YORUM | ENİS ATABEY*
Gündemi takip etmeyenler için olayı kısaca özetleyelim…
Kamuoyunda ‘Gezi Parkı davası’ olarak bilinen dosyada İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022 tarihinde TİP’ten Milletvekili seçilen Can Atalay’ı ‘darbeye teşebbüs’ suçundan dolayı 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28 Aralık 2022 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetti. Dosya temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay’ a gönderildi. Can Atalay 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan seçimlerde Hatay milletvekili oldu. Can Atalay’ın avukatları,, Atalay’ın milletvekili seçilmesi nedeni ile Yargıtay’dan ‘yargılamayı durdurma’ kararı verilmesini talep etti.
Bu talepleri reddedilince ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının’ ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği’ hakkının ihlal edildiği belirtilerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi henüz bireysel başvuru talebine ilişkin bir karar vermeden, Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28 Eylül 2023 tarihinde ‘mahkûmiyet hükmünün’ onanmasına karar verdi.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 25 Ekim 2023 tarihinde Can Atalay’ın ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının’ ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının’ ihlal edildiğine ve karar örneğinin ‘yeniden yargılanma’, ‘infazının durdurulması’ , ‘tahliyesinin sağlanması’ ve yeniden yapılacak yargılamada ‘durma kararı verilmesi’ için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne (E.2021/178) gönderilmesine karar verdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise ihlalin Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararından kaynaklandığı ilgili mahkemenin de Yargıtay 3. Ceza Dairesi olduğunu belirterek dosyanın Yargıtay’ a gönderilmesine hükmetti.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi 8 Kasım 2023 Tarihli kararı ile, ‘Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmadığı’ belirtilerek, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına uyulmamasına, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesine, Anayasa hükümlerini ihlal eden ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan ilgili Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
***
Yargıtay 3. Ceza Dairesi hukuk tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir karar vermiştir. Kararın hukuka aykırılığı konusunda neredeyse tüm hukukçular ittifak etmiştir. Anayasamızın 153/1 Maddesine göre, “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.” Aynı maddenin son bendine göre “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Anayasanın bu açık hükmü karşısında, Anayasa Mahkemesi kararları tüm mercileri bağlayacak olduğu halde, bir yargı merciinin usulüne uygun olarak verilmiş bir Anayasa Mahkemesi kararını ‘yok hükmünde’ sayması açıkça Anayasayı ihlal anlamı taşımaktadır. Yargıtay’ın kararının Anayasa’ya ve hukuka aykırı olduğu izahtan varestedir. Hukukçu olmayanlar bile rahatlıkla bu sonuca ulaşabilirler.
Asıl konumuza gelirsek; Yargıtay 3. Ceza Dairesi Neden böyle bir karar alma gereğini duymuştur? Bu kararı almasında altta yatan saikler nelerdir ve kararın arkasındaki ‘asıl güç’ odakları kimlerdir?
Herkesin haklı olarak eleştirdiği Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararına karşı ilk destek saraydan geldi. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, sosyal medya X hesabından yaptığı paylaşımda AYM’ nin anayasaya aykırı kararlar vermeye devam ettiğini, AYM’nin verdiği kararların yargısal aktivizm örneği olduğunu, Yargıtay’ın AYM ihlal kararına uymama kararının gerekçeleriyle doğru olduğunu, suç duyurusu meselesinin ise ‘Milli Yargıya’ karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner ve cesaretli bir tavır olduğunu beyan etmiştir.
Hiç şüphesiz Saray’da görevli olan yetkili birinin bu şekilde hukuka aykırılığı açık bir karara destek vermesi tesadüf olamaz! İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dosyanın (talebin) Yargıtay’ a gönderilmesi için baskı kurulduğu, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının saray ile koordineli bir şekilde devreye sokulduğuna ilişkin kuvvetli iddialar var.
Tayyip Erdoğan uçakta gazetecilere konuyla ilgili yaptığı açcıklamalar da bu iddiaları doğruluyor. Erdoğan, “Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez.” şeklinde açıklamalarda bulunmuş ve bazı AKP’lilerin Yargıtay kararını eleştirmesi için de “Yanlış yapıyorlar.” diyerek tarafını açıkça belli etmiştir.
Bu açıklamalar, Yargıtay’ın cesaretinin kaynağını göstermesi açısından önemlidir. Erdoğan daha sonra 10 Kasım Atatürk’ü anma toplantısında, “Gerekirse anayasa ve yasa değişiklikleri dahil tüm yöntemleri kullanarak, tekrar böyle bir tartışmanın ortaya çıkmaması için gerekenleri yapacağız.” şeklinde açıklamalarda bulunmuş ve devamla, “Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Ancak mevcut anayasamız ve yasalarımız, bu konuda yetersiz kalmaktadır.” ifadeleriyle asıl amaçlarını açık etmiştir. Bile isteye, suni olarak çıkartılan ‘hukuk darbesi’ ile neyin amaçlandığı şimdi daha iyi anlaşılmıştır, sanırım.
Bugün itibariyle Yargıtay’ın skandal kararı, ‘Erdoğan’ın talimatıyla’ verdiği konusunda bir tereddüt yoktur denilebilir.
***
Hatırlarsanız Erdoğan, Eylül ayı içinde ‘yeni sivil anayasa için müzakere’ çağrısı yapmıştı, 1 Ekim’de yeni yasama yılına başlayacak parlamentonun gündemine yeni anayasa tartışmasını getireceklerinin de söylemişti.
Bir Anayasa değişikliği olmaz ise Erdoğan’ın bir daha Cumhurbaşkanı seçilme şansı bulunmuyor. Son yapılan seçimlerde de aday olamaması gerekiyordu; zira 3. kez aday oluyordu. Ancak Saray güdümlü yargı sayesinde bu hukuksuzluk fiili durum ile örtüldü, adaylık meşru hale getirildi.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında bile isteye planlanmış kontrollü bir kriz çıkartılarak, kamuoyu “Yeni bir Anayasaya ihtiyaç var, bakın sistem yürümüyor, tıkandı, bu tıkanıklık ancak yeni bir anayasa ile çözülebilir.” noktasına getirilmek isteniyor. Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu planda kendisine verilen rolü oynuyor.
Bu krizin başka sebepleri de var…
Geçen şubat ayında Zühtü Arslan, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na üçüncü kez seçildi. Başkanlık seçimlerinde 15 Anayasa Mahkemesi üyesi oy kullanıyor. Seçimlerde Arslan 8 üyenin oyunu alırken, sarayın açıkça desteklediği İrfan Fidan 5 oy, Kadir Özkaya ise iki oy almıştı. İrfan Fidan’ın aday olarak işaret edildiği ve desteklendiği halde Anayasa Mahkemesi Başkanlık seçimlerini kaybetmesi Saray çevrelerince hiç de hoş karşılanmadı, bunun bir yere not edildiği biliniyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanlık seçiminden hemen sonra Devlet Bahçelinin, “Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmasını gerekli görüyoruz. Bu kapsamda mahkemenin statüsü, kuruluş ve yargılama esasları ile üye yapısının köklü bir reforma tabi tutulmasını hedefliyoruz.” açıklamasını da not olarak düşelim.
AYM Başkanı Arslan’ın Yüksek Mahkeme’deki üyelik görevi Nisan 17 Nisan 2024’de dolacak. Bu yüzden bu tarihte yeniden başkanlık seçimi yapılacak. Anlaşılan o ki Saray güdümlü yargı o tarihe kadar bile beklemek istemiyor.
İrfan Fidan’ın başkanlık seçiminde kendisi ile beraber 5 üyenin oyunu aldığını söylemiştik. Bu üyeler kimlerdir? Can Atalay hakkındaki ihlal kararında, çoğunluk görüşüne katılmayan, karara muhalif kalan Muammer Topal, Yıldız Seferinoğlu, Basri Bağcı ve Muhterem İnce aynı zamanda başkanlık seçiminde İrfan Fidan’ a oy veren üyeler!
Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararı üzerinden, Saray’ın işaret ettiği İrfan Fidan’ı başkan olarak seçmeyen Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri cezalandırmak mı istenmektedir?
***
Yargıtay’ın bu kararındaki amaçlardan biri de son zamanlarda yargıda, hukuka geri dönüş için çıkmaya başlayan-çıkabilecek çatlak seslere gözdağı vermek olabilir. Bu bilinçli kriz ile, seçimden önce HDP kapatma davasının Anayasa Mahkemesi gündemine alınmasını sağlamayı da amaçlamış olabilirler.
Yeni bir döneme giriliyor. Yargının içindeki çekişme ve güç kavgasında, hukukun evrensel ilkeleri, normlar hiyerarşisi, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, vatandaşın hukuki güvenliği tarafların çok da umurlarında değil.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, eylemsiz yargılama yaptığı, düşman ceza hukukunu uyguladığı, adına ‘terör dosyası’ dediği binlerce dosyada bunu gösterdi fazlasıyla. Anayasa Mahkemesi de yapılan hukuksuzluklarda hiç de masum değil. Zulmü sürdürülebilir kılmak için arada hukuk kılıfına bürünüp verdiği kararlar bu gerçeği değiştirmiyor asla.
Anayasa Mahkemesi Başkanı, Anayasaya ve hakimlik teminatına aykırı olarak iki Anayasa Mahkemesi üyesinin tutuklanmasına ve AİHM kararına rağmen 8 yıldır cezaevinde bulunmalarına destek olmuştur! İki Anayasa Mahkemesi üyesinin verdikleri kararlar nedeni ile 8 yıldır cezaevinde bulunmaları gündem olmuyor ama Anayasa Mahkemesi üyelerine yapılan bir suç duyurusu bu kadar gündem olabiliyor, hukuk güneşinin battığı güzel ülkemizde!..
“Bugün Yargıtay’ın kararına tepki gösterenler, iki AYM üyesi sırf görevlerini yaptıkları gererçesiyle tutuklandığnda nerdeydiniz?” diye sorsak, bu ikiyüzlü tavırlarından dolayı onları utandırmış olur muyuz?
Utanmaları kalmışsa…
* KHK’lı Hakim