YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Türkiye’nin son yıllarını tarif etmek istesek en uygun tanımlamalardan birisi ‘yalanlar üstüne kurulu bir düzen’ ifadesi olacaktır. AKP iktidarı temsilcilerinin açıklamaları, iddiaları ve iktidar destekçisi medyanın haberlerinin neredeyse tamamı yalanlar üstüne kurulu.
Gazetelere nasıl manşet atıldığını, medyanın nasıl kullanıldığını, Bilal Erdoğan, Berat ve Serhat Albayrak kardeşlerin birlikte nasıl çalışmalar yaptığını, internete düşen ses kayıtlarında bizzat kendilerinden dinlemiştik. İşimiz gereği yaptığımız çalışma neticesinde yalanlar üzerine kurulu sistemi bizzat test ettiğimizi de ifade edebilirim.
Özellikle 17/25 Aralık sonrasında iktidar medyasını takip etmek durumunda kaldık. O dönem itibariyle her gün yeni bir iftira, yalan ve uydurma haberle karşılaşıyorduk. İktidar medyasının hukuki, ahlaki, vicdani ya da kabul edilebilecek herhangi bir ilkesi olmadığından dolayı her haberle ilgili araştırma yapıyor ve iddianın gerçek olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorduk. Mübalağa olduğu düşünülmesin, iddiaların neredeyse tamamına yakınının iftira, yalan ya da uydurma olduğunu teyit ederek öğrendik.
15 Temmuz sonrasında ise iş o kadar büyüdü ki yalan, iftira ve uydurma haberleri takip etmek neredeyse imkansız hale geldi. Ancak, biz yine de yalan haberleri takip edip, doğrularını paylaşmaya çalışıyoruz. Bu kapsamda iktidar medyasının nasıl haber yaptığına bir örnek üzerinden birlikte bakalım.
Öncelikle şunu belirletim; sahtecilik yaparak birilerine zarar verilmek isteniyorsa, uydurma belgelerle insanların hayatları karartılmaya çalışılıyorsa ve yapılan sahtekarlık gerçekmiş gibi pazarlanmaya çalışılıyorsa bu davranışın hukuken de ahlaken de kabul edilmesi mümkün değildir. Bu tür hukuksuzluk ve ahlaksızlığı yapanların aynı cemiyetten, camiadan, cemaatten, gruptan olması bu eylemlerin hukuksuz ve ahlaksız olduğu gerçeğini değiştirmez.
Recep T. Erdoğan’ın teyzesinin oğlu Cengiz Er’in sahibi olduğu internet sitesinde, Fatih Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan hakkında bir haber yapıldı. Güya bir akademisyen tarafından atıldığı iddia edilen mesajlarda Şerif Ali Tekalan’ın kendisine nasıl yardımcı olduğunu, sayesinde profesör kadrosuna atanacağını ifade ediyor. Sahtecilik, uydurma, iftira, komplo ve hakaretin haber diye sunulduğunu yazının içerisinde yer alan iddiaların gerçek olmadığını teyit ettiğinizde anlayabiliyorsunuz. Cemaat mensubu olan kişilerin gıyabında her türlü suçlama yapılmasına rağmen onların görüşlerinin alınmasına gerek bile duyulmamasının bu dönemin yaygın habercilik anlayışı olduğunu da belirtmek gerekir. Bu haber içerisinde yer alan muhatapların da konu hakkında ne dedikleri sorulmamış. Şerif Ali Tekalan hocaya bu iddialar sorulsaydı haberde yer alan kişiyi tanımadığını, bu şekilde bir yazışma olmadığını, haberde yer alan iddiaların tamamının iftira olduğunu söyleyecekti. Ancak amaç, toplumu bilgilendirmek değil de yönlendirmek olduğu için sormaya gerek yok.
TEKALAN’A SORDUM
Şerif Ali Tekalan hocaya haberde yer alan iddiaları ben sordum. Yazıştığı iddia edilen kişiyi tanımadığını, görüşmediğini, herhangi bir nedenle mesajlaşmadığını ve iddiaların tamamen uydurma olduğunu söyledi.
İktidarın ve iktidar destekçisi medyanın Goebbels’in “Büyük Yalan” teorisini uyguladıklarını biliyoruz. Bu teorinin en önemli ayaklarından birisi de, “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır.” prensibi.
Bu prensip doğrultusunda hazırlanmış bir haberden bahsediyorum. Yanlış anlaşılmasın prensipten kastedilen, iftiranın hangi sistem dahilinde hayata geçirileceğine dair kullanılan metot.
Haberde, sahte olarak oluşturulmuş içeriklerin yer aldığı yazışmalar paylaşılarak, ortaya çıkan durumun ‘Akademinin Susurluk’u’ olduğu, gizli kişilerle gizli görüşmeler yapıldığı, konunun savcılıkta ve YÖK’te olduğu yazılmış.
Sahte belgelerle yapılan komplonun tüm sürecini gösteren belge niteliğinde bir haber ve haberde yer alan detaylar sayesinde de sahteciliğin nasıl yapıldığını görebiliyoruz.
Haberden anlaşıldığı üzere, Şırnak Üniversitesinde doçent olan bir akademisyenin profesör olmasını istemeyen/çekemeyen bazı kişiler tarafından bir komplo planı yapılmış. Bu plan da doğal olarak konjonktüre uygun şekilde hazırlanmış. Öncelikle akademisyen imamı olarak bir isim belirlenmesi gerektiğini düşünerek, Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan’a “Akademi imamı” sıfatını yakıştırmışlar.
İkinci aşama olarak, Şerif Ali Hoca’ya ait yazışma içerikleri uydurmak için sahte sosyal medya hesabı açmışlar ve Şerif Ali hocayla profesör olmasını engellemek istedikleri akademisyen arasında yazışma yapılmış gibi görüntüler oluşturmuşlar. Yazışma içeriğine de tabi ki dikkat etmişler ve konjonktüre uygun şekilde yazıları hazırlamışlar. Yazışmaları okuyanların ilk okuduklarında üniversitede gizli işler döndüğünü düşünmeleri istenmiş ve yazışmalar da ona uygun kurgulanmış. Yaptıkları sahtecilikle oluşturdukları kumpasın netice alabilmesi için kamuoyuna duyurulması, savcılık ve YÖK’ün dikkatini çekmesi gerektiğini düşündükleri için de haber olarak paylaşılmasını bu iş için hazır bekleyen internet siteleri üzerinden yapmışlar.
Alın size açık bir komplo örneği. Savcılık harekete geçti mi, YÖK nasıl bir tavır sergiledi, profesör olmasını istemedikleri akademisyen bu iftiralar karşısında ne yaptı bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz ortada açık bir komplonun olduğu gerçeğidir.
Anlaşılamayan durum ise bu kişilerin yaptıkları sahteciliğin attıkları iftiranın ortaya çıkmasından neden endişe etmedikleri. Bunun cevabı da galiba iktidarın uygulamalarında saklı. İhbarcılığı teşvik eden sistem, bünyesinde sahtecilik ve iftirayı da barındırdığı için, bu tür davranışları sistem benimsiyor ve destekliyor.
Konunun özü komplo, sahtecilik, iftira aranıyorsa öncelikle bakılması gereken yer iktidarın uygulamaları olmalı…