M. NEDİM HAZAR | YORUM
Başlığı “Olanlara bakıp, olacakları görmek!” şeklinde de okuyabilirsiniz.
Bugünlerde en çok aldığım eleştirilerden biri (Almanca konusundaki esprimin linçinden geri kalanlar içinde tabii) “başta Türkiye olmak üzere, dünya adeta cadı kazanına dönmüşken, sen yok sanat, yok sinema, yok Dune serisi… Bunlarla uğraşıp duruyorsun, ne gerek var?” şeklinde gelen serzenişler sanırım.
Altılı Masa döneminin hazin finalinden sonra bundan böyle elimden geldiğince siyaseti hele hele Türk siyasetine dair bir şey yazmak istemediğimi ilan etmiştim. Kaldı ki Türkiye’deki havuz medyası Allah’ın emri gibi her sayfasında, her satırında, yayınlarının her saniyesinde siyasetten, Erdoğan’dan bahsederken, sözüm ona muhalif medya da aynı şeylere dostlar alışverişte görsün misali farklı açıdan yaklaşarak aynı şeyleri yapıyor. Buna TR724 de dahil maalesef. Hasan Cücük, Ahmet Kurucan ve ben olmasak her on yazının dokuzunun siyaset ve Erdoğan ile ilgili olduğunu söylemek insafsızlık olmayacaktır.
Açıkçası bunun bir talepten kaynaklandığına da inanıyorum. Yazdığım yazıların altına “Abi bu işlerle vaktini boşa harcıyorsun güncel yorumlar yaz.” diye akıl verenler de az değil hani.
Yani alıcısı var ki öyle oluyor, durumu.
Bugün tam da bu yönde gelen talepleri tatmin edecek bir yazı ile karşınızdayım. Muhtemelen iki yazı uzunluğunda olacak. Bugün sadece meselenin tarihselliğine odaklanacak, bir sonraki yazıda ise meselenin misliyet perspektifiyle güncel okumasını yapacağız.
Bir sonraki yazıda Sinan Ateş’in eşinin açıklamalarını da Osman Kavala’nın aptal ötesi avukatının son çırpınışlarını da ele alacağım. Ama yine bunu klasik siyasi gözlemci gibi yapmak istemiyorum. O sebeple meseleye başka yerden gireceğim…
2010 yılında Hocaefendiyi ziyaret eden bir grup sanat insanı onunla beraber Robert McKee’nin meşhur senaryo kitabını mütalaa etmişlerdi. Bu konuda kaleme aldığım iki yazıyı, burada ve şurada okuyabilirsiniz.
Burada enteresan bir sorumsu bir tespit yapılıyor ortamdakilerden biri tarafından:
“Bugün yaşanmıyorsa, dünü anlatamazsınız deniliyor”
Gülen’in cevap niteliğindeki düzeltmesi ise enteresan:
“Buna tam olarak iştirak edemeyeceğim. Çünkü tarihi olaylar ayniyet çerçevesinde değil, misliyet çerçevesinde cereyan eder. Benzerliklerle iki hadise arasında bağ kurulur.”
Ayniyet ve misliyet… İki enteresan kavram…
Bununla ilgili ayrıntılı malumatlara yarın değineceğim.
Önce biraz kitabi de olsa tarihsel perspektif kurmamız lazım.
Medine yakınlarında, Hicri 5. yılın Şevval ayının 7’sinden Zilkade’nin ilk gününe kadar süren ve tarih sahifelerine Hendek Gazvesi olarak geçen bu muharebe, Medinelilerin şehri çevreleyen hendekler kazarak savunmalarını sağladıkları bir savaştır. Bu hendekler, şehrin korunmasında kilit bir rol oynamıştır. Savaşa katılan düşman kuvvetler, aralarında Kureyşliler, Hayber Yahudileri, Gatafanlılar, Fezareliler, Esedoğulları ve Süleymoğulları’nın da bulunduğu çeşitli grupları içermekteydi. Kur’an-ı Kerim bu birleşik güçler için “ahzâb” (gruplar, hizipler) tabirini kullanmaktadır, bu sebeple bu savaşa aynı zamanda Ahzâb Gazvesi de denilmektedir. Bu savaşa dair bazı ayetler, özellikle Kur’an-ı Kerim’in 33. suresi olan Ahzâb Suresi’nin 20 ve 22. ayetlerinde bahsedilir ve bu sure ismini bu olaydan almaktadır.
Hicretin 3. yılında gerçekleşen Uhud Gazvesi’nin ardından Müslümanların hem Kureyşliler hem de Medine ve Hayber’deki Yahudiler ile olan ilişkileri gerginleşmişti. Kureyşliler, Uhud’daki kısmi zaferlerini pekiştiremeyip, Suriye’ye seyahat eden kervanlarının güvenliğini sağlama amacını gerçekleştirememişlerdi. Buna karşılık, Müslümanlar eski güçlerine kısa sürede kavuşarak Zâtürrikā‘ ve Hicaz-Suriye kervan yolunu kesmişlerdi. Hicretin 4. yılında, Medine’nin kuzeyindeki Hayber’e sürülmüş olan Benî Nadir Yahudileri, Suriye ticaret yolu güvenliği açısından Müslümanlar için tehdit oluşturmaya ve civar halkı kışkırtmaya başlamışlardı. Benî Nadir’in liderleri Mekke’ye giderek Kureyşliler’i Müslümanlara karşı savaşmaya ikna etmişler ve Gatafan ve Fezare kabilelerini mücadelede yanlarında olmaları için Hayber’deki bir yıllık hurma mahsulüne karşılık ikna etmişlerdi. Mekke’ye heyet gönderilerek yapılan anlaşmalar duyurulmuş ve müşrikleri Medine’ye saldırmaya teşvik etmişlerdi. Dûmetülcendel bölgesinin hâkimi ise Medine’ye giden kervanlara zarar vermişti.
Medine’ye dönüşü üzerine Resulullah (sas) savaş hazırlıklarına başladı. Uhud’da alınan derslerden sonra açık arazide çarpışmaktansa kuşatma altında kalmayı tercih eden Müslümanlar, şehri içeriden savunma kararı aldılar. Savunmayı güçlendirmek amacıyla şehrin çevresine hendekler kazılması kararlaştırıldı, bu fikir genellikle Selmân-ı Fârisî’nin önerisi olarak kaydedilir. Hendekler yaklaşık 5,5 km uzunluğunda, 9 m genişliğinde ve 4,5 m derinliğindeydi. Bu hendekler, düşman süvarilerinin şehre hücumunu engellemekte etkili oldu. Kureyş ve müttefikleri hendekle karşılaşınca şaşkınlık yaşadılar, zira bu tür bir savunma ile karşılaşmayı beklemiyorlardı.
Bu savaş, Müslümanların ağır koşullar altında mücadele ettiğini ve Kur’an-ı Kerim’in bu durumu nasıl tasvir ettiğini gösterir. Hendek Gazvesi, Kureyşliler’in Medine’ye yönelik saldırılarının son bulduğu ve Müslümanların savaş taktiklerinde değişikliğe gittikleri bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Hz. Peygamber (sas) bu gazveden sonra daha aktif bir savunma stratejisi izleyerek düşman kuvvetlerine saldırıları önceden engellemeye yönelik planlar yapmıştır.
İşte bu İslam ve insanlık tarihi açısından çok önemli savaştan çok kısa bir süre sonra nazil oldu Ahzâb suresi…
73 ayetten oluşan sure genel hatlarıyla şunları içeriyordu:
- Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine takva, tevekkül ve ilâhî emirlere itaat tavsiyesi.
- Ana baba ve çocuklar arasındaki meşru ve hukukî bağ, evlât edinme âdeti.
- Kan hısımlığı dışındaki velâyet bağı.
- Ahzâb Savaşı, bu savaş vesilesiyle münafıkların psikolojileri ve davranışlarıyla ilgili açıklamalar.
- Hz. Peygamber’in müstesna şahsiyeti, Allah nezdindeki durumu ve derecesi, aile hayatı; kendisine ve eşlerine mahsus evlenme, boşanma, örtünme, sosyal ilişkiler konularına ait hükümler, onun ailesiyle müminler arasındaki ilişki.
- Kadın erkek farkı gözetilmeksizin bütün müminlerin ibadet, itaat ve erdemli davranışlara teşvik edilmesi.
- Kadınların giysileri.
- Emanet kavramı ve emanete riayet etmenin önemi.
Biz bugün 4. Maddeyi, yani Ahzâb Savaşı’na biraz yakından bakacağız.
- ayette başlayan anlatım 27. Ayete kadar bu sureci derinlemesine aktarır.
“Ey iman edenler!” nidasıyla müminlere seslenen Kur’an bir hatırlatmada bulunur: “Allah’ın size şu lütfunu hatırlayın: Üzerinize birleşik düşman ordusu gelmişti de onların üzerine şiddetli bir fırtına ve göremediğiniz bir ordu göndermiştik. Allah bütün yaptıklarınızı görmekte idi.”
Zaten suresinin olaydan sonra indiğini de bu ayetten anlarız.
Peki Allah neden kısa süre önce yaşanmış olan bir olayı tüm inananlara hatırlatmaktaydı?
Bu sorunun cevabı işte bu yazının başlığı esasen.
Acizane kanaatimce Ahzâb suresi savaşın yaşandığı tarihten sonra inanan insanların yaşayacağı benzer durumlarda nasıl bir ortamla karşılaşabileceklerini, acı ve sabır eşiğini ve bunun neticesinde gelecek olan müjdeyi mislileştirmek için nüzul olmuştur.
Peki neydi bu durum ve imtihan?
Kur’an o dehşetli tabloyu şöyle betimliyor:
“O vakit onlar hem üstünüzden hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız. (10) İşte orada müminler çetin bir imtihana tâbi tutulmuş, şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir şekilde sarsılmışlardı. (11)”
Korku, panik, dehşete kapılma…
Şu tabire bakın bir: “Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti.”
Sonrası ilginç. Bu korku ve paniğin neticesinde müminler sağlıklı düşünememeye başlamış ve bozgun psikolojisiyle bir sinme, geri adım atma, hatta inançlarında ciddi bir sarsılma yaşıyorlar. Ama en çok müminlerin arasındaki çürük elmalar ve kriptolar panikleyip, “Allah ve Resulünün bize zafer vâd etmesi, meğer bizi aldatmak içinmiş!” diyorlar…”
Etkin pişmanlık mı isterseniz, kandırılmışlık hissiyatıyla düne kadar inandığı değerleri tepelercesine reddiye içinde olanı mı ararsınız her şey var bu süreçte.
Kur’an enfes tasvir ediyor manzarayı: “Bir kısmı: “Ey Yesribliler! Burada düşmana karşı koyamazsınız, mevzilerinizi bırakıp evlerinize dönünüz!” diyordu. Onlardan bir başka bölük: “Evlerimiz korunmasız!” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Halbuki gerçekte evleri tehlikeye mâruz değildi, onlar sadece savaştan kaçmak istiyorlardı.” (Ayet:13)
Cenab-ı Allah kadar kulunu tanıyan başka bir makam olabilir mi?
Şöyle diyor Allah (CC): “Demek Medine’nin her tarafından hücum edilseydi ve kendilerinden İslâm’dan dönmeleri istenseydi, hiç tereddüt etmeksizin, bunu derhal yapacaklardı!” (14)
Hani çok avam bir tabir olacak ama “malını tanımak” diye bir ifade vardır Anadolu’da, durum tam da bu.
Burada önemli bir nokta var sevgili dostlar, “Kimdir bunlar?” sorusuna Cenab-ı Hak olayın üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen, isim vermiyor, sadece bir çerçeve çiziyor. Nedir o çerçeve?
“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) olanlar…” (12)
Şu ayeti ne zaman hatırlasam içim ürperir: “De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak asla size fayda vermez. Faraza başarsanız bile hayatta kalacağınız süre, nihayet çok sınırlıdır.” (16)
Burada ünlü Braveheart filminden bir sahneyi hatırlatmak isterim. Ve Hocaefendi’nin “ayniyle değil misliyle yaşanması” tespitinin nasıl müthiş olduğunu bir kere daha hatırlatmak.
Devasa korkutuculukta olan İngiliz ordusu, birkaç bin köylüden oluşan İskoçlarla karşı karşıya geldiğinde köylülerin dehşet içinde korkup kaçmaya meylettiklerini gördüğünde William Wallace şöyle demişti hani: “Ben William Wallace… Karşımda ülkemin ordusunu görüyorum. Zorbalığa meydan okuyan, özgür insanlar gibi savaşmaya gelen. Evet, savaşırsanız belki ölürsünüz. Kaçarsanız belki yaşarsanız. En azından bir süre. Ve bugünden yıllarca sonra yatağınızda ölürken buraya tekrar geri dönebilme şansı için, buraya tekrar gelip düşmanlarınıza hayatlarınızı alabileceklerini ama özgürlüklerimizi asla alamayacaklarını söylemek için her şeyinizi feda etmek isteyeceksiniz!”
Şuradan izleyebilirsiniz.
Şahsen, Cesuryürek filminin senaristlerinin Ahzâb suresini okuduklarından eminim.
Müfessir değilim elbette. Ve sureden yaptığım analizler bittabi kendi çıkarımlarım. Ancak surenin devam eden ayetlerini bütünleşik olarak okuduğumuzda anladıklarımı aktarıyorum.
Devam edeceğiz…
Nedim bey “ buna TR724’de dahil maalesef “ tesbitiniz harika olmuş, can-ı yürekten katılıyorum. Yayın kurulununda bu yapıcı eleştiriyi göz önüne alması temennisiyle. Selamlar…
Elinize, emeğinize sağlık. Kim ne derse desin. Biz aynı kıvamda yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz. Hürmetlerimle.
Mehmet Yılmaz Beyin yorumuna aynen katılıyorum “Nedim bey “ buna TR724’de dahil maalesef “ tesbitiniz harika olmuş, can-ı yürekten katılıyorum. Yayın kurulununda bu yapıcı eleştiriyi göz önüne alması temennisiyle. Selamlar…”
Tr724 de dahile tr724 okuyucusu da dahili ve hatta hizmet hareketi mensupları da dahili ekleyebiliriz. Hizmet hareketi mensupları da sıradan anadolu insanından farksız benim nazarımda. Okumuş diyorsun, halen osmanlı hanedanındaki kardeş, yeğen, torun, katlinden habersiz ve hatta bunun fatih sultan mehmet tarafından da yasalaştırıldığından bi haber. Kellim kellim la yekfa.
“insanlar arasında insanlardan bir insan olma” düsturundan hareketle ‘sıradan anadolu insanı’ olmaktan, olabilmekten daha güzel bir şey düşünemiyorum şahsen… keşke eleştirilerimizi doğrudan şahıs veya toplulukları hedef alarak değil de, daha ziyade sıfat ve nitelikler üzerinden yapabilsek
Bence yazarlar olarak belirli alanlarda uzmanlaşın (sadece tavsiye). Siyaset isteyen siyaset, Film analizi yapmak isteyen de film analizi yapsin. Sonucta kimsenin digerine ne konuda yazacagini dikte emteye hakki yok, burasi sonucta özgür bir platform olmali. Ayni sekilde ne okuyacagini da herkes kendisi bilir, yazarin da dikte etmeye hakki yok. Bence insanlarin iman zayifligi konusunda da fazla yoruma gerek yok. Sonucta herkes kendi imanina ve kendi ameline odaklanmali, herkesin ilk ve en büyük derdi kendi imanini kurtarmak olmali, insallah digerlerine de faydali olurum diye gayret lazim. Vesselam…
Enfes bir yazı…
Nedim Bey, kim neden eleştirir bilemem ama belki 30 yıldır sinema yazılarınızın hayranıy(d)ım… o ‘d’ harfi çok önemli, zira son zamanlarda yazılarınız normal bir köşe yazısı olmaktan çıktı ve kitaba dönüştü… 10-15 yazılık seriler ve her bir yazı da rahat 3 yazı uzunluğunda; yer yer içinde boğuluyorum… belki kendi istidatsızlığımdan kaynaklanıyordur ama keşke yazı formatınızı 20-30 yıl önceki Zaman Gazetesi’nde yazıyormuş gibi bir şekle çevirebilseniz yeniden… inanın, artık 3 kere düşünmeye başladım ‘tıklasam mı, tıklamasam mı’ diye, her yazınızı gördüğümde 🙂
Nedim Bey gerçekten de insan gündemden konak istoyor bazen ve değişik konulara odaklanmak ve bu konuları aydınların hangi gözle gördüğünü bilmek istiyor. Siyaset dışı yazıların artmasi temennisiyle.
Buraya dikkat cekmezsem olmaz. Yazının tamamı harika cuk diye oturuyor insanın kafasina konu. Zaten Kur’an’ın sık okunması gerekliligine de ikna ediyorsunuz insanı. Unutuyoruz, kainatin el kitabı var elimizde ama ergen cocuklar gibi ben bilirim deyip kullanma kılavuzuna bakmıyoruz.
Fakat şu yoruma takildim işte yine. Allah’cilik oynamak dediğim konu da bu. Herkesin kalbini Allah biliyor. Ve hesabı da O’na vereceğiz. ne gerek var bu yoruma?
“Etkin pişmanlık mı isterseniz, kandırılmışlık hissiyatıyla düne kadar inandığı değerleri tepelercesine reddiye içinde olanı mı ararsınız her şey var bu süreçte.”