Fenerbahçe gibi köklü bir kulübümüzün 19 yıldır başkanlığını yapan -ve Allah ömür verirse bir o kadar daha başkanlık yapmaya ant içmiş- Aziz Yıldırım’ı bilmeyenimiz yok gibidir. Herkes bilse de onun yeterince tanındığını söyleyemem. Herkes onu ani çıkışları, aşırı tepkileri, sıra dışı öfkesi ile tanıdığını sanır ama bunun nereden kaynaklandığını, perde arkasında neler yaşandığını pek bilmez. Aradan geçen onca zamana rağmen Aziz Bey tartışmaların hep odağındadır. Olmaya da devam edeceğe benzer. Madem durum budur; biz de bir Aziz Başkan portresi yapalım. Ne dersiniz? Sonuna kadar okursanız bazı problemlerin neden yaşandığına dair bazı ip uçları bulacağınızı sanmaktayım.
AMELİYATI BİLE EN İYİ O BİLİR!
Bir kere duygulu, tutkulu, coşkulu bir adam. Şeker hastası olmanın da getirdiği heyecanla Başkan her şeye yetişmeye, her konuda bir şeyler yapmaya gayret eder; bunu yaparken de çoğu kez hem kendini helak eder hem etrafını.
Her şeyi ancak kendinin bildiğini, uzman kişilerin bile aslında çok şey bilmediğini düşünür; hatta buna yürekten inanır. Mesela takım otobüsünün şoförü ameliyat olacaktı Başkan devreye girdi. Doktorlarla açık ameliyat mı olsun kapalı ameliyat mı tartışmasına tutuştu. Aziz Yıldırım bu; her konuyu herkesten daha iyi bilmek zorunda. En azından öyle hissediyor kendisi. Ne mi oldu? Tabii ki doktorlar ameliyatın nasıl olacağını bilemediği için (!) Başkan’ın dediği yapıldı ve ameliyat Başkan’ın tavsiyesi doğrultusunda gerçekleşti.
Hele söz konusu futbol oldu mu; ondan daha iyi bilen yoktur vesselam. O yüzden teknik direktörlere ha bire müdahale eder, soyunma odalarına dalar, oyunculara akıl verir, seyirciyi hizaya getirir. Bunu art niyetinden mi yapıyor? Sanmam. Mizacı bu. Önce bir konuya kendi inanır sonra herkesin aynı inanca sahip olması için yüklenir. Bazen de (3 Temmuz soruşturmasında olduğu gibi) bazı gerçekleri hiç söylemez onların üstünü kapatır; bazı hayal mahsulü konuları da allayıp pullayarak anlatır…
TUTARSA, NE ALA…
Aziz Bey, her şeyi özellikle de futbolu yeryüzünde en iyi bilen insan gibi görür kendini. Onlarca örnek var, işte onlardan küçük bir misal: Edu alışveriş yaparken Aziz Başkan çağırıverir. Hafta sonu Galatasaray’la oynanacak maç için önemli (!) bir taktik verir. Der ki: ‘Sen GS kalesine doğru çık.’ Halbuki Daum Edu’ya çıkmamasını, müdafaaya yardım etmesini söylemiştir. Maç başlar Edu alır başını gider, çünkü Başkan ha bire bağırıyor ve Edu’ya “Çık!’ diyor. Ne mi olur o gün? Edu o maçta gol atar ama Daum ve takım bir daha anlar ki taktikleri bir başkası veriyor. Tutarsa, ne ala. Tutmazsa kimsecikler gözükmez başkanın gözüne, kimseler hesap soramaz; yahu niye karıştın bu işlere, demek mümkün değil…
Hatırlarsınız; öfkesine mağlup olup hakem Bülent Yavuz’a müdahale etmişti de kendisine bu sorulduğunda ‘Ben tehdit etmedim, uyardım’ demişti. Muhabir ‘Efendim dünyayı başına yıkarım demediniz mi?’ diye sorunca da. ‘Hatırlamıyorum, demiş de olabilirim; dedimse sözlerimin arkasındayım’ gibi bir açıklama yapmıştı. Hem de canlı yayında. Huyu suyu budur bizim Başkan’ın. İşler kötü giderse ağzına geleni söyler; sonra çoğunu hatırlamaz; hatırlatıldığında da (niyeyse) arkasında durur lafların. Raconu bu herhalde…
İşler tıkırında gitmezse Fener’in tesislerinde çıt çıkmaz. Mağlup olmuşsa takım, Aziz Başkan’ın ağzını bıçak açmaz. Birileri fısıltılar halinde Başkan’ın kalelere döktürdüğü ‘büyülü su’yu hatırlar ama konuşamaz. Başkan’ın totem yaptığı ve uğur getirdiğini düşündüğü hiçbir konuya girilmez. Herkesin kafasında bir kenarında efsane kalecimiz Rüştü’nün yediği meydan dayağı vardır. O dayak bütün takıma atılmıştı aslında ve hiçbir başarı o despotik saldırıyı unutturmaya yetmemiştir.
‘TÜRK TİPİ BAŞKAN’
Aslında Aziz Bey, bu haliyle klasik bir ‘Türk tipi başkanlık’ örneğidir. Yani? Yaşadığı ve yaşattığı olaylara baktığımızda Başkan bir prototip olarak karşımıza dikilir. Bütün yetkileri bizzat kendinde barındıran, hoşlanmadığı kişilere meydan dayağı attıran, rakiplerini hiddet ve şiddetle bertaraf eden, kendisi hakkında bir hukuki süreç varsa onları ihanetle suçlayan…
Başarı elde edilmişse her şey değişir. Başkan stattan başlayıp tesislere kadar her yerde emir yağdırır, önüne gelen herkese bir şey söyler; bazen insanları tersler, ezer, bağırır çağırır. Öyle ya; başarı varsa başkan sayesinde vardır.
Şu sıralar işler iyi gitmiyor ya: Başkan klasik bir refleksle hoca kovup duruyor. Biraz öne çıktığını görsün; yıldız oyuncuları da (Alex’i hatırlayın) kovar. Sonra o oyuncunun kovulmasını isteyen hocayı da kovar. Kendinde hiçbir sorumluluk arar mı peki? Haşa! Başkan ne yaptıysa doğru yapmıştır (!) gerçi doğru yaptığı (tesisleşme başta olmak üzere) işler de çoktur ama ortada da bir huzursuzluk, mutsuzluk, kutuplaşma vs. vardır. Bunu hiç üstüne almayan Başkan, tabana şirin geleceğini düşündüğü konularda hamle yapıp durur. Mesela bu sezon (2017) alt yapıdaki çocukların ailelerine biletler gönderiyor. İnanır mısınız, adamlar azar yeme korkusu ve gerginlik çıkar endişesi ile stada gelmiyor. Koskoca Fener Takımı 55 bin kişilik statta boş tribünlere oynuyor adeta.
SUÇU ‘CEMAAT’E ATMA KOLAYLIĞI
Hakkını teslim edelim; 19 yıl önce, bir oy farkla oturduğu Başkanlık koltuğunda daha fazla kalabilmek için çok çalıştı Aziz Bey. Yeni delege kaydıyla başkanlığını perçinledi. 3 Temmuz süreci ile başlayan olayların gerçek failini en iyi Aziz Bey biliyor ama topu Cemaat’e atmayı taktik icabı yararlı buluyor. Serbest bırakıldıktan sonra onun için tekrar tutuklama emrini kimin verdiğini Aziz Bey’den daha iyi bilen de yok. Tekrar tutuklanmamak için apar topar Azerbaycan’a giderken ve oradan da Fransa’ya geçerken ‘Cemaatten dostları’ onun kurtulması için az çırpınmamıştı. Azeri bir iş adamının yardımları sayesinde hangi badirelerden geçtiğini kulüpteki yöneticiler de bilmiyor mu dersiniz?
Fatih Altaylı nice zaman önce yazdı; Aziz Başkan’ın Fethullah Gülen ile telefonda görüştüğünü, görüşmenin çok olumlu geçtiğini. Kulüp yöneticilerinin pek çoğu da o görüşmenin ayrıntısından haberdar. Pek çoğundan duyduğuma göre Gülen ile görüşme iki kez yapılmış. Hocaefendi, Yıldırım ile ilgili yürütülen soruşturmada hiçbir etkilerinin olmadığını söylemiş. Aziz Bey de buna inandığını ifade etmiş.
Sıcak ve saygı içinde gerçekleştirilen bu görüşmeden sonra iki taraf da o kadar memnun olmuş ki Aziz Başkan evinde ziyaret edilmiş, yemekler yenmiş, çaylar içilmiş. Çok iyi Fenerli ve Aziz Başkan’ı çok seven birinden öğrendiğime göre Aziz Başkan ziyarete çok önem vermiş; hatta misafirlerine hapishane arkadaşı Cübbeli Ahmet Hoca’yı da davet etmesinde bir sakınca olup olmadığını sormuş. Gelenlerden biri Aziz Bey ile aynı soy ismi taşıyan önemli bir alim: Suat Yıldırım. O buluşmada Cübbeli, Suat Yıldırım Hoca’ya ne övgüler dizmiş ne övgüler. Aziz Bey şaşkınlığından kulüpteki yakın arkadaşlarına da bahsetmiş olmalı ki yaygınlık kazandı bu muhabbet. Suat Bey de her zamanki mütevazı ve bilge haliyle Aziz Bey’e kendisi ile ilgili soruşturmanın Cemaat ile ilgili olmadığını anlatmış.
BİRİLERİ DEVREYE Mİ GİRDİ?
Aziz Başkan o kadar ikna olmuş durumdaymış ki Cemaate de yakın bazı arkadaşlarına Gülen’i ziyaret edeceğini bile ifade etmiş. Mahmut Uslu, Hizmet’i zaten Türkmenistan’dan tanıdığını, oradaki bazı kişilerle çok yakın dostluğunun olduğunu anlatmaya başlamıştı sağda solda. Aslında yalan da değil; tıpkı yönetimdeki Nihat Bey gibi, Cihan Bey gibi ve pek çok insan gibi o da kendini Cemaate yakın görüyordu. Neyse… Ne oldu da Aziz Başkan Gülen’i ziyaretten vazgeçti? Acaba Hocaefendi ile yaptığı o telefon görüşmelerinin açığa çıkmasını kullanan birileri yüzünden mi Aziz Başkan’da bir duraksama yaşandı? Birileri Cemaat aleyhine çalışması için onu tehdit mi etti?
Seveni de nefret edeni de iyi bilir ki, Aziz Yıldırım kendine göre raconu olan bir adam. Tam da yadırgadığım nokta bu. Reis ve yakınlarının Mehmet Ali Aydınlar’ı Fener’in başına getirmek için neler yaptığını en iyi o biliyor. Başka hamleler de var. Reis’in Fener’i avucunun içine almak için Aziz Bey’in arkasından neler çevirdiğini bile bile niye Cemaati suçluyor? Cemaat, Fener’i niye ele geçirsin ki? Her takımdan taraftarı olan bir topluluk sadece bir takıma odaklandığı zaman kendi kendine zarar vermiş olmaz mı? Bunu bildiği halde saçma sapan iddialara Yıldırım’ın sessiz kalması raconuna yakışıyor mu? Kendi aleyhine mahkemede ifade veren bir cinayet mahkumuna “Bu meczubu mu dinleyeceğiz” diyerek tepki göstermişti. Şimdi aynı şahsın Hizmet’e iftira etmesine sessiz kalması ayıp değil mi? Bir sahtekar ‘gizli tanık’ Aziz Yıldırım’a operasyon için Zaman’da görüşme yapıldı demesini ve Suat Yıldırım’ın bile ismini vermesini Aziz Başkan nasıl içine sindirebiliyor? Ayıp değil mi, günah değil mi!
Benim anladığım Aziz Bey, Yargıtay 16. Daire’nin beraat kararını onamasını bekliyordu. Sonunda muradına erdi. Geçen hafta Yargıtay’dan bunun işareti verildi. Aziz Başkan yakayı kurtardı. Hazır paçayı yırtmışken artık gerçekleri konuşsa da tarihe geçse. ‘Yalanlar üzerine kurulan her hikaye’ ortaya çıkacak gerçekler ile çürüyüp gidecektir. Bir beraat kararı aldırabilmek için masum insanlara iftira atılmasına göz yummak yakışıyor mu koskoca Fenerbahçe’nin başkanına!