir vurmuyor.
Ben de merak ediyorum; tüm insanlığa sunacağınız o geniş ve Selametli yolu!
En bariz çelişkilerinizi bile birisi gözünüze tutunca tahammül sınırlarınız zorlanıyorken nasıl size ayna olmamı bekliyorsunuz Nedim bey? Sizlere benim veya başkalarının yönettiği onlarca sorudan bir tanesine bile açık ve net bir şekilde verecek cevabınız yok mu da meseleyi bir cedel haline getirmeye çalışıyorsunuz? Kur’an ve sünnet anlayışına göre geliştirildiğini iddia ettiğiniz hizmet anlayışında gaybdan haberler verilmesi, Hıdır(as) ile görüşmelerin, Rasulullah (sav) ile yapılan istişarelerin var olmasi Kur’an ve Sünnetin neresine uyuyor acaba? Refik-i Alaya irtihalinden sonra Rasulullah (sav) ile Hulefa-i Rasidin veya Ezvac-i Tahirat (rac) bile bir kez olsun dahi görüşüp de istişare etmemişlerken, yaşadıkları sorunlara Rasulullah (sav) ile rüyada veya yakazeten istişare edip de çözümler bulamamışlarken, İbn-i Arabi’den itibaren yüzlerce zatın bunu yaptığıni iddia edip milyonları peşlerinden sürüklemesi mi Kur’an ve Sünnet’e uygun? Kur’an’da insanların çoğunluğu hakkındaki ayetlerden bigane değilsinizdir herhalde, değil mi?
Bir de bana kendi görüş ve anlayışıma göre tüm insanlığa bir yol sunmamı salık vermişsiniz ki, şaşırmamak mümkün değil. Ben kimim ki bir yol ortaya koyayım. O yolu ortaya koyan gaybin en son Habercisi (sav) bundan 1400 yıl evvel koymuş zaten, halen olduğu gibi taptaze ve capcanlı. Ondan sonra çizilen farklı anlayışlar, farklı yollar da olabilir ve bu dahi Kur’an ve Sünnet’e uygun olur kanaatindeyseniz, Maide suresi 3. ayeti ve Rasulullah’in (sav) bu konudaki kendi beyanını ne yapacaksınız peki?
Abdullah İbni Mes’ûd’tan (r.a) rivayet edilmiştir:
-Bir gün Resûlullah (sav) bizim için bir çizgi çizdi ve buyurdu ki; “Bu, Allah’ın (svt) yoludur.” Sonra o çizginin sağına ve soluna bir takım çizgiler daha çizdi ve dedi ki: “Bunlarda diğer yollardır. Her yolun başında bir şeytan bulunur ve insanları bu yollara çağırır.” Sonra ilk çizdiği çizgiyi işaret ederek: “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip Allah’ın (svt) yolundan ayırır. İşte Allah (svt) sakınasınız diye size bunları emretti.” ayetini (En’am 153) okudu.
(İbni Mâce, Mukaddime 11; Dârimî, Mukaddime 23)
Polemiğe çekmek yerine sorulara hüccetleriyle birlikte açıklayıcı cevaplar vermenizi, hiç olmazsa en azından bunu denemenizi istirham ederim. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, aradığınız ayna bende değil. 1400 yıl evvel 23 yıllık Devr-i Risalette adım adım işlenmiş güneş gibi parlak bir ayna orta yerde durup duruyor zaten. Yeter ki insan o aynaya bakma iradesini gösterebilsin.
Yaygin dilde demagoji diyoruz buna. Bilim de safsata diyormus. Bir seyi elestirdin mi hemen yapistir: Sen yap da görelim! Ne kadar ince ve derin bir cevap, ne kadar kallavi ve yüksek bir düsünce tarzi.
Aslina bakarsaniz bu verdiginiz hadis ve ayetlerle acikladiginiz konular da bence tartismali konular ve tartisilabilmeli de. Fakat özellikle bu rüyalar meselesi, velev ki dogru olsun, bünyeye girip dinin bir parcasi gibi hal alinca nelere sebep olabiliyor hep birlikte gördük.
Sunu da sormadan edemiyor insan: HE bu kadar hani böyle Allah tarafindan adeta bir proje gibi geldiyse bu dünyaya ve bu tür öngörüleri olduysa, bi yerde bu isin sahibi gibi bi sey olur. Yani biz o payeyi vermis oluyoruz. O vakit bu öngörülü insan neden elindeki insan malzemesine bakip da bunlarin hicbiri bu isleri bu noktaya getiremez, is basa düstü demedi? Veyahut da neden bu islerle ilgilenecek, onlara sekil verecek ayri bir ekip kurmadi? Bürün bunlar olmadiktan sonra HE´nin bunlari söylemesinin ne önemi kaliyor. Bunu kavramadiktan sonra 50 sene sonra da olmayacak o isler.
Allah askina Hizmet teorisiyle güzeldi, bu teoriyle güzel insanlar da yetisti amenna da, Islam dininin kaybettigi o üslubu bir ne derece kazandirdik? Sonuc olarak bakinca mücadele ettigimiz insanlarin üslubunu devraldik biz. Kavgaci olduk, demagog olduk, sürekli kendimize yontar olduk, bize hak vermeyenleri ademe mahkum eder olduk, hasimlarimizla yaka-paca ola ola onlara benzer olduk. Bu muydu Islam´in kaybolan üslubu? Su Hizmet´in önde gelenlerinin üslubuna bir bakmamiz yeterli görünen köyü anlamak icin: Sen yap da görelim!
Söylediklerinizde doğruluk payı var ama isabeti yanlış. “Hızır(as) ile görüşmelerin, Rasulullah (sav) ile yapılan istişarelerin var olmasi” iddianızda isabet hatası var. Bu şekilde olduğunu siz hiç HE’den ağzınızdan duydunuz mu? O kadar kaset izledim, video izledim bir yerinde böyle yaptığını hiç duymadım. Ama yıkılası abilik var yaa. Yukarıdaki bir istişareden bir cümleyi not et onu bir alttakine genişleterek anlatılması, en sondakine tam tersi veya değişmiş hatta fazladan katılarak iletilmesi iddianızın muhatabıdır. Çünkü konuyu onlardan duyduk. Bu konunun buraya ithaf edilmesi gerekiyor.
Burada demegoji veya cerbeze yapan sizlersiniz. Onun için sizin gibilerle ancak tartışma, münakaşa yapılır, müzakere yapılmaz.
Ben diyorum ki; HE Kur’an ve Sünnet’e göre bu çağın problemlerini çözmek için bir yol yürümeye çalıştı ve devam ediyor. Elbette belli hatalar var, olabilir. Ama herşeyi ademe mahkum etmek bir aldanmışlık.
ikinci olarak, Siz HE ve Hizmeti eleştiriyorsunuz ya, buyurun, bu zamanda Kur’an ve Sünneti temsil edecek söz ve davranışlarınızla örnek olun biz de diyelim ki; evet, el-hak bu da güzel. Siz burada da demegoji yapıyorsunuz.
Ayrıca yok Hızırla görüşme, Allah Resulü ile istişare yapma konuları yaygın olan şeyler değil. bir veya iki defaya mahsus istisna konular. Hem Allah Resulü bu konuda ‘mübeşşirat’ diye bir şeyden bahsediyor.
Hizmet Hareketi hayal satmadı. Yaşadığımız durum ( Bu sadece bizim için değil İslam adına yola çıktığını ifade eden tüm cemaatler veya partiler için de geçerlidir) Calutla savaşa giden Talut ve askerlerinin derya suyuyla imtihanı gibi.
Burası müzakere yeri değil, sorularınızın muhatabı Nedim Hazar Bey.
Sadece şunu söylemek istiyorum:
Yaşadığımız bu süreci Kur’an ekranından izlemek istiyorsanız Efendimiz Kehf Suresi’ni tavsiye etmiş.
Sen ve senin gibilerin eleştirilerine Kehf Suresi 19-20 ayetlerde cevabımı buldum.
Geniş anlamda ‘talattuf’ nedir, bu zamanda nasıl yapılmalı vs sorularına cevab bulabilirseniz belki bazı şeyleri farkedebilirsiniz.
1- Bu üslupla dünyanin en isabetli düsüncesi bile yokolup gitmeye mahkumdur. Nitekim öyle oldu. Diyalogla baslanan yol buyurganlik yoluna sapti, büyüklük cukuruna saplandi, debelendikce debeleniyor.
2- Ama kuyruk hala dimdik, battigi yerden “Sensin demagooog, sen ne yaptin onu söyleee” diye inleyip duruyor. Sanki ben diyalog imamiyim, surda cürmümüz kadar yer yakiyoruz, sen naptin diyor, burasi müzakere yeri degil diyor, her yere kurali tek tarafli olarak kendi koyuyor, bunu kendine hak görüyor. Iste bu üslupla istersen dünyanin en harika fikri sende olsun, batarsin, Allah esameni birakmaz. Iyi vallaha, agzimizi acmayalim, susarak mac izleyelim, oy verelim susalim, kitap okuyalim susarak kabullenelim, Sarki dinleyelim, susalim. Iyi de sen niye konusuyorsun? Ha bi de sunlar var: Pazartesi-Persembe ourucun yoksa konusma, teheccüdün yoksa sorgulama, kusluk namazin yoksa elestirme.. Bu üslupla olmaz. Islam´in kayboldugundan bahsettigimiz üslup bu olamaz! Sen kaybettin, sen aldanmislardan oldun, ben seninle müzakere etmem, münakasa ederim, böyle üslup olamaz. 35 yillik HIzmet gecmisimde ben böyle bir Hizmet ögretisi ne duydum ne okudum. Ama cok tanik oldum.. Daha ortaokul yaslarindayken abi yapilmis ve o gün bugün hep abi kalmislarin agzindan bunlari cok isittim. Eger arada bir tenakuz varsa ben konusurum, cünkü bu Hizmet´in icinde aldatanlarin oldugunu gösterir. Ben güzel seyler okumusum ve ümit ederek bunun parcasi olmusum. Eger bir kanaat önderi olsaydim, Islam alimi olsaydim, hicbir ümidim kalmasaydi kendi cemaatimi kendim kurardim zaten. Bunu böyle bir üsluba sahip birisini dinleyerek yapacak halim yoktu herhalde.
3- Allah dostu oldugundan emin oldugumuz insanlarin birtakim yollarla müjdeler veya uyarilar almasini tümüyle dislamam. Bunun siklikla oldugunu da iddia etmem. Fakat bu gibi yasanmis ve yasanmamis uyari ve müjdelemelerin yüzbinlerce insani yönlendirmek icin sikca istismar edildigini hepimiz gördük. Bununla ilgili bir önlem alindigini, bu yola basvuranlarin en alttan en tepeye kadar uyarildigini veya bunlardan men edildigini de sanmiyorum. Sadece su dedigim yapilsa binlerce küskün insanin gönlü alinmis olurdu. Hic olmazsa dolayli da olsa hata yaptik mesajini almis olurlardi. Bu bile olmadi. Dedik ya, Islam´in o kaybolan üslubundan biz fersah fersah uzaklardayiz.
4- Uzaktayiz uzakta olmasina da, hala kendimizi dev aynasinda görmeye devam ediyoruz. Efendim halimiz Calutla savasa giden Talut askerleri gibiymisiz. O suyu icmedigimize emin misin? HE´yi savunmaya calisiyorsun, güzel, sevindim
bak Caglayan dergisindeki yazilarina:
8. Sayi “Kendi Kendimizle Yüzlesme ve Muhasebe” baslikli yazi,
9. sayi ayni basliktaki yazinin ikinci bölümü.
10. sayi Elestirel Akil ve Istisare,
11. sayi “Kendiyle Yüzlesmede Peygamber Ufku”,
12. sayi ayni basliktaki yazinin ikinci bölümü,
13. sayi ayni baslikli yazinin ücüncü bölümü,
14. sayi ayni baslikli yazinin dördüncü bölümü
15. sayi ayni baslikli yazinin besinci bölümü
16. sayi “Nefisle Yüzlesmede Halede Ilk Halka”
17. sayi ayni basliktaki yazinin ikinci bölümü
18. sayi ayni baslikli yazinin ücüncü bölümü,
19. sayi ayni baslikli yazinin dördüncü bölümü
20. Kendiyle Yüzlesmede Hale Ile Hallenenler
21. sayi ayni basliktaki yazinin ikinci bölümü
22. sayi ayni baslikli yazinin ücüncü bölümü,
23. sayi ayni baslikli yazinin dördüncü bölümü
24. sayi ayni baslikli yazinin besinci bölümü
25. sayi “Aciyorum” baslikli yazi
26. sayi “Paranoya” baslikli yazi
27. sayi “Ic Cürüme ve Onarim Yollari” baslikli yazi
28. sayi ayni basliktaki yazinin ikinci bölümü
29. sayi ayni basliktaki yazinin ücüncü bölümü
Hocaefendi bu isin nereden nereye geldigiyle alakali 22 adet yazi yazmis, iki seneye yakin bunu yazmis, belli hatalar var, olabilir dememis.
Insan sunu bari düsünür: Bir teorisyen bir yazi yazdigi zaman onun takipcisi olan hocalar, edebiyatcilar, gazeteciler, sokaktaki vatandasin anlayacagi dilde vaazlar verir, hikayeler, köse yazilari, siirler, haberler, röportajlar yapar, sarkilar besteler. Bir yazi her koldan duyurulur di mi? Ya bak, birak 21 yaziyi, sadece su “Ic Cürüme ve Onarim Yollari” yazisini bayrak edinilseydi de ordaki düsüncelerle her yerde karsilassaydik di mi?
Demek ki biz su an napiyoruz: Fi tarihinde Nevval Sevindi”ye röportaj veren Hocaefendi üzerinden 2018-2019 yillarinda bilancoyu net bir sekilde ortaya koyan Hocaefendi´yi unutturmaya calisiyoruz. Unutmayacagiz!
Nedim bey, hakki tutup kaldiran yazilar yaziyorsunuz. Allah razi olsun
Lutfen devam!
Sonraki yazıyı dört gözle bekliyorum heyecan yaptım :)))
Bugün H.E.ye, Hizmete, Hizmet Hadimlerine kin nefret ve düşman fıtratıyla bakan, eleştiren talihsiz nasipsiz bedbaht ve gafiller? Risalet döneminde yaşasaydılar. Çizgileri aynı safları Ebu Cehil ve Lehep’in safları olurdu. Yazık en büyük kötülüğü kendilerine yapıyorlar. Farkında değiller.
Nedim Bey, Allah ebeden razı olsun. Hocaefendi’yi tam da hakkettiği bir pozisyonda tarif ettiniz.”Hocaefendi adeta tarihin seyir terasına çıkmış geleceği temaşa edip not düşmektedir!” Maalesef ben HE ye bütüncül bakamayışımın ezikliğini yazınızdan sonra bir daha iyice hissettim. Hakikatler zamanla değişmez, sadece elbisesi güncellenir. HE daima kendini asra senkronize eden bir şahsiyet olarak zaman üstü kavan-i İlahiye den beslenen bir Mürşid-i Kamil olarak yolumuzu aydınlatıyor.
“Çok açık ve net olarak söyleyebilirim, Avrupa ile entegrasyonu gerekli görüyorum ben. Gelecekte daha ciddi beraberlik olacaksa, bunun içine planlı programlı girilirse şayet, bizim için olumlu olur.” Bu cümleler bana Üstad Hz lerinin 1908’ de Mısır El- Ezher Üniversitesi Rektörü Şeyh Bahid Efendi’nin “Avrupa ve Osmanlı hakkında fikriniz nedir?” diye sorduğu soruya, “Avrupa bir İslam devletine hamiledir, bir gün gelip doğuracaktır. Osmanlı devleti de bir Avrupa devletine hamiledir, bir gün gelip onu doğuracaktır.” diye cevap vermesini hatırlattı. Demek ki HE tamamen O Master Plan çerçevesinde hareket ediyor. Daha da ötesinde ise Efendimizin (a.s.m) Ahirzaman Hadisatından haber verdiği yerlerde geçen Mesihiyyet ve Mehdiyyet’in vazifeleri ile ilişkiler akla geliyor.
Nedim Bey, latif bir tevafuk da yazınızda geçen ““Yani gelecekteki bizim yeni bir insan tipine ve yeni yapılanmaya ihtiyacımız var. Evet, yeni insan tipinin en önemli yanı, hakikat âşığı olması, ilim âşığı olması, insan âşığı olmasıdır. Tek yanlı bir bağlantı içinde olmaması, bunlardan sadece birine bağlı olup kalmamasıdır.” cümlesindeki HAKİKAT AŞIĞI İLİM AŞIĞI konusu bu ayki Çağlayan Dergisnde HE nin başyazısının da başlığı…
Hem yazarın hem de yorumcuların şunu es geçmemelerini rica ediyorum.
Tarihi anokranizm hatası yapmayalım.
…………………………………………………………………..
Önce bir gerçekten başlamak istiyorum:
Prof. Dr. Niyazi Öktem, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi ve Toplum Bilimi hocası.
1997 de, 28 Şubatın o en şiddetli atmosferinde, İstanbul da dev TUNAYA amfisinde, yüzlerce öğrencinin önünde, KORKMADAN şunu söylemişti. Bizzat kulaklarımda duyduğum cümleyi aktarıyorum:
“Bediüzzaman Said Nursi çok büyük bir insandır, çünkü ardından Fethullah Gülen cemaati gibi bir cemaat bırakmıştır.”
Başka bir örnek, eski Dışişleri bakanlarından, Hukuk profesörü, Mümtaz Soysal,Ankara da büyük bir Amfi de, öğrencilere şu soruyu sorar:
20. yy düşünce hayatı çatışmasını kim kazanmıştır?
Öğrenciler, modernizm temsilcilerini sayar, ya da bazı isimler verir. Hayır yalan söylüyorsunuz der, Mümtaz Hoca.
Şu cevabı verir hoca:
“Şu an o ceplerinize, çantalarınıza baksam sizlerin, o sıraların aralarında olan kitap aralarına, ya cevşen, ya o küçük kırmızı kitaplardan birini görürüm. 20. yy. entelektüel fikir çatışmasını Türkiye de Said Nursi kazanmıştır” der.
Sıradan iki kişi değil bahsettiğim, sıradan iki anlatım da değil. Bir dönemin şahitliği.
Ama anokranizm hatasını da yine tam burda anlatmalıyım.
Yıl 2024..
Hocaefendinin şiirinin ilk aşaması gerçekleşti:
“Yine hicran dolu günleri andım, yıllar gözyaşıyla karışıp gitmiş, ürperdim ve yerimde kalakaldım”
DOSTLAR DÜŞMANLARLA BARIŞIP GİTMİŞ..
Bu şiirin farklı bir versiyonunu yaşıyoruz.
Türkiye’nin bildiğimiz dinamikleri, oturmuş konsensus halindeki paradigmaları değişti.
Uğur Mumcu bahanesiyle Türkiye İran olmayacak diyenlerin ta kedileri, Perinçekler şunlar bunlar İrana gider oldu,
Müslümanlar hırsızların şahı, zalimlikte zebani oldular. Ötesi kimlerle ittifak kurdular kimler.
Vizyonerlikten kasıt ortadoğu bataklığına saplanmak oldu.
Değerler alt üst oldu.
Muhalif RÜZGAR çok büyük.
Bunu Hocaefendinin hesap edememesi de normal.
“Galiba bu iş burada bitti..” diye zihinlerden geçtiğini sahabe bizzat söylüyor Uhud savaşının çetin bir anında.
Bir şeyin tarih olarak ele alınması için en az 50 yıl geçmesi gerek diyor Tarihçiler. Ki gerçek anlamda analizi yapılabilsin.
Geçtiğimiz 10 yıl ile ilgili elbet düşünülebilir, konuşulur, ama sağlıklı yargılamalar için hale çok erken.
…………………………….
Aksiyonsuz teori ya da teorisiz aksiyon, gelir bir yerde kalır tökezler.
Aksiyonsuz teoriyi ütopya gibi okursunuz, Campanellanın Güneşler Ülkesi gibi.
Düşünce temeli olmayan Aksiyonların da biten nefeslerini görürsünüz, tarih bunların çöplüğüyle dolu.
Gülen Cemaati güçlü bir teoriye dayanan dinamik bir Aksiyon örneği.
Ve ERKE DÖNENGECİ gibi, dışardan biri gelip onu bozana kadar da sürekli işleyecek dinamizmdeydi.
Devlet gücünün tüm hışmı kullanılarak ve hukuk askıya alınarak, tüm güç argümanları, harp teknikleri kullanılarak, en önemlisi de, FİZİKİ ŞİDDET kullanılarak, sindirilmeye yok edilmeye çalışılmasaydı,
Hocaefendinin, Nevval Sevindi ile yaptıığı röportajdaki hayalin ufaktan ufaktan gerçekleştiğini görmek içten bile değildi.
………………………………….
Tarihi Anokranizm hatası yapılmamalı. Bugünün değerleri ile geçmişin yargılanması, anokranizm hatalarından biri.
Nevval Sevindi ile yapılan röportaj 1997 de oldu.
Gülen in, daha geniş perspektifle, İslam dünyası bağlamında bir değerlendirmesi oldu, 2002 lerde. Zaman gazetesinde yazı dizisi halinde de çıktı o.
“Orta da bir İslam dünyası görmüyorum dedi Gülen”
Belki kurtarılmış adalar kurabiliriz benzeri bir cümle kullandı.
97 de ile 2002 arasındaki iki röportaj arasında sistematik bir ilişki olsa da, Gülen in olaylara bakışı, tarihi gerçekliklerle birlikte daha temkinli hale gelmişti.
Gülen, sık sık muhalif bir rüzgar esmezse, diye bir şart koşarak olayları ele alıyordu.
Hocaefendinin 17/25 Aralık sonrası konuşmaları ile 15 Temmuz konuşmaları da bir değil.
Ruhları farklı.
Hocaefendi aslında gözümüzün önünde duruyor, o satırlarıyla, sohbetleriyle gözümüzün önünde duruyor diyeler deolucaktır da,
gerçek anlamda, gerçek bir röportaj yapılmalı yeniden.
Herkes olgunlaşır, öze bağlı değişir.
Hocaefendinin de söyleyeceği yeni şeyler olduğunu düşünüyorum ben.
Hocaefendi söyleyeceklerini 2018-2019 yillarinda Caglayan dergisinde cok genis bir sekilde ele aldi. Birebir röportaj veya video cekimleri bizi sadece manipüle eder. Hatta Hocaefendinin kendisini de manipüle eder. Hatirlayalim: O mülaane videosunu kendimize göre cok güzel yorumlamistik ama Türk halkinin o mülaaneyi hic hos karsilamadigini göremedik, hala da göremiyoruz. Yine bugünden bakinca görüyoruz ki, bütün o yok bilmem Pakradunili, yok bilmem Kapadokyali, asufteli bilmem neli videolar Hocaefendi´nin bir düsünür, bir Islam alimi kimligini gölgede birakti ve onu istihbari oyunlarin yönlendiricisi veya oyuncagi gibi gösterdi.
Bir gömlegi Hint kumasindan dikebilirsin, dügmeleri pirlantadan olabilir, ama sadece bir tanesinin yanlis iliklesen iyi iliklenmis alelade gömlek yaninda nasil duracagini bilirsin. Yapman gereken kasla göz arasinda o yanlis dügmeyi dogru iliklemektir.
Bi düsünelim: Hadi deseydik, bosalt kadrolarimizi, zaten daha önemli islerimiz var, kapat dersanelerimizi, zaten daha gerekli projelerimiz var.. Efendim, bu kadar zalim olacagini bilemedik, efendim aldandik. Nasil bilmezsin, nasil aldanirsin, ne hakla?
Raci Bey, burada yazıları ve altına yazılan yorumları çok takip ederim, sizin de birçok yorumunuzu okudum, bir kısmına katıldım, bir kısmına katılmadım ama genel olarak şunu söylemek istiyorum: Kendinizi bence dev aynasında görüyorsunuz. Üsluptan bahsetmişsiniz üstte bir yerde ama sizin yazılarınızda da çok hoş bir üslup göremiyorum. Hizmetçek kendimize bakmamız gerektiğini söylüyorsunuz ama sizin de kendinize baktığınızı düşünmüyorum. Yukarıda Nedim Bey ile olan tartışmada kendi argümanlarınızı savunmak dışında bir şey yapmamışsınız ve o yüzden de bunu nefsani bir savunma gibi okudum. Acaba “Bende de hata olabilir mi?” diye düşünmemiş gibisiniz. Eleştirilerinizi söyleme şeklinizi yıkıcı ve saldırgan buluyorum, bu yüzden de insanların kalbine hitap edeceğini sanmıyorum. Karşı tarafta eleştirdiğiniz şeyler sizin yorumlarınızın satır aralarından sızıyor.
Bir an icin hakli oldugunuzu var sayalim ve diyelim ki benim üslubum cok kötü.
Bu konustugumuz konu ile ilgili neyi degistirir? Konuyu Nedim beyin üslupsuzlugundan alip benim üslupsuzluguma getirdiginizde manipülasyon yapmis olursunuz. Bu bir yerde sabotajdir aslinda. Hadi Nedim beyin üslupsuzlugunu biraktik benim üslupsuzlugumu kanitladik, ne kazanacaksiniz?
Ben sade bir vatandas olarak icabinda üslupsuz da olabilirim, ben Hizmet´in gözü önünde, yaptiklari örnek alinan bir insan degilim. Fakat benim elestirdigim üslubun sahibi olan insanlar Hizmet´in gözü önünde olan insanlar. Evvela bu üslupsuzlugu mercek altina almamiz gerekmez mi? Bir Raci´nin üsluplanmasiyla mi üsluplanacak insanlar. O zaman mi HE´nin fi tarihindeki röportajlariyla hokuspokus yapmaktan vazgececekler? Yapmayin Allah askina!
Bu üslupsuzlugun artik hos görülecek bir tarafi kalmadi, ama eger varsa benim üslupsuzlugum, bunu hos görebilirsiniz, cünkü benim yazdiklarim normal bir üsluba degil, üslupsuzluga karsi bir tepkidir bir yerde.
Her üslupla insanlarin kalbine ulasilamayacagi argümaniniza katilirim. Fakat anlamis olmaniz gerekirdi ki, benim böyle bir bünyenin kalbine ulasmak gibi bir derdim yok. Bu bünyenin kalbi olsa, yukarida listeledigim HE´nin o yazilarini öylece garip birakmazlardi. Benim bu anlayistan zerre beklentim olamaz. Öyleyse amacim sadece su olabilir: Bu bünyenin düsünce yapisini baska insanlara anlatmak. Baska insanlar anladikca kendilerine gelir gibi oluyorlar cünkü. Gönül ister ki, yikilsin bu bünye ve yenisi gelsin.
Nedim hocam Allah Aşkına, bu kadar bilgi birikimin var; kafandaki sorulabilecek her soruyu, arkadaşlardan muhalif gib gözüken, gözükmeyen, okurlardan, takipçilerden merak edilenleri dahil hizmet,yaşananlar,yapılması gereknleri içeren soruları da dahil, HE’nin aklı başı yerindeyken, alın randevuyu, bir iki saatliğine değil gerekirse (sağlığı elverdiğince, zamana yayarak) iki üç gün kalarak sorun ve bir yazı dizisi hazırlayın bizde istifade edelim. Sorular yeri gelince acımasız olsun, içeriden biri gibi değil, yeri gelince dışarıdan biriymiş gibi yada canın yanan birisi gibi (saygı çerçevesinde) de olsun. Sen bu işleri bilirsin hocam.
Yazının altındaki yorumlar beni o kadar mutlu etti ki! Bir yazar için “iyi ki yazmışım” hissiyatı kadar muhteşem bir şey olamaz. Ve bir o kadar da ufkumu açtı, istifade ettim. Allah hepinizden razı olsun.