YORUM | İSKENDER DERVİŞ
Yakın zamana kadar Çin’le ilgili yayınlarda şu meseleler ön plandaydı: Hapsedilen muhalifler (özellikle gazeteciler), insanları adeta makine çarklarına dönüştüren ağır çalışma koşulları ve buna bağlı ucuz iş gücü, dünya siyasetinde Batı blokuna karşılık istikrarsızlıktan yana tavır, küresel ticareti sürekli fiyat kırarak domine etmeye çalışan ekonomik işgüzarlık… Gelgelelim bugünlerde farklı bir Çin hikâyesi anlatılıyor.
Her ne kadar Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, parti tüzüğünde yaptığı bir değişiklikle ömür boyu başkan kalmayı garantilemiş görünse de, Çin’in uluslararası sisteme etkileri artık farklı boyutlarda. 65 yıl sonra Kore Savaşı’nın bitişini ilân eden Kuzey Kore ve Güney Kore liderlerinin birbirlerine sarıldığı fotoğraf, açıkça Çin diplomasisinin bir başarısı. Her ne kadar Trump bundan kendine pay çıkarmaya çalışsa da, Çin artık sadece ‘düzen bozucu’ değil, ‘düzen kurucu’ ülke olarak da anılmak istediğini göstermiş oldu.
Elbette arka planda farklı etkenler de var. Kuzey Kore gibi bir rejimi, her şeye rağmen fonlamak artık yeterince makul bir strateji değil. Güney Kore’nin Kuzey’i tamamen görmezden gelerek dünyada yükselen bir değere dönüşmesi, Çin’in aslında bu oyunu çok önceden kaybettiğinin bir göstergesiydi. Fakat yine de fotoğraflar, Çin’in uzlaşmaya açık bir aktör olarak tanınmasını sağlayacak.
Öte yandan Çin, teknoloji alanında ‘vazgeçilmez’ bir üretici olarak öne çıkıyor. Geçenlerde Apple’ın CEO’su Tim Cook, bir toplantıda ürünlerini Çin’de ürettirmek zorunda olduklarını çünkü o ölçekte bir üretimi yapabilecek kapasitede kalifiye işçinin hiçbir ülkede bulunmadığını açıkladı. Bu, Çin’in ekonomik olarak sağlam temellere oturan bir ülkeye dönüştüğünün açık göstergesi. Trump’ın bütün Amerikan markalarını ABD topraklarında ürettirme projesinin de daha şimdiden iflası anlamına geliyor.
Batı basınında bundan 4-5 yıl önce Çin hakkında çıkan analizler, çoğunlukla şöyle bir beklentiyi açık ediyordu: Ülkenin zenginleşmesiyle yeni bir orta sınıf oluşacak ve bunlar zamanla iktidarın başını ağrıtmaya başlayacak. Hatta ileri gidip bir iç savaş ya da kanlı bir iktidar mücadelesi bekleyenler de vardı. Bunlar tamamen ihtimal dışı değil elbette ancak Çin yönetimi bu arada ‘tek vücut’ olmanın da planlarını yapıyor.
19.yüzyılda İngiliz İmparatorluğu’nun kolonileşme faaliyetlerine benzer şekilde yalnızca ticarî çıkar üzerinden hareket eden Çin, Asya’da ve Afrika’da bugüne kadar ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin domine ettiği piyasaları ele geçirmekle meşgul. Batılı ülkeler gibi ‘toplumsal ajanda’ taşımayan Çin, buralardaki ‘güçlü’ iktidarlar ile de daha iyi anlaşıyor. En büyük dezavantajı ise Batı’nın bilgi tekelini hâlen elinde bulunduruyor oluşu. Diğer pek çok Batı-dışı ülke gibi genç beyinlerini eğitim için Batı’ya gönderiyor ve bunların önemli bir kısmı ülkeye geri dönmek yerine oralarda kalmayı tercih ediyor.
Bu arada kendi ülkesinde bilginin tekelleşmesi, tek merkezden kontrol edilmesi ve toplum üzerinde devlet gözetlemesini arttırılması yönündeki çalışmaları, benzer eğilimler taşıyan ülkeler tarafından dikkatle takip ediliyor. Teknoloji alanındaki atılımlar, ülkeyi cazibe merkezi hâline getirdiği gibi, ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında da rekabet imkânı sağlıyor.
Bütün bunlara rağmen Çin’in dünyanın yeni lideri olamayacağının farkında olduğunu düşünüyorum. Zira bu, birkaç on yılda gerçekleştirilebilecek bir hedef değil. Bunun yerine Çin, daha akıllı bir strateji kullanarak, her seferde tek adım atıyor ve etki alanını genişletmeye çalışıyor. Afrika, bu konuda bir nevi pilot bölge.
Suriye krizi olmasaydı, ABD’nin öncelikli dış politika gündemi Çin’le Asya’da rekabet olacaktı fakat Ortadoğu yeniden ajandadaki yerini dayatınca, Amerikan diplomasisi özellikle Orta Asya’daki enerji hatları üzerinde yaşanacak rekabette geride kaldı. Şimdilerde ABD’nin kendi gündemi ile meşgul olmasının da yine Çin’in bölgedeki etkinliğini arttırma yolunda ona imkânlar tanıdığını belirtmek gerekir. Bu arada Başkan Trump’ın Çin’e yönelik ticarî yaptırımlar ilân etmesi, Çin’in Batılı ülkelere yine ekonomik karşılıklar vermesi, tarafların birbirlerini önümüzdeki süreçte de tartmaya devam edeceklerini gösteriyor.
Şu aşamada Çin’de ifade özgürlüğünü ya da insan haklarının tartışılması pek mümkün değil. Rejim, muhaliflerini cezalandırmayı sürdürüyor. İnsan hakları konusunda ise durum daha karmaşık: Çin’in güvenlik bürokrasisi vatandaşlarını dijital gözetleme yoluyla kontrol etmeye devam edeceğini gösterdi. Ancak gücü olanın kendi gerçeklerini dayatabildiği günümüzde, Çin’in gelecekte sosyo-kültürel alanlarda da etkin olacağını göz önünde bulundurmak gerekir.