YORUM | ABDULLAH SALİH GÜVEN
Yalan, yalandır. Nokta.
Yalan, günahtır. Nokta
Yalan, haramdır. Nokta.
Yalan ve iman.
Yeryüzünde yan yana gelmeyecek, gelemeyecek, getirilemeyecek iki kelime varsa bunların başında yalan ve iman gelir.
Münafık vasfıdır yalan.
Yalanla doğruya hizmet edilmez, edilemez.
Ahiret, kabir, hesap-kitap-mizan ya da cennet-cehennem düşüncesi ve endişesi olmayan insanın sıfatıdır zira o.
Ama tanığımız nice Müslümanlar yalan söylüyor diyorsanız, can alıcı o soruyu soralım: Müslüman yalan söyler mi?
Kâmil Müslüman söylemez.
İmanı, kendisine kemale ulaştırmış, böylece insan-ı kâmil vasfını almış Müslüman söylemez.
Çok keskin bir beyan, ‘söylemez’ demek.
Hüküm cümlesi gibi.
Mutlak bilgi gibi.
Doğru, hüküm cümlesi ve mutlak bilgi formunda bir beyan.
Çünkü Kur’an böyle söylüyor.
Onlarca-yüzlerce ayetinde Müslümanların, münafıkların, kafirlerin vasıflarını sayarken de aynı şeye vurgu yapıyor.
Yalan söylemeyin, aleyhinize bile olsa doğruyu söyleyin şeklinde verdiği emir ve yasakların ise hadd u hesabı yok.
Ama dikkat edin kâmil Müslüman, imanı kendini kemale ulaştırmış kâmil insan dedim.
Yoksa Müslümanlığı futbol takımı taraftarlığı gibi bir kimlik, bir etiket, bir vasıf olarak taşıyan Müslümanlar söyler.
Hz. Muhammed (sas) de aynı şeye vurgu yapıyor.
Oldukça çarpıcı bir hadisi var Efendimizin bu bağlamda.
Ebu’d-Derda bir gün soruyor Allah Resulüne “Mümin hırsızlık yapar mı?” diye.
Yüzünü ekşitiyor ve “Yapar” diyor.
“Zina eder mi?” sorusu geliyor ardından.
“Eder” diyor, düşünceli düşünceli.
Pekâlâ, “Yalan söyler mi?” dediğinde Efendimiz (sas) anında: “Hayır, yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.” diyerek cevap veriyor.
İki nokta dikkati çekiyor burada.
İlki, benim yukarıda açıkça yazdığım, hüküm cümlesi ve mutlak bilgi gibi diyerek ardından sorguladığım Müslüman yalan söylemez gerçeği.
Bir daha tekrar edeyim; yeryüzünde yan yana gelmeyecek, gelemeyecek, getirilemeyecek iki kelime varsa bunların başında yalan ve iman gelir.
İkincisi ise, yalanın tarifini veriyor Efendimiz (sas) bu cevaplarında.
Diyor ki: Yalan uydurma beyandır.
Vakıaya mutabık olmayan şey mi?
Hayır o zaten yalanın akla gelen ilk tarifi.
Nitekim İslam uleması yalanı tarif edip kısımlara ayırırken buna da dikkat çekmişlerdir.
İlki, vakıaya mutabık olmayan şeye yalan demişlerdir.
Gerçeğe aykırı demek vakıaya mutabık olmama.
Harici alemde vücud bulmuş, yaşanmış bir hadiseye, söylenmiş bir söze yaşanmadı, söylenmedi deme gibi bir şey.
Efendimizin dikkat çektiği şey, hiç olmamış, hiç söylenmemiş, harici alemde vücud giymemiş bir hadiseye, bir söze yaşandı ve söylendi deme.
İftiranın ta kendisidir bu.
Ama kökeni yalan.
Kur’an Hud suresi 18. ayette ne güzel ifade eder bu hakikati.
“Allah’a karşı yalan uydurup iftira eden kimseden, daha zalim kim olabilir?”
Yalan ve iftira kelimelerini birleştirir Kur’an bu ayetinde.
“Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben)” der.
Efendimizin Ebu’d-Derda’nın sorusuna verdiği cevapta da bu boyut önde.
Ben bunu ‘hakikate muhalif beyan’ diye yorumluyorum.
İlki vakıaya muhalifti, bu ise hakikate.
O zaman hakikate muhalif beyan da yalandır.
Söz gelimi aklından geçen bir şey var ve birisi ‘Aklından şu mu geçiyor’ diye soruyor, sen de cevaben ‘hayır’ diyorsun.
Yalan söyledin.
Neden, çünkü hakikate muhalif.
Sadece senin ve her şeye nigehban olan Allah’ın bildiği hakikate muhalif o beyan.
Bunu Hocaefendi çok güzel ifade eder; hem de yalanı tarif ettiği bir yerde.
“Yalan, ilm-i İlahiye muhalif beyanın adıdır.” der.
Devam edeceğim bu konuya…