Yalçınkaya Davası dernek vakıf sendika gibi kapatılan sivil toplum kuruluşlarını ne şekilde etkileyebilir?

YORUM | Dr. Yaşar Demircioğlu, HrD Berlin

26 Eylül 2023 tarihinde AİHM tarafından açıklanan Yalçınkaya davasının karar metninde yer alan gerekçeler belki de hiç kimsenin tahmin etmediği sonuçları doğuracak olması bakımından önem taşıyor. Öyle ki, gerçek kişilerle ilgili olan davalar yanında KHK’lar ile kapatılan dernek, vakıf, sendika ve okul gibi tüzel kişiler açısından da Yalçınkaya kararı önemli ipuçları barındırıyor. 

Hizmet Hareketi ile irtibatlandırılıp kapatma yaptırımına tabi tutulan sivil toplum kuruluşları; herhangi şiddet içeren yasadışı bir eylemle irtibatlandırılamadığından, esas olarak üye veya yöneticilerinin Bylock yazışmaları delil olarak gösterilerek kapatma yaptırımı ile karşı karşıya bırakıldılar.  

Zira Bylock, rejim yargısının bugüne kadar kendisine adeta kutsallık atfettiği, asla tartışmaya açmadığı ve terör örgütü üyeliği için mutlak delil olarak kabul ettiği en önemli argümanı idi. AİHM’in ifadesine göre; Türk Yargısı ByLock kullanımına dayalı neredeyse „otomatik bir suç karinesi“ oluşturmuştu. Yazışma içeriklerinin bir önemi olmaksızın sadece Bylock un varlığı, terör örgütü üyesi olabilmek için yeterli kabul ediliyordu. 

Kişilerle ilgili ceza soruşturmalar yanında vakıf, sendika ve derneklere yönelik suçlamalarda, somut herhangi bir delile dayanmayan vehimler, korkular, isnatlara dayanan suçlamalardan oluşuyordu.  

Yargıtay kararları incelendiğinde Gülen Cemaati ile ilişkilendirilen kurumlarla ilgili genel suçlamalar şu şekilde idi: 

Bu kurumlar genel olarak sempatizan devşirme aracı olarak kullanılmaktadır. Vakıf dernek ve sendika faaliyetleri görünümü altında, anayasa tarafından tanınan zırh içerisinde örgütsel yapılanma sağlayarak devlet aleyhinde faaliyette bulunmakta, örgütlenme özgürlüğünün tanıdığı hakları suiistimal edip kötüye kullanmakta ve bu kurumların isim ve etiketlerini kullanarak basın açıklaması, toplu dilekçe verme, protesto, yürüyüş seklinde organizasyonlar yapmaktadırlar. Daha sonra da bütün bu faaliyetler basın yayın organlarında yayımlanmakta olup, asıl amaçları örgüt lehine kamuoyu oluşturulmasına yardım etmektir. Yine bu kurumsal yapılarda kurban, himmet, aidat adı altında terörizmin finansmanına ve örgüte mali yardıma zemin hazırlayacak paralar toplanmaktadır. 

Bu sivil toplum kuruluşları; Örgüt mensuplarını kurumsal bir kimlik ve sivil toplum örgütü çatısı altında bir arada tutma, moral ve motivasyonlarını güçlü tutma amacı taşımaktadır. Örgütün, yasadışı faaliyetlerini perdelemek amacıyla yasal görünümlü etkinlikler organizasyonlar düzenlenmekte, bu kurumların fiziki imkânlarını bu amaçla kullanılmaktadır. Bu sivil toplum kuruluşları; örgütün hedef ve ideolojisini toplumun geniş kesimlerine yaymak için kamuoyunda örgüt lehine kanaat ve algı oluşması sağlanmaktadır.  

Türk Devletine göre; TCK 314/2 kapsamında terör örgütü üyeliği ve yine kurumların kapatılması için gerekçe gösterilen bu faaliyetler herhangi bir şekilde şiddet, saldırı, korku ve panik yaratma görünümlü olmasa da asıl amaç suça ulaşmada kullanılan yardımcı, destek faaliyetler veya hazırlık hareketleri olarak değerlendirilerek soruşturma ve cezalandırma kapsamına alınmıştı. Böyle olunca, 15 Temmuz gecesi herhangi bir terör ve şiddet eylemine katılmamış dahi olsa, hazırlık hareketleri olarak kabul edilen eylemleri ilk işlemeye başladığı andan itibaren (okul kaydı, dershane kaydı, dernek, sendika üyeliği gibi) terör örgütünün asıl amaca ulaşmak için kullandığı yardımcı terör faaliyetlerine katılma iradesini ortaya koyma olarak kabul ediliyordu. 

Ortada henüz hiçbir suç ve suça bağlı oluşan bir zarar söz konusu değilken Ceza hukukunun önleyici amaçla kullanılması, ceza hukukunun araçsallaştırılması, hazırlık hareketlerinin cezalandırılması ve ceza hukukunun genişlemesi ve geniş yorumlanması çerçevesinde düşünülen bu eylemler aslında Ceza Hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan kanunilik ve belirlilik ilkeleri ile çelişen suçlamalar arasında yer alıyordu. Türk Devleti’nin bu iddialarına karşı Yalçınkaya kararında yer alan gerekçeler; soruşturma savcılıklarının ceza hukuku normlarını araçsallaştıran, suç ve zarar oluşumundan çok öncesine kadar ceza hukukunu genişleten bu pratiklerine bir itiraz olarak ortaya çıktı.

Türk Devletinin, yukarıda sıraladığımız ve Hizmet Hareketi ile irtibatlandırılan vakıf, sendika ve derneklerine yönelik soyut suçlamalara karşı gösterebildiği tek delil, üye, yönetici ve çalışanların Bylock yazışmaları olabildi. Ohal Komisyon Kararları incelendiğinde; dernek, sendika, vakıf gibi kurumsal yapıların kapatılmasına gerekçe gösterilen Bylock yazışmalarından örnekler şunlardı:

“Abiler, Cuma saat 10. Da Erzurum Sendika binasında bekliyoruz.

Abiler, arkadaşlar, bu akşam bütün toplantıları sendika programına yönlendirmeleri için tek tek arayıp bilgilendirelim.

Sendika ile ilgili illerde yapılan toplantılar ilçelerde de yapılmalı, programa gelmeyen üyelere birebir ziyaret yapalım.

Asılsız haberler ve bilgi kirliliği nedeniyle sendikadan çıkışlar olabiliyor, korku iklimini izale edip zihinleri doğru bilgilerle temizleyelim.

Öncelikle üyelerimizin moral ve motivasyonlarını yüksek tutuma adına faaliyetlerimiz var.

Arkadaşlar; Sendika, uluslararası bir zırhtır hem sendika hem de derneklerimiz adına aileli resmi programlar yapabiliriz. 

Arkadaşlar, Gazete abonelikleri ile kurbanları takip edelim.“

Evet, sivil toplum kuruluşlarının kapatılmalarına gerekçe gösterilen Bylock yazışmaları aynen bu şekilde. Dernek, vakıf, sendika üye veya yöneticilerinin hangilerinin somut olarak 15 Temmuz gecesi cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetini devirmeye veya anayasal düzeni yıkmayı amaç edindikleri yönünde tek bir eylem örnek olarak gösterilemiyor.  

Darbe girişimi gerekçe gösterilerek 19 sendika, 104 vakıf, 1125 dernek ve yüzlerce okulun kapatılmak gerekçeleri arasında sadece ve sadece üye, çalışan ve mensuplarının yukarıda örnekleri verilen BYLOCK yazışmaları gerekçe gösterilebiliyor. Bu sivil toplum kuruluşlarının, terör faaliyeti olarak kabul edilebilecek toplumda korku ve paniğe sebebiyet verecek ve şiddet oluşturan tek bir eylemi dahi dava dosyalarına konulamıyor.

Yalçınkaya davası ile hem Türk Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesindeki terör örgütüne üye olma suçuna dayanak gösterilen kimi yasal eylemlerin, amaç suça yani anayasal düzeni yıkma suçuna ulaşma yolunda hazırlık hareketi olarak değerlendirilip öngörülemez şekilde genişletildiği hususuna vurgu yapılmakta. Bu kapsamda dernek, vakıf, sendika gibi kurumların, terör ve şiddete yönelik olarak örneğin üyelerine silahlı eğitim yaptırmak, silah bulundurmak, kurumsal olarak şiddet ve terörü övücü söylemler yaymak, saldırı planları düzenlemek gibi terör ve şiddetle bağdaştırılabilen hiçbir eylemi örnek olarak gösterilememektedir.  

Aynı şekilde terör örgütüne müzahir kurumsal yapılar olarak suçlanmalarına gerekçe gösterilen üyelerinin Bylock kullanmış olmaları; sadece öngörülemez değil, aynı zamanda yasallık ilkesine ve bireysel cezai sorumluluğa da aykırılık taşıyor. Üstelik Yüksel Yalçınkaya özelinde yapılan değerlendirmelerde kendisinin üye olduğu Sendika ve dernek Büyük Daire tarafından „o dönemde yasal olarak faaliyet gösteren bir sendika ve dernek“ olarak zikredilmektedir. 

Yüksek Mahkeme ayrıca Türk devletinin, emsal olması bakımından AİHM’in sivil toplum kuruluşlarının kapatılabileceğine ilişkin vermiş olduğu kararın paraminiler tipte üç aşırı sağcı derneğin kapatılmasıyla ilgili olduğu ve Yüksel Yalçınkaya davasındaki örneklerden önemli ölçüde farklı olduğunu özellikle belirtmektedir. Bu kapatılan derneklerden birisi, siyasi görüşlerin ifade edilmesine değil, diğerlerinin yanı sıra bir şiddet eylemine, yani bir kişinin öldürülmesine dayanırken, ikinci ve üçüncü dernekler, üyeleri tarafından çeşitli vesilelerle şiddet içeren yollar da dahil olmak üzere fiilen desteklenen ve uygulamaya konulan hedeflerin, tartışmasız bir şekilde, özellikle Müslüman göçmenlere, Yahudilere ve eşcinsellere yönelik nefret ve ırk ayrımcılığına teşvik unsurları içerdiği gerekçesiyle kapatılmıştı. 

Büyük Daireye göre; Yüksel Yalçınkaya’nın üye olduğu sendika ve dernek ile, Türk Devleti tarafından örnek gösterilen 3 derneğin kapatılmasına yönelik AIHM kararındaki olgular arasındaki önemli farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda, Hükümet’in Mahkeme’nin burada aynı tutumu benimsemesi yönündeki argümanının reddedilmesi gerekmektedir.   

Özetle; daha önce Türkiye’de faaliyet gösteren dernek, vakıf ve sendikaların tekrar açılıp açılmaması/buna gerek olup olmadığı  yönündeki tartışmalardan bağımsız olarak sadece hukuki yönden yapılacak değerlendirme göz önünde bulundurulduğunda Yalçınkaya davasında Büyük Daire tarafından ileri sürülen gerekçeler, Türk Devleti’nin hizmet hareketine müzahir olduğunu iddia ettiği ve tüzel kişiliklerine son verdiği kurumlarla ilgili davalarda da kaybetmeye mahkum olduğunu gözler önüne sermesi bakımından önem taşıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bu RTE,yedekteki Siyasal İslamcılar ve Ergenekon artıkları iktidarda durduğu sürece hiç bir etkisi olmayacak. Hayal kurmayı bırakın ayaklarınız yere bassın.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin