YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…”
(Hûd, 112)
Sabır, ibret ve salih kavramlarına acizane kendimizce bir bakışta bulunmuştuk.
Salih Amel’in rotası sahihliğe çıkıyor.
Bu vesile ile Amel-i Sahih ve sahihlik, oradan da “dosdoğru” kavramı üzerine biraz kafa yormak isterim.
Bediüzzaman Hazretleri Nübüvvetin Tahkiki’ni anlatırken şöyle der:
“Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kendi kendine güneş gibi bir bürhandır. Ve keza o zâtın (A.S.M.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir.
Eğer o zatın yaradılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı; behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Hâlbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir.
Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz.” (İşarat-ül İ’caz)
Cenab-ı Hak, hayır ve şerleri kayıt altına alırken, “zerre miskal” heba etmeyeceğini “Dosdoğru” kelimesiyle tanımlar ve müminlerden de bunu ister: dosdoğru olmak.
Doğru olmak iyi insan emaresidir lakin dosdoğru olmak ihlaslı bir mümin hasletidir.
Bir amelin salih olabilmesinin yolu sahihliğinden geçer, sahihlik yolu ise bir istikamet meselesidir.
Pek çok büyük alim dosdoğru olmayı imandan sonraki hemen ikinci nokta olarak belirlemiştir.
İman ettiyseniz dosdoğru olmak zorundasınız, dosdoğru değilseniz iman etmiş sayılmazsınız.
Ne kadar tehlikeli bir sınır değil mi?
Ayetteki emir doğrudan Efendimiz (ASM) muhatap alınarak söylenmiş gibi olsa da, hedef kitle tüm müminlerdir.
Müslim’de geçen şu hadis önemlidir:
“Ebu Amr Süfyan b. Abdullah’tan şöyle rivayet edilmiştir: Ben “Ey Allah’ın Resulü! Bana İslam hakkında öyle bir söz söyle ki; o hususta senden başka kimseye soru sorma ihtiyacı duymayayım.” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol” buyurdu.”
Kütüb-i Tis’a adıyla bilinen meşhur dokuz hadis kitabından biri Sünen’in (Müsned) müellifi olan hadis alimi Darimi meşhur Mukaddimesi’nde şöyle yazar:
“Bir gün Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz, düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun dışındaki yollardır. Bu yolların her birinin başında, ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da Enam suresi 153. ayeti kerimeyi okudu.
Ne diyor En’am 153:
“Bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.”
Dosdoğru kelimesi kutsal kitabımızda 50’den fazla yerde geçer ve bunların çoğunda ibadetler ile bileşik ele alınır.
Namazı dosdoğru kılmak, zekatı dosdoğru vermek, orucu dosdoğru tutmak ve en nihayetinde insan olarak dosdoğru olmak.
Bakara 3’den hemen örnek verecek olursak:
“Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.”
Allah, yeni dinin en başından temel arketip olan “mümin” özelliklerini sıralarken iman ve hemen ardından doğruluk vasfını ekler.
Sünen-i Nesai’nin müellifi En-Nesai bu ayeti tefsir ederken şöyle der:
““Namaz kılarlar” (yüsallûne) yerine “namazı ikame ederler” (yukîmûne’s-salâte) ifadesinin kullanılmış olması, namaza önem verilmesi, onun devamlı ve şartlarına uyularak eda edilmesi gerektiğini anlatmak içindir.”
İçerik, teknik ve devamlılık.
Dosdoğru olmanın gerekleri.
Ya akibeti?
(Nesai) Hemen ardından dosdoğru olmanın nelere yol açacağını da izah eder:
“Namaz dinin direği, ibadetlerin özü ve özetidir, Allah’ın Resulü, huzuru namazda bulduğunu, onunla yaşama sevinci kazandığını ifade buyurmuştur.”
İş bu sebepledir ki, bir mümin günde en az kırk defa “Dosdoğru giden yola ilet bizi…” der.
Bir istikametteki bulunulması zorunlu haldir, dosdoğruluk.
Aslen “kvm” kökünden türemiş olan istikamet ‘doğruluk, dürüstlük, adalet, îtidâl, itâat, sadâkat ve dürüstçe yaşama’ anlamlarına gelir.
Kıyâm, kıymet, kıyâmet, kıvâm, kâim, makâm, kavim, kavmiyet, kavvâm, kayyûm, kâmet, ikame, takvîm, müstakîm aynı kökten türemiş kelimelerdir.
Esasen bu kelimelerin manaları istikamet kelimesine yansımıştır.
Kavram olarak ‘dosdoğru yol üzerinde sapmadan ilerleme; doğruluk, aşırılıklardan uzaklık, sebat ve kararlılık’ demektir. Müsned’de “Allâh’a îman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” hadisi açıklanırken “Aynı, istikameti ‘Allâh’ın kitâbına ve Peygamber’in sünnetine sarılıp bunlardan kopmadan yaşamak” diye açıklanır.
El-Cûzcânî bu konuda şöyle der:
“Keramet derdine düşme, istikamet sâhibi olmaya çalış; çünkü nefsin seni keramet talebine zorlarken Rabbin senden istikamet beklemektedir.” (Kuşeyri, 441)
Baş kısma epigraf olarak koyduğum Hud 112’nin açılımını bir başka ayette buluyoruz, ki bu da Fahr-i Kainat’ı ihtiyarlattığı söylenen ayetlerdendir.
“Bundan dolayı artık sen birliğe çağır ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların heveslerine uyma…” (Şura, 15)
Tirmizi Tefsir’de, İbn-i Kesir Hazin’de ve Razî Mefatihu’l-gayb’da ve Kurtubî Ahkami’l Kur’an’da şöyle aktarır:
“Allah Rasûlü’nü ‘Beni Hud Sûresi ve kardeşleri (Vakıa, Hâkka, Mürselat, Nebe’, Tekvîr, Ğâşiye) ihtiyarlattı.’ buyurmuştur.”
Sahabe enteresandır, sorgucudur, meseleyi netleştirmek için sorar:
“Hangi husus sizi ihtiyarlattı ya Rasulallah?”
Cevap müthiştir: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol emri!”
İlk olarak şunu belirtelim, bir kere dosdoğru olmak öyle sanıldığı gibi kolay bir şey değildir. Büyük bedelleri olabilir.
Nitekim tarih, dosdoğru olanların çektiği çileler, gördüğü zulümler, sürgünler ile doludur.
Belki de bu sebeptendir ki ehl-i tasavvuf: ““İstikamet üzere yaşamak bin kerametten daha evladır.” Demiş.
Bu zorluğu betimleyen alimlerden biri de Gazali’dir. O da dosdoğru olmayı sırat köprüsünden geçmekten daha zor olarak tanımlar. (Kimya-yı Saadet)
İkinci olarak belirtmek gerekir ki, Efendimiz’i (ASM) ihtiyarlatan şey şahsi bir mesele değil, ümmetinin bu özelliği kaldıramaması endişesidir.
Tevbe 128 bunu açıklıkla söyler:
““Andolsun size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir.”
Başta belirttiğim ve Müsned’de geçen “Allâh’a îman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” hadisinin soru soran kişi Süfyân bin Abdullah es-Sekafî’dir. (RA)
Cevabın genel oluşu, aslında sorunun genelliğinden kaynaklanır. Es-Sakafi şöyle sormuştur:
““Ey Allah’ın Resulü! İslâm’a dair bana öyle bir söz söyle ki, onun hakkında Sen’den sonra hiç kimseye soru sormayayım.”
Nitekim yaşlandıran ayetin tamamına baktığımızda, dosdoğru olmanın sınırsızlığını ve bitimsizliğini görürüz:
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”
Ne mutlu dosdoğru olanlara…
Bu yazı bir önceki Bab’Aziz filmi ile ilgili yazınıza yönelik bir özeleştiri gibi olmuş sanki. Zira o filmin giriş cümlesi ve ana felsefesi olan “Dünyadaki ruhlar kadar, Allah’a giden yol vardır.” ifadesi ile Rasulullah’ın (sav) çizdiği doğru yol ve bundan sapan yan yollar kavramı birbirine taban tabana zıt. Doğrunun temel ölçüsü sahih olması olduğuna göre bir tane olması ve sağa sola sapıp, dallanıp sırat-ı müstakimden uzaklaşmaması icab eder. Hal böyleyken insanın neye iman ettiğine, neyi referans aldığına, neyi neye göre sahih kabul ettiğine, neyi nasıl temellendireğine çok ama çok dikkat etmesi gerekmektedir. Allah (CC) sırat-ı müstakime ulaştırsın ve o yol üzerinde sabit kadem kılsın inşallah.
Allah cc senden razi olsun! Senin kaleminle bu mesajlari bize iletene hamdu senalar olsun; sizleri de tebrik ediyorum.
Çok faydalı bir yazı olmuş….günlük siyasi çekişmelerden uzak…Allah hepimizi “dosdoğru” olanlardan eylesin….