Yeni devlet

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Çocuklar nasıl bir ülkede yaşamalı? Bugün vatandaşı olduğunuz Türkiye’den umutlu musunuz? Çocuklarınızın bu ülkede mutlu, huzurlu ve güvenli bir geleceği olacağını düşünüyor musunuz? Bu sorular bizi ister istemez eskilere, 1990’lı yıllara götürür.

1990’lı yılların başında liberal demokrasinin yeşerdiği ortamlarda ikinci cumhuriyet fikri doğmuştu. Yepyeni değerlerle taçlandırılacak bir cumhuriyete dönüşebilirdi Türkiye; yeter ki yeni bir anayasa ile yeni bir başlangıç yapılsındı. Türkiye’nin geleceği, yapılan hatalardan ders alınarak inşa edilebilirdi. Oldukça ilerici fikirlerdi bunlar. Özellikle vesayet sistemi, Kürt sorunu ve İslami kesimin cumhuriyete entegre edilmesi gibi fikirler, bu dönemde Türkiye siyasetine girdi.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

1980 askeri darbesi ve bu süreçte sol ve sağın beraberce yaşadığı acılar, görece liberal politik ve demokratik değerlerin merkez sol ve merkez sağda etkili olmasına yol açıyordu. Özal’lı yılların ekonomik neo-liberalizmi, Türkiye’yi dünya ekonomisiyle bütünleştirmeyi merkezine alıyordu. Bu döneme damgasını vuran devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması, devletçiliğin ve kapalı ekonominin sonlandırılması, ihracat yönelimli bir ekonominin oluşturulması, özel sektör ve piyasa ekonomisi vurgusu, bu ekonomi felsefesinin temelini oluşturuyordu.

Her ne kadar 1990’lar derin devletin ve vesayet rejiminin çok etkili olduğu bir dönem de olsa, televizyon kanallarında Siyaset Meydanı gibi gayet özgür tartışma programları yapılabiliyor veya 32. Gün gibi eleştirel gazetecilik örnekleri toplumca benimsenebiliyordu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Rüstem Batum Show’a katılıp, kendi taklidini yapan gençle gayet olgunlukla sohbet etmesi ve şakalaşması, gayet olağan bir olay olarak karşılanıyordu. Politikacıların karikatürleri yapılabiliyor, siyasetçiler seçim dönemlerinde canlı yayında tartışma programlarına katılıyor, birbirlerine saygılı davranıyorlardı. Hatta MHP genel başkanı Türkeş gibi daha önce şiddetle arasına net çizgi çekmemiş siyasetçiler, daha olgun ve birleştirici bir tutum alıyorlardı. 1990’lar, devletin dönüşüm çabalarının somut olarak hissedildiği yıllardı. Türkiye bu yıllarda Avrupa’nın kalıcı parçası olmaya uğraşıyordu. Türkiye’de Batı’dan nefret eden, kindar ve içe kapanmacı ideolojiler marjinaldi.

İkinci cumhuriyet, birincisinde başarılamayanları gerçekleştirme idealiydi. Türkiye’nin Avrupalılaşması, demokrasinin liberalleşmesi, insan haklarının Batılı standartlarda uygulanması, toplumsal kesimlerin kucaklanması, Kürt sorununun tabu olmaktan çıkarılması, anayasal vatandaşlık ilkesinin yerleşmesi, laikliğin dindarları dışlamayan bir uygulamasının hayata geçirilmesi gibi konular ikinci cumhuriyet denen fikirle özdeşleştiriliyordu.

İkinci cumhuriyetçiler, 1990’ların sonlarında Türkiye siyasetinin sertleşmesi ve 28 Şubat postmodern darbesi sonrası Kemalofaşist ulusalcılar ve derin devlet tarafından “liboş” olarak nitelendi, küçümsendi, aymazlıkla suçlandı, cumhuriyetin yıkımına gidecek yolun taşlarını döşemekle itham edildi. Aynen bugün olduğu gibi, devletin derinlerin kontrolüne geçmesiyle, vatan-millet-Sakarya retoriği, güvenlikleştirilmiş iç siyaset, Yunan ve Ermenistan düşmanlığı, Türkiye dışı Kürt hareketine karşı alınan şahin pozisyon, AB yöneliminin eleştirilmesi ve Kopenhag Kriterleri’nin reddi, Türkiye siyasetini bir anda radikalleştirdi. İkinci cumhuriyetçiler aymazlık ile hainlik arasında bir yerlere kategorize edildiler. Bu terim adeta küfür olarak algılanmaya başlandı.

Derken AKP’li günlere gözlerimizi açtık. Milli Görüş’ün derin devletçe aşağılanmasının ardından, yeni İslami-demokratlar demokrasinin değerini anladıkları iddiasıyla siyaset sahnesine çıkıyordu. AB reformları ve sonunda da üyelik vaat ediyorlardı. Kürtler ve Müslümanların birinci sınıf vatandaşlar olduğu, özgürce ülkelerinde yaşayabildiği bir devlet vaat ediyorlardı. İkinci cumhuriyet idealini zamanında savunmuş veya bu düşünceye sıcak bakmış kim varsa, AKP merkezli Müslüman-demokrat hareketi destekledi. Bunu şeriat getirmek ya da Türkiye’yi İslamileştirmek için değil, insan hakları ve demokratikleşme adına yaptı. Kürtler, liberaller, Cemaat, Avrupa tipi sosyal demokratlar, eski Marksistler, marjinal gruplar, azınlıklar, vaat edilen insan hakları, hukuk devleti ve Avrupa Birliği’nin büyüsüne kapılmışlardı. Haksızdılar diyebilir misiniz? Hepsinin ortak hedefi, herkesin beraber ve özgürce var olabileceği bir devlete kavuşmaktı. İnsanlar çoluk çocuklarının güven ve refah içinde büyümesini ve yaşamasını istiyorlardı. Batı’daki demokrasilerde olan koşullar neden kendi ülkelerinde olmasındı?

Bu müthiş açılımın arkası geldi. AB Türkiye’yi tam üye adayı yaptı. Sonrasında tam üyelik müzakerelerine başlama kararı aldı. Kopenhag Kriterleri’nin asgari olarak karşılandığına hükmetti. Kürtlerle barış görüşmeleri başladı. Roman, Arap, Boşnak, Ermeni, Rum, Alevi vatandaşlarla devlet arasında olumlu bir diyalog, bir bahar havası doğdu. AB reformları sayesinde anayasaya entegre edilmiş askeri-bürokratik derin devlet yapılanması, Milli Güvenlik Kurulu ve Ordu’nun dış ve iç siyasetteki etkisi, seri adımlarla azaltıldı. Türkiye normalleşiyor, AB tipi bir demokrasiye dönüşüyordu.

Bu durum ulusalcı-Kemalofaşist çevreleri, derin devleti, Avrasyacıları, vesayetçileri çok rahatsız etti. CHP AB sürecine daima AB’ye verilen tavizler olarak yaklaştı. MHP de CHP’ye benzer bir algıya sahipti. Sol ve sağ nasyonalist kanatlar, demokratik cumhuriyeti kendi devletlerinin anti tezi olarak görüyorlardı. Ordu içinde bir grup, yeni konumlarından hiç memnun değildi. Bunlar Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Askeri Casusluk gibi birçok darbe simülasyonu ve planıyla, adeta bir gün yapacakları bir kalkışmanın zeminini hazırlamışlardı. Bu skandal ortaya çıkınca, elbette yargılandılar. Maalesef bu yargılamalar esnasında nesnel hukuktan kopuldu ve büyük yargı yanlışları yapıldı. Sorumluların yanında, siyasi gerekçelerle, bu darbe planlarıyla alakası olmayan askerler ve siviller de tutuklandı. Büyük mağduriyetler doğdu. CHP’deki ulusalcılar bu mağduriyetler üzerinden Ergenekon davalarını tümüyle itibarsızlaştırmaya giriştiler. CHP ulusalcıları adeta vesayet sisteminin avukatlığını üstlendi. Hapisteki tutuklu askerler ve siviller, ‘milli orduya kumpas’ denerek apar topar hapisten çıkacakları 17 Aralık 2013 sürecine kadar bekleyeceklerdi. Hapisten çıktıklarında, kucaklarına düşmüş ve gırtlaklarına kadar yolsuzluğa ve suça batmış bir iktidarla karşılaştılar.

Devlet yenilenmek istemiş, ama eski devlet hortlamıştı. Büyük bir cadı avı başladı. 2013-2021 arasında korkunç bir dönem yaşandı. Hala da bitmiş değil. Tünelin ucunda ışık yok. Kemalofaşist devleti restore ettiler. Hatta ondan daha da sağlam ve ceberut bir canavar ürettiler. Başına İslamofaşist bir ekibi geçirip, İslamcı kesimi tümüyle kendi devlet tasavvurlarına yamadılar. Tanzimat’tan beri karşılarında olan bir grupla beraber hibrit bir devlet oluşturdular. Türkiye’yi demokratikleştireceğiz diye çıktıkları yolun sonunda, teslim olup, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir ileriki etabına geçirdiler. Derin devletle yapılan bu mantık evliliği sonrasında, Türkiye’nin modern bir hukuk devleti olmasını savunan kim varsa, devlet düşmanı ilan ettiler. Kendilerinden olmayan herkesi vatan haini ve terörist olarak fişlediler. Sivil darbe sonucu anayasal rejimi fiilen yıkıp, onun yerine Türk tipi bir başkanlık diktası kurdular. MHP’yi kendilerine eklemlediler. CHP’deki ulusalcılar, CHP’nin fiilen bir muhalefet partisi olmaması için partiyi kilitledi. Mavi Vatan ve yayılmacı Suriye dış politikası gibi konularda, “FETÖ” ve 15 Temmuz diskurunda, tümüyle rejime destek oldular, güç paydaşı olmayı muhalefet olmaya yeğ tuttular. İYİP de kuruluşundan bu yana benzer bir profil çizdi. Anti-Kürt, anti-Batı, anti-NATO, anti insan hakları gibi ortak “değer ve ilkeler” çerçevesinde gerçekleştirilen bu mantık evliliği halen sürüyor.

Devleti dönüştürmek mümkün olmadı. 1930’ların Almanyası gibi, devlet karaya vurdu. Kötülük üretmeyi bırakamayacak kritik momentumu aştı. Nasıl ki 1945’te yeni bir Almanya kurmak gerektiyse, bugün Türkiye’de de aynı şekilde yeni bir devlet kurmak gerekiyor.

Bu yeni devletin, federal, seküler, ademi merkeziyetçi, Türk ve Kürtlerden oluşan iki anadilli ve iki toplumlu, tüm etnisitelere anayasa ile kültürel otonomi sağlanan çok kültürlü, güçler ayrılığına dayanan, insan hakları temelli bir anayasası olan, sınırlarından memnun, komşuları ile dostane ilişkiler kuracak, uluslararası hukuka saygılı bir devlet olması gerekiyor. Bu yeni devletin, faşist ve ırkçı Türk milliyetçiliği ve onun asimilasyoncu tektipleştirici kimlik politikalarını terk etmesi, onun yerine coğrafi, Anadolululuk üzerine inşa edilmiş, kapsayıcı bir vatandaşlık aidiyeti üzerine inşa edilmesi lazım. Bu devletin, Ermeni ve Rum soykırımlarını tanıması, Dersim katliamı, Varlık Vergisi, 6/7 Eylül Pogromu, Kürtlere yapılan asimilasyon politikaları, 2016 sonrası cadı avı ve diğer cürümleri nedeniyle özür dilemesi, bu kirli tarihi okul kitaplarında çocuklara öğretmesi gerekiyor. Ancak geçmişindeki katliamları ve yanlışları itiraf eden ve bunlarla hesaplaşabilen bir toplum, geleceğin barış dolu ve müreffeh günlerine yelken açabilir çünkü.

Yeni devlet, eskisinin tümden reddini gerektiriyor. Çünkü eski devlet artık yama tutmaz duruma gelmiştir. Bu yeni devletin bir gün kurulacağını düşünüyorum. O vakte kadar, eli kalem tutan herkesin, değişmesi gerekenleri yazmaya başlaması gerekmektedir. Bir etkileşim ve iletişim lazımdır. Bir diyalog, her zamankinden daha elzem hale geldi. Günlük siyasete yüzeyden eleştirilerle ilerleme sağlanamaz. O noktayı geçtik! Derinlemesine tartışmaların yapılması gerekiyor. Çünkü siyaset farklı düşüncelerin diyaloğu üzerinden ortak asgari müştereklerin bulunmasıdır. Bunu başarabilen toplumlar, huzur buluyor. Bunu başaramayan toplumları, yirmi birinci yüzyılda acılar, iç savaşlar, parçalanmalar, fakirlik ve mutsuzluk bekliyor.

Siz çocuklarınızın nasıl bir ülkede yaşamasını istersiniz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Değerli Hocam, bu gerçekleri en iyi görmesi gereken Avrupada yaşayan türkler olmalı değil midir? Maalesef baktığınızda Avrupadakiler Türkiye halkından daha çok bu dikta rejimini destekliyorlar. Avrupadaki tüm insani değerlerden faydalandıkları halde!…

  2. Çok güzel ifade etmişsiniz Mehmet bey çok teşekkür ederiz keşke ama keşke çocuklarımızı daha güzeli geçtik insanca yaşayabilecekleri bir ülkeye emanet edebilseydik,okuyan ,okuduğuna yorum yapabilen ,eğitime,insan haklarına,düzgün bir insan olmanın yaşadığınız topluma yadsınamaz bir etkinin olduğuna inanıp bu uğurda çaba gösteren duyarlı bir topluma dönüşmeden bu mümkün görünmüyor ,görünmezde.Batıda yaşadığımız bu güzel insani değerlerin aydınlığında kendi ülkeme bakıp derin bir üzüntü,acıyla yine de ümidimzle hayata tutunuyoruz,kimbilir belki bir gün Anadolumuz da bu insaniliği yaşamayı başarır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin