YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Tesadüfen tehlikeli bir küresel krizin içinde bulduk kendimizi bir anda. Daha önce görülmemiş, tanık olunmamış bir şekilde, bir anda insan yapısı dünyamız başımıza geçiverdi, öyle değil mi? Ve pervasızca ilerleyen görünmez biyolojik düşmanımızın karşısında, belki de insanlık tarihinde var ettiğimiz en kapsamlı sosyal organizasyon olan devleti yeniden keşfetmeye ve anlamaya başladık. Ebedi gördüğümüz insanın dünya üzendeki haşmetli ve heybetli, adeta yarı-tanrısal konumunu yerle bir eden bir mikroorganizma karşısında, özünde birbirleriyle mücadele ortamında doğmuş olan devlet adlı kurumu, yeni düşmana göre yeniden formüle etmeye, ona yeni işlevler kazandırmaya çalışıyor insanlık. Başarı ölçütü hiç bu kadar net olmamıştı, devletin: yaşatmak! Devlet bugün yaşamla ölüm arasındaki çizgidir.
Bu yazımda devletler arasında dolaştırmak istiyorum sizi biraz. Çünkü ancak karşılaştırarak, yani mukayese yoluyla anlayabiliriz, Türkiye’de olup bitenleri. Hiçbir ideolojiye veya dünya görüşüne ihtiyacımız yok artık. Ne din, ne de kültür beş para etmiyor, KOVID-19 karşısında; çünkü virüs Müslüman veya Hristiyan, Yahudi veya Hindu, dindar veya seküler, deist veya ateist bakmadan, sevdiklerimize saldırıyor, sinsice. Evde oturup kaderimize razı olmaktan başka ne yapabiliriz? Tabii eğer şanslıysak o da! Çünkü evde oturmak şu anda hastalıktan korunmaya yönelik tek küresel strateji de olsa, bu iş o kadar da kolay değil. Çünkü orta sınıf ve altı toplum kesimleri, yaşamlarını devam ettirebilecek maddi koşulları sağlayabilmek için çalışmak zorundalar. Ve bu insanların büyük çoğunluğu, evlerinde kalarak yapamazlar bunu! Tam da bu nedenle, dünyada birçok devlet vatandaşlarına evde geçirmeleri gereken karantina veya öz-izolasyon günlerini maddi olarak köprüleyebilmeleri için ekonomik yardım programları devreye soktu, sokmaya da devam ediyor. Birçok devlet evde geçirmeleri gereken sürede vatandaşlarına çok ciddi ekonomik katkılarda bulunuyor. Tüm toplum böylece ne yiyip ne içeceğini düşünmek durumunda kalmadan, haftalarca kendilerini eve kapatıyor. Bu tecrit sayesinde, var olan sağlık sistemleri aşırı hasta akınına uğramıyor ve dolayısıyla çökmüyor.
İtalya’da kontrol ve çevreleme önlemlerinin geç alınması tam da bu noktada ciddi sorunlara neden oldu. Yığınla insan bir anda aynı semptomlarla hastane kapılarına yığıldı. O insanların ihtiyaç duyduğu yoğun bakım kapasitesine sahip olmayan İtalya, ağır kayıplar yaşadı, yaşıyor. İspanya’da da benzeri bir durum söz konusu. İşte bu nedenle, izolasyon konusunda erken ve etkin önlem almak önemli. Ancak bu sayede hastalığın yayılma hızı yavaşlatılabilir ve daha yatay bir eğri elde edilebilir. Böylece örneğin solunum cihazı ihtiyacı duyan hastalara yeterince solunum ünitesi sağlanabilir.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
ABD’de bugün bu tartışılıyor. Bir taraftan Başkan Trump’ın güçlü liderlik gösterememesinden kaynaklı yönetim zafiyeti hastalığın yayılma hızını New York gibi metropol bölgelerde patlatırken, diğer yanda bundan ders almayan ABD yönetimi virüsten daha yavaş hareket ederek İtalya ve İspanya’nın yaptığı yanlışı tekrarlıyor. Yine de büyük bir ekonomik program devreye sokarak (2 Trilyon dolar!) çalışanlarına evde kalmalarını sağlayacak kadar yardım yapan ABD, diğer yanda Savunma Üretimi Yasası’nı devreye sokarak tüm sanayisine solunum makineleri üretme direktifi verdi. Ayrıca hızlı test kitleri geliştirerek test-kontrol kapasitesini arttırmaya çalışıyor.
Almanya ve Kanada gibi ülkeler de vatandaşlarına çok ciddi ekonomik yardımlar yapıyor. Ayrıca küçük ve orta ölçekli sanayilerini ve şirketlerini korumak için ek ekonomik kapasiteler sağlıyor. Her iki ülkede de izolasyon uygulamaları ABD’den daha başarılı an itibarıyla. Birleşik Krallık’ta bir süre Başbakan Boris Johnson’dan kaynaklı liderlik zafiyeti aynı ABD’de olduğu gibi zaman kaybettirdi. Sürü bağışıklığı stratejisini uygulamaya kalkan Birleşik Krallık, sonunda bu stratejinin ucuz olmakla beraber en maksimum can kaybıyla sonuçlanacağını dikkate alarak geri adım attı ve izolasyon stratejisine geçti. Onlar da yayılım grafiğindeki dikey durumu indirmekle uğraşıyor. Ama geç kaldılar. Bugün tüm Avrupa’da – birkaç ülke dışında – bu strateji uygulanıyor. Yüksek can kaybıyla sonuçlanacak sürü bağışıklığı stratejisi son derece Darwinist ve acımasız, ekonomiyi ve güçlünün hayatta kalışını merkezine alan bir yaklaşım.
Başarılı KOVID-19 mücadelesinde Güney Kore, Singapur ve Tayvan Asya’da öne çıkan ülkeler. Salgının kontrolünde onlar da izolasyon politikası izledi. Ama bunu Avrupa ve kuzey Amerika’daki ülkelerden çok daha erken uygulamaya başladı ve çok daha ince eleyen sık dokuyan bir metotla hareket etti. Dahası, hastalığa yakalananların kimlerle iletişime geçtiğini takip ederek o kişileri bulup onları da karantina altına aldı. Buna kişi başı uygulanan test oranlarının dünyadaki en yüksek oranlar olduğu gerçeğini de ekleyin. Tüm bunları o kadar düzenli ve iyi uyguladılar ki, bugün hastalık yayılımı bakımından en basık grafik bu ülkelerinki.
İran ve Rusya gibi kapalı rejimlerin uygulamaları malum – bu ülkeler gerçekleri manipüle ederek imaj korumayı öncelediler. İran ciddi sarsıntı geçirdi. Rusya ise o yolda seri adımlarla ilerliyor. Çin, yine bu ligin bir oyuncusu olarak hastalığın merkez üssüyken, daha aralık 2019’da hastalığı fark etmesine karşın ne etkin önlem alabildi, ne de dünyayı uyararak diğer ülkelerin önlem almasına şans tanıdı. Dahası Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) baskı yaparak, onların da krizi kontrol etmelerine engel oldu. WHO yönetimi bu krizden sonra çok büyük imaj kaybı yaşadı. Çin daha sonra epidemiyi despotik önlemlerle yavaşlattı. Ama dediğim dibi, geç hareket ettiği için hastalık Çin dışına kitlesel geçiş yaptı ve böylece İran, İtalya ve ABD, batı Asya, Avrupa, kuzey Amerika hattında yeni yayılım merkezleri oldular. Yine de Çin kendisini komünist tek parti devletinin sağladığı askeri-yönetsel taktiklerle bir şekilde kurtardı. Bugün bu otoriter rejimler liginde KOVID-19 stratejisi en başarılı olan devlet o.
Gelelim Türkiye’ye…
Daha dün sağlık bakanı “biz bu hastalığın bu kadar hızlı yayıldığını bilmiyorduk!” dedi. Başka bir şey yazmaya gerek var mıdır? Olmasa da devam edeyim. Türkiye ne hastalığın yayılmasına yönelik mantıklı ve rasyonel bir strateji ortaya koyabildi, ne gerekli şeffaflığı sağlayarak kaç kişinin hastalığa yakalandığını ve bu insanların nerede olduğunu toplumla paylaştı, ne test uygulamalarını arttırarak daha net bir durum tespiti yapmaya uğraştı, ne de vatandaşlarına evde kalabilmeleri için yetecek ekonomik önlemleri aldı. İnsanlara İBAN numarası vererek onlardan yardım dilenen bir devlet, bu krizde sanırım en az tercih edeceğiniz yerdir. Diğer yandan yaşlı insanlara evde kalmalarını söyledi, bunu kolluk güçleriyle uyguladı, ama o yaşlı insanların ne ekonomik koşullarını sağladı, ne de görece genç nüfusla temas etmelerini engelleyici önlemleri aldı. En büyük haksızlık, mavi yakalı çalışan insanların, her sektörden işçi ve emekçilerin ve memurların çalışmak zorunda kalmaları ve öz-izolasyon yapamamalarıdır. Bu, devletin işlediği büyük bir suçtur aslında. Bu insanlar ve onlarla temas eden yaşlı nüfusa “ölün!” diyor devlet. Onların arasında yüzde ona varan bir ölüm oranı olursa, bu iki-üç milyon gibi bir rakama tekabül eder – o da en iyimser hesaptır. Bu insanları limon kolonyası hayatta tutmayacak. Dahası, hapishaneler var. Türkiye’de nasıl bir ortam olduğunu yazmama gerek var mı? Bu hapishanelerde bulunan üç yüz bine yalın insanın önemli bir bölümü, politik nedenlerle içeride tutulan muhalifler veya masumlar. Bu insanların biyolojik kriz fırsatıyla arada yok olup gitmeleri gibi insanlık dışı bir yaklaşım izleyen Türkiye rejimi, aynı zamanda bu hapishanelerde çalışan gardiyan ve diğer personeli de hapiste tutarak, onların yaşamlarını da tehlikeye atıyor. Onların sayısı da iki yüz bin kadar. Bu durumda yaklaşık yarım milyon insan, karantina koşullarının olanaksız olduğu dar mekanlarda KOVID-19’un insafına terk ediliyor. Hastalık rakamlarını doğru yansıtmayan rejim, sanırım sürü bağışıklığı yaklaşımını uyguluyor. Hastanelerde mevcut yoğun bakım yatak oranları bakımından OECD ülkeleri arasında son sıralarda olan Türkiye’de bugün bile daha hastalık yayılımı pik yapmamış olmasına rağmen hastaneler kapasite aşımı sorunları yaşıyor. Doktorlar, hemşireler, hasta bakıcılar, diğer sağlık personeli – mesela ambulans ekipleri – KOVID-19’a yakalanıyor. Çünkü arkalarında bir devlet yok! Ekipman yetersiz, kullanacak maskeleri ve koruyucu giysileri bile yok. Bu arada gizlice açılan mezarlıklara cesetler kireçlenerek gömülüyor! Devlet sandığınız teşkilat ise ölüm belgelerini bile değiştirterek toplumu bilgilendirmeme stratejisini aynen uygulamaya devam ediyor. Bu arada tüm liderler halklarına konuşup düzenli açıklamalar yaparken ve basının sorularını yanıtlarken, Tayyip Erdoğan kendisini sarayına kapatmış vaziyette, bakanlar kurulu toplantılarını bile tele konferans yöntemiyle yapıyor! Damadı Berat ise aldıkları önlem olarak kuran kursu öğretmenlerinin maaşlarına devam ettiklerini söylüyor!
Daha yazılacak çok şey var ama yer kalmadı. Özetle, bu devlet artık ideoloji, liderlik, rejim, ekonomi falan meselesi değildir. Bu devlet, yaşamla ölüm arasındaki çizgidir. Türkiye bu biyolojik meydan okumaya çok hazırlıksız yakalandı. Ve olabilecek en kötü siyasi kadroyla yakalandı! Önümüzdeki haftalarda çok acı tablolarla karşılaşacağız.