Yargı böyle siyasallaştı; ihtiyaca göre yasa!

Av. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM

Bir önceki yazıda özel yetkili mahkemeler üzerinden bir değerlendirme yapmış ve Türkiye’de yargının gerçek mimarının Recep Tayyip Erdoğan olduğu gerçeğini ortaya koymuştuk. Ancak hukukun, daha geniş çerçevede ise kanunların, Erdoğan iktidarı tarafından bir “siyasi araç” olarak nasıl kullanıldığını anlamak için yalnızca mahkemelere bakmak yeterli değil. Zira AKP iktidarı döneminde yasa yapma pratiği, açıkça ifade edilmese de, çoğu zaman günü kurtarmaya, kriz yönetimine ve hesap sorulamazlığı garanti altına almaya dönük olmuştur. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yapılan değişiklikleri gördüğünüzde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

‘Kuvvetli şüphe’den ‘makul şüphe’ye…

CMK 116. maddede yapılan iki ayrı değişiklik, Erdoğan iktidarının hukuku nasıl bir taktik araca dönüştürdüğünü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Şubat 2014’te 6526 sayılı Kanun’la yapılan ilk değişiklikte, kişi hürriyetini koruma gerekçesiyle “makul şüphe” yerine “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe” şartı getirilmişti. Bu düzenleme, özellikle yolsuzluk soruşturmalarında Erdoğan’ın çevresine yönelik yapılmış ‘arama’ işlemlerini boşa düşürmeyi hedefliyordu. Ancak aynı iktidar, aradan sadece 9 ay geçtikten sonra bu defa Aralık 2014’te çıkardığı 6572 sayılı Kanunla eski düzenlemeye geri dönerek “makul şüphe” standardını yeniden getirdi. Çünkü bu kez sırada kendisini eleştiren muhalif yapılar, gazeteciler ve akademisyenler vardı. Yani, arama tedbirindeki koruma seviyesi, kime karşı kullanılacağına göre gevşetildi ya da sıkılaştırıldı.

Savunma hakkına kısıtlama

Aynı taktik müdafiin dosyayı inceleme yetkisine ilişkin CMK madde 153 için de uygulandı. 6526 sayılı Kanun ile Şubat 2014’te CMK 153. maddedeki ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış ve böylece müdafiin dosya inceleme ve belge alma yetkisine dair tüm kısıtlamalar ortadan kaldırılmıştı. Bu değişiklik, görünürde savunma hakkının güçlendirilmesi gibi sunulsa da, aslında Erdoğan ve yakın çevresine yönelik yürütülen soruşturmalarda, şüpheli konumundaki kişilerin dosyalara sınırsız erişimini sağlamak amacı taşıyordu.

Ardından yalnızca dokuz ay geçtikten sonra, 6572 sayılı Kanun’un 44. maddesiyle CMK 153 yeniden eski haline getrildi ve katalog suçlar tanımı eklenerek savunmanın dosyaya erişimi tekrar ciddi şekilde sınırlandırıldı. Her ne kadar bu sınırlama hâkim kararı şartına bağlı görünse de, uygulamada bu kararlar genellikle otomatik olarak ve savunma talepleri dikkate alınmaksızın verilmeye başlandı. Özellikle 15 Temmuz sonrasında bu madde, savunma makamının çalışmasını imkânsız hâle getiren bir araç olarak kullanıldı. Savcılar, soruşturmanın hemen başında katalog suçlara dayanarak kısıtlama kararı aldırtıyor; böylece şüpheli ve müdafi, dosyada hangi delillerin olduğunu dahi bilmeden savunma yapmak zorunda bırakılıyordu.

Gasp ve mala çökme kolaylaştırılıyor

Bu hukuki manipülasyonun bir diğer çarpıcı örneği de CMK’nın 128. maddesinde yapılan ardışık ve niyet itibariyle tamamen zıt iki düzenlemede görülmektedir. Şubat 2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’la, ‘el koyma’ kararlarının somut delillere dayanması ve Ağır Ceza mahkemesince oybirliğiyle alınması zorunlu kılınmış; ayrıca ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurma’ suçu kapsam dışına çıkarılmıştır. Bu yolla yolsuzluk soruşturmalarında iş insanları ve siyasilerin yakınlarının mal varlıklarına getirilen el koyma kararlarının hukuken geçersiz kılınması amaçlanmıştır.

Yani görünürde ‘güvence’ gibi sunulan bu değişiklik, gerçekte Erdoğan ve yakın çevresinin malvarlıklarına ilişkin adli tedbirlerin bertaraf edilmesi için yapılmıştır. Ancak aynı Erdoğan yönetimi, yalnızca dokuz ay sonra Aralık 2014’te 6572 sayılı Kanun’la yine aynı maddenin kapsamını genişletmiş, Anayasal düzene karşı suçlar (TCK 309-316) da dâhil edilerek el koyma yetkisinin alanı genişletilmiştir. Sonrasında yapılan değişikliklerle Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu yeniden kapsam içine alınmış.

‘Tehlike’ bertaraf edildi; hedef artık muhalefet!

Ağır Ceza Mahkemesi tarafından oybirliğiyle karar alınması şartı da değiştirilerek tek bir hakimin karar vermesi şeklinde değiştirilmiştir. Bu kez hedef artık muhalefetti. Çünkü iktidar, kendi yolsuzluklarına dair tehditleri bertaraf ettikten sonra, artık intikam sürecine geçmiştir. Anayasal düzeni ihlal gibi oldukça muğlak ve siyasi yorumlara açık suç tiplerini bu kapsama dâhil etmek, ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunu yeniden kapsama almak ileride muhaliflerin mallarına el konulmasını kolaylaştıracak hukuki zemini oluşturmuştur. Nitekim bu düzenleme, sonraki yıllarda çok sayıda muhalif iş insanının, gazetecinin ve siyasetçinin ekonomik olarak çökertilmesinin temel yasal dayanağı hâline gelmiştir. Ekrem İmamoğlu’nun şirketine el konulması da bu değişikliklerin bir sonucudur.

‘Keyfi tutuklama’ düzenlemeleri… 

Yine aynı dönemde yapılan bir diğer kritik değişiklik ise CMK 91. ve 100. maddelerinde gerçekleştirildi. Şubat 2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’la, daha önce gözaltı kararı için “emare” yeterliyken, bu değişiklikle “somut delil” şartı getirildi; aynı şekilde, tutuklama için aranan “olgu” seviyesi, “somut delil”e dönüştürüldü.

Görünüşte bu düzenlemeler “keyfi gözaltı ve tutuklamaları önlemek” amacıyla yapılmış gibi lanse edilse de, gerçekte bunlar yolsuzluk soruşturmalarının ardından Erdoğan’ın ailesi ve yakın çevresine yönelik işlem yapılmasını fiilen imkânsız hale getirmek için gerçekleştirilmişti. Zira soruşturmada, Erdoğan’ın yakın çevresi dahil pek çok isim hakkında savcılarca gözaltı kararı verilmiş, ancak Emniyet ve Adalet Bakanlığı’nın doğrudan müdahalesiyle bu kararlar uygulanmamış, ardından da ilgili savcılar görevden alınmıştı. Bu değişiklikler, benzer yargı süreçlerinin bir daha yaşanmaması ve iktidarın “dokunulmazlığı”nın hukuken güvence altına alınması için yapılmıştı.

Hukuku ‘ihtiyaca’ göre eğip bükmek!

Görüldüğü gibi, Erdoğan iktidarı döneminde CMK’da yapılan bu ardışık ve çoğu zaman birbiriyle çelişen değişiklikler, hukukun nasıl sistematik biçimde siyasallaştırıldığını gözler önüne seriyor. Değişikliklerin zamanlaması, kapsamı ve hedef aldığı kişi/gruplar dikkate alındığında; yasa yapım sürecinin toplumsal ihtiyaçlara değil, iktidarın o anki siyasi ihtiyaçlarına göre şekillendiği açıkça ortaya çıkıyor.

Bu yazıda yalnızca bazı CMK maddeleri üzerinden bir analiz yaptık; ancak unutulmamalıdır ki tablo bununla sınırlı değil. Bir sonraki yazıda, iletişim tespiti, teknik takip, gizli soruşturmacı gibi özel soruşturma tedbirlerinden tutun da sulh ceza hâkimliklerine ve yargı yapısının yeniden dizayn edilmesine kadar uzanan çok sayıda düzenlemeye daha yakından bakacağız.

Tüm bu değişikliklerin ortak paydası, tıpkı bugün Ekrem İmamoğlu’na yönelik açılan davalarda olduğu gibi, yargının iktidar lehine bir silaha dönüştürülmesidir. Yani İmamoğlu’nun yargılanması, izole bir olay değil; bu uzun ve sistematik yargı mühendisliğinin günümüzdeki en güncel yansımasıdır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin