“Yeni Faz” Kavramları (13): Sıfır noktası!

Gülen’in hitabetinde bitimsiz olarak inancın sosyal hayata entegre edilmesi gerektiği vurgulanır. O, maneviyatın sadece ibadet ve ritüellerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik yaşamın da merkezinde yer alması gerektiğini savunur.

“Öğretim ve eğitimden imbiğinden geçmemiş fertte insanî meziyetler ve yükseltici husûsiyetler gelişmediği için, onda içtimaî olma husûsiyeti aramak da beyhudedir.” MFG

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Eğitim, insanoğlunun en temel ve hayati faaliyetlerinden biri olarak hem bireysel hem de toplumsal kalkınmanın anahtarı. Fethullah Gülen’e göre, gerçek bir hayat ancak ilim ve irfanla mümkündür. Gülen, öğrenme ve öğretmeyi, insanın yaratılış gayesi olarak görür ve bu süreçlerin ihmal edilmesinin insanı manevi olarak ölüme sürükleyeceğini savunur. Bu anlayışta, akıl ve mantık ancak ilimle kemale erer; ilim olmadan akıl eksik ve mantık yanıltıcıdır.

Gülen, eğitimi sadece bilgi aktarımı olarak değil, aynı zamanda ruhun ve kalbin işlenmesi olarak görür. Ona göre, eğitim ve öğretim iki yüce vazifedir; bu vazifeler, insanın ruhundaki liyakat ve ehliyeti ortaya çıkarır ve onu topluma kazandırır. Eğitim, bireyin insanlığını ortaya çıkardığı gibi, toplumları da inşa eder ve onları yücelterek insanlığa hizmet eder. Dolayısıyla, eğitimdeki en önemli unsur, bireylerin manevi ve entelektüel gelişimlerini sağlamak için ilim ve irfanın harmanlanmasıdır.

Öte yandan Gülen, eğitimin devlet ve toplum nezdinde ele alınması gerektiğini vurgular. Bir milletin geleceği, o milletin genç nesillerinin eğitimiyle şekillenir. Gülen’e göre, milletler yeni nesillerle varlıklarını devam ettirirler; dolayısıyla, çocukların ve gençlerin eğitimi, bir milletin en büyük sermayesi olarak kabul edilmelidir. Eğitimin devlet politikaları çerçevesinde desteklenmesi, milletin sosyal yapısını güçlendirecek ve uzun vadede toplumsal barış ve kalkınmayı sağlayacaktır.

Gülen, eğitimde devletin sorumluluğuna dikkat çeker ve eğitimin devlet planında ele alınmasını savunur. Ona göre, devletin güçlü bir eğitim sistemi oluşturması, bireylerin sosyal sorumluluk bilinciyle yetişmesini sağlar ve toplumun geneline yayılan bir huzur ortamı oluşturur. Eğitimli nesiller, hayat mücadelesinde karşılarına çıkan her türlü engeli aşabilecek yetkinliğe ulaşır ve toplumun geleceğini güvence altına alır.

Gülen, eğitimde aile, çevre ve medyanın işbirliğinin önemine de vurgu yapar. Eğitimin sadece okulda değil, aynı zamanda aile ve sosyal çevrede de desteklenmesi gerektiğini savunur. Gülen’e göre, çocukların eğitimi konusunda aileler büyük bir sorumluluk taşır. Çocukların karakter gelişimi ve sosyal hayata uyumu, büyük ölçüde ailede başlar ve okul ile çevrede devam eder. Bu nedenle, aile içi eğitim ve çocukların çevresiyle olan ilişkileri, onların kişisel ve sosyal gelişiminde belirleyici bir rol oynar.

Netice itibariyle Fethullah Gülen’in eğitim anlayışı, bireylerin manevi ve entelektüel gelişimlerini sağlamak amacıyla ilim ve irfanı bir arada ele alan bütüncül bir yaklaşıma dayanır. Bu model, bireylerin sadece bilgiyle değil, aynı zamanda ahlaki değerlerle de donatılmasını hedefler. Eğitim, toplumların varlığını sürdürebilmesi ve geleceğe güvenle bakabilmesi için en temel unsur olarak kabul edilir. Bu nedenle, eğitimde devlet, aile, çevre ve medyanın birlikte çalışması, toplumsal barış ve kalkınmanın sağlanması açısından hayati öneme sahiptir.

Dikkatli bir okuma yaptığımızda aslında Hocefendi’nin bu işin ta en başındaki zihin haritasını da görmek mümkün. Burada şu önemli hususu siz de fark etmişsinizdir. Bediüzzaman Said Nursi’nin eğitim modelinde ısrarla vurguladığı (ki biz bu balansı yatay ve dikeylik olarak izah etmeye çalışmıştık. BKNZ) pozitif bilim ile manevi eğitimi bütünleşik olarak ele almayı temel prensip olarak kabul eder. Hizmet Hareketi’nin eğitim modelinde çok dillilik, pozitif bilimler hep önde gibi görünse de rehberlik hizmeti olarak da tavsif edebileceğimiz, manevi eğitim hep önemsenmiş ve hareketin olmazsa olmaz düsturu haline gelmiştir.

Şimdi filmi biraz geriye saralım ve meselenin başladığı noktaya geriye dönüp tarihsel bir perspektif oluşturmaya çalışalım.

Dini Retorikten Sosyo-Kültürel İnşaya

İsterseniz retorik bağlamında Gülen ve Hizmet Hareketi’nin yol haritasına kısaca bir atalım.

Malum; İslam medeniyeti, köklü gelenekleri ve bu gelenekler aracılığıyla inşa ettiği sosyal yapılarla tarihe damgasını vurmuş. Bu geleneklerin başında, dini ve kültürel değerlerin aktarılmasında asırlardır merkezi bir rol oynayan sözlü hitap geleneği geliyor. İslam’ın ilk yıllarından itibaren cami kürsüleri, bu geleneğin en önemli sahneleri olmuş. Toplumsal düzenin ve dini hayatın şekillendiği bu kürsülerde, hitabet sanatı adeta İslami bilginin en etkili yayılma aracı olarak kullanılmış.

Sözlü hitap geleneği, İslam’ın sadece teorik bir bilgi sistemi olarak değil, aynı zamanda pratik ve yaşanabilir bir din olarak toplumda yerleşmesine olanak tanımış. Bu gelenek, bireylerin inançlarını pekiştirmeleri ve dini değerleri içselleştirmeleri için vazgeçilmez bir kanal olmuş. Dolayısıyla, İslam toplumlarında hitabet, sadece bir iletişim aracı olmanın ötesinde, dini ve ahlaki değerlerin toplumsal bilinçte kökleşmesini sağlayan bir mekanizma olarak görülmüş.

Bu bağlamda, M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hitabeti, hem bu kadim geleneğin bir devamı hem de modern bir dönüştürme girişimi olarak dikkat çeker. Gülen, hitabeti sadece bir dini telkin aracı olarak değil, aynı zamanda sosyo-kültürel bir inşa yöntemi olarak da kullanmıştır. Onun hitaplarında, İslam’ın temel öğretileri, modern dünyanın sorunlarıyla harmanlanmış, bu sayede geniş kitleler üzerinde derin bir etki bırakılmıştır.

Gülen Efekti!

Konstantin Stanislavski neredeyse 2 asır önce dramanın temellerini atarken, aktörün izleyiciyi etkilemesi adına bir efektten bahseder. Ona göre bir oyuncu rol yapmamalı, oyunu yaşamalıdır! Yıllar sonra Hollywood bu tekniği keşfeder ve adını Hollywood efekti koyan. Esasen bu kavramı keşfeden bir sinemacı da değil kurumsal danışmanlık yapan bir sosyolog olan Dan Mayer’dir. Mayer, bir kurumun kültürünü değiştirmek için yönergeler yerine dramayı kullanmayı salık verir ve böyle yapılırsa çok daha kısa sürede kalıcı değişimler yapılabileceğini ileri sürer.

Esasen kadim bir efekttir bu. Adına ister Kutsal efekt ister manevi efekt diyelim hemen tüm peygamberlerin kullandığı tekniktir. Dolayısıyla tevarüs yoluyla alimlere de geçer. Hazreti Bediüzzaman’ın savunmalarına baktığımızda bu efektti kolaylıkla görürüz. Keza bunun bariz göründüğü yerlerden biri de Gülen’in vaaz kürsüsüdür. Hocaefendi’nin sözlerinin etkisinin sırrı bu kadim efekti ustaca kullanabilmesidir.

Gülen’in hitabet sanatındaki ustalığı, onun sadece dini bir lider değil, aynı zamanda etkili bir sosyal mühendis olarak da tanınmasına yol açmıştır. O, dini değerleri toplumsal sorunların çözümünde kullanarak, İslamî bilginin pratik bir yaşam rehberi olduğunu göstermiştir. Hitabetinin merkezinde, insanı ve onun ahlaki gelişimini temel alan bir anlayış vardır. Bu anlayış, İslam’ın evrensel değerlerini bireylerin hayatlarına yansıtan bir dizi etik ve ahlaki ilkeler bütünüdür.

Gülen, İslami hitabet geleneğini modern bir dille yeniden yorumlarken, geleneksel cami kürsülerinden çok daha geniş bir hitap alanı inşa eder. Onun hitapları, yalnızca dini ritüellerin icrası için değil, aynı zamanda toplumsal barışın, hoşgörünün ve insan haklarının tesis edilmesi için bir araç olarak kullanılmıştır. Bu anlamda, Gülen’in hitabeti, sadece bir vaaz değil, toplumsal bilinçlendirme ve sosyal mobilizasyonun da bir aracı olmuştur.

Gülen’in hitabetindeki en dikkat çekici unsurlardan biri, onun derin bir bilgi birikimi ve entelektüel arka planı ile donatılmış olmasıdır. İslami ilimlere ve arka plana olan vukufiyeti, çağdaş batı bilimlerine olan ilgisiyle birleşmiş ve bu ikisinin sentezi, onun hitabetinde belirgin bir şekilde kendini göstermiştir. Bu sentez, onun vaazlarında sadece dini bilgiyi aktarmakla kalmayıp, aynı zamanda modern dünyanın sorunlarına da çözümler sunabilmesini sağlamıştır.

M. Fethullah Gülen, vaaz kürsüsünü adeta bir entelektüel platforma dönüştürmüştür. Hitabetinde, tarihi, felsefi ve sosyolojik perspektiflerle İslam’ın temel ilkelerini harmanlamış, bu sayede hem geleneksel hem de modern dünyaya hitap eden bir söylem geliştirmiştir. Bu söylem, İslam’ın evrensel değerlerini modern dünyada yeniden yorumlayan bir entelektüel çabanın ürünüdür.

Gülen’in hitabetinde bitimsiz olarak inancın sosyal hayata entegre edilmesi gerektiği vurgulanır. O, maneviyatın sadece ibadet ve ritüellerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik yaşamın da merkezinde yer alması gerektiğini savunur. Bu bağlamda, onun hitabeti, İslami düşüncenin bir bütün olarak hayata geçirilmesini amaçlayan bir dizi toplumsal proje ile desteklenmiştir.

Bu projeler arasında, eğitim ve toplumsal kalkınma en önde gelenlerdir. Gülen, özellikle eğitim konusunda, manevi yönün modern bilimlerle sentezlenmesi gerektiğine inanmış ve bu doğrultuda bir dizi eğitim kurumu açılmasına öncülük etmiştir. Onun hitabetinde sıkça vurgulanan “okul yaptırmanın cami yaptırmaktan daha faziletli olduğu” düşüncesi, bu eğitim seferberliğinin temel motivasyon kaynaklarından biri olmuştur.

Gülen’in hitabeti, zamanla sadece Türkiye’de değil, dünya çapında bir etki oluşturmuş ve geniş kitleler üzerinde derin izler bırakmıştır. Onun vaazlarında, İslam’ın evrensel değerleri, modern dünyanın sorunlarına yönelik çözümlerle birleştirilmiş ve bu sayede geniş bir toplumsal dönüşüm hareketi başlatılmıştır. Bu hareket, dini değerlerin toplumsal yaşamda yeniden canlanmasına ve bu değerlerin küresel ölçekte yayılmasına katkıda bulunmuştur.

Daha sonraki bölümlerde de göreceğimiz gibi 1990’lı yıllardan itibaren, M. Fethullah Gülen’in hitabeti ve liderliği, Türkiye’nin sosyal ve entelektüel hayatında önemli bir yer edinmiştir. Gülen, bu dönemde toplumsal diyalog ve uzlaşının temellerini atar. Abant Toplantıları gibi entelektüel girişimler, farklı siyasi ve ideolojik görüşlerin bir araya gelmesine ve ortak çözümler üretilmesine zemin hazırlamıştır.

Bu süreçte, Gülen’in hitabeti ve sosyal projeleri, sadece Türkiye’de değil, küresel düzeyde de geniş yankı bulmuş, dinler ve medeniyetler arası diyalog hareketine dönüşmüştür. Gülen, farklı din ve kültürlerden insanları bir araya getirerek, barış içinde bir arada yaşama fikrini yaygınlaştırmış ve bu doğrultuda uluslararası çapta önemli adımlar atmıştır.

Gülen’in hitabeti, İslam’ın insan merkezli bir din olduğunu ve bu merkezin etrafında şekillenen bir yaşam biçimi sunması gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, onun hitabeti, İslam’ın sosyal ve ahlaki öğretilerini yeniden canlandırma çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Gülen, İslam’ın sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bir yaşam rehberi olduğunu defalarca dile getirmiştir.

Gülen, hitabetinde yalnızca İslam’ın evrensel değerlerini vurgulamakla kalmamış, aynı zamanda bu değerlerin modern dünyada nasıl yaşanabileceğini de göstermiştir. Onun vaazları, İslam’ın temel ilkelerinin modern toplumlarda nasıl uygulanabileceğine dair pratik öneriler sunmuş ve bu doğrultuda geniş kitleleri harekete geçirmiştir.

Sonuç olarak, M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hitabeti, İslami düşüncenin modern dünyada yeniden yorumlanması ve bu düşüncenin toplumsal hayatta somut bir şekilde uygulanması açısından büyük bir öneme sahiptir. Gülen’in hitabeti, sadece dini bir telkin aracı değil, aynı zamanda sosyo-kültürel bir dönüşümün de başlangıç noktası olmuştur. Bu bağlamda, onun hitabeti, İslam’ın evrensel değerlerini modern dünyanın ihtiyaçlarıyla harmanlayan bir entelektüel çabanın ürünü olarak değerlendirilebilir.

Gülen’in vaaz geleneği ya da hafıza zincirinin inşası!

Fethullah Gülen’in hayatı ve faaliyetleri, modern Türkiye’de dini grupların dönüşümü ve vaaz geleneğinin yeniden şekillenişi açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Gülen çocukluğundan itibaren güçlü bir dini gelenek içinde yetişmiş ve bu geleneği modern dönemin koşullarına uyarlayarak yeni bir hareketin öncüsü olmuştur.

Gülen’in vaazla olan ilişkisi, sadece mesleki bir tercih değil, adeta bir yaşam tarzı olarak karşımıza çıkmakta. Geleneksel yapıda dini düşüncenin medreseler aracılığıyla üretildiği ve cami kürsüleri gibi sözlü kültür aktarım dinamikleriyle kitlelere ulaştırıldığı bir ortamda yetişen Gülen, bu geleneği modern dönemin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden yorumlamış.

Gülen’in vaizlik kariyeri, 1959 yılında Edirne’de Üç Şerefeli Cami’de ikinci imamlığa atanmasıyla resmi olarak başlamış. Bu tarihten itibaren vaaz, onun fikirlerini yayma ve geniş kitlelere ulaşma konusunda en etkili araç haline gelmiştir. Özellikle 1970’li yıllarda verdiği konferanslar serisi, onun ulusal çapta tanınmasını sağlamış ve hareketin temellerinin atılmasında önemli bir rol oynamış.

Gülen’in vaaz tekniği, geleneksel sözlü kültürün güçlü yönlerini modern iletişim araçlarıyla birleştiren özgün bir yaklaşım sergilemekte. Onun vaazları, sadece dini bilgi aktarımıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda toplumsal sorunlara çözüm teklifleri sunan, bilim ve teknolojinin önemini vurgulayan geniş kapsamlı bir söylem geliştirmiştir.

1980’li ve 1990’lı yıllar, Gülen’in vaazlarının kasetler aracılığıyla geniş kitlelere ulaştığı ve hareketin hızla büyüdüğü bir dönem olmuştur. Bu süreçte vaaz, sadece camilerle sınırlı kalmamış, ev sohbetleri, yurt buluşmaları ve kamplar gibi farklı platformlarda da sürdürülmüş. Bu, hareketin kolektif hafızasının inşa edildiği ve yayıldığı bir ağın oluşmasını sağlamıştır.

Gülen’in vaaz ve sohbetlerinde öne çıkan temalar arasında eğitimin önemi, bilim ve dinin uyumu, hoşgörü ve diyalog gibi konular yer almakta. Bu yaklaşım, hareketin sadece dini bir grup olmanın ötesine geçerek, eğitim ve sosyal hizmet alanlarında da aktif bir rol üstlenmesini sağlamıştır. Dikkat edilirse bu sıralama aynı zamanda hareketin adeta köşe taşlarıdır.

Gülen Hareketi’nin küresel bir boyut kazanmasıyla birlikte, vaaz geleneği de yeni bir forma büründü. İnternet üzerinden yapılan haftalık sohbetler, kitaplaştırılan vaazlar ve çeşitli dillere çevrilen eserler, hareketin mesajının dünya çapında yayılmasını sağladı. Bu süreç, geleneksel vaaz pratiğinin modern iletişim teknolojileriyle nasıl bütünleşebileceğinin bir örneği olarak görülebilir.

Ezcümle Fethullah Gülen pratiği, Türkiye’de dini grupların Cumhuriyet dönemindeki dönüşümünü ve vaaz geleneğinin modern koşullarda nasıl yeniden şekillendiğini gösteren önemli bir vaka sunmakta. Gülen’in vaaz disiplini ise, geleneksel sözlü kültürün gücünü korurken, aynı zamanda modern dünyanın sorularına cevap arayan dinamik bir söylem geliştirdi. Bu yaklaşım, dini bir hafıza zincirinin nasıl inşa edilebileceğini ve sürdürülebileceğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Meseleyi detaylandıracağız.

NOT: Eğer bu tür içeriklerin cazip olmadığını düşünüyorsanız yorumlara not bırakabilirsiniz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin