Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu
Geçtiğimiz günlerde üst üste iki devlet bankasının “kimsenin haberi olmadan” düşük fiyatla döviz satmaları ve kendilerini teknik hata ile savunmaları, bunun sadece aysbergin görünen yüzü olduğunu düşündürüyor.
Basının çoktan susturulması ve muhalefetin “kontrollü” hale getirilmesi artık ülkede yaşanan yolsuzlukları ve “yandaşların nasıl her gün daha çok zengin olduklarını” görmemizi engelliyor.
Halk işsizlik, yüksek enflasyon ve temel gıda fiyatlarındaki anormal artışlarla boğuşurken birileri “devlet eliyle” ve “AKP iktidarı vasıtasıyla” zenginliklerine zenginlik katıyor. Kendilerine anormal kazançlı ihaleler veriliyor, vergi borçları siliniyor. Böylece AKP bir taraftan muhalif iş adamlarını yok ederken diğer taraftan yıllardır oluşturduğu zenginini daha da zenginleştiriyor.
Son birkaç yıldır yaşadıklarımız akla “yağma Hasanın böreği” sözünü getiriyor. TDK sözlüğünde bu deyim, “hakkı olan veya olmayan herkesin yararlandığı kaynak” şeklinde izah edilmiş. Herhalde son dönemlerde yaşanan suiistimaller ancak bu deyimle açıklanabilir.
Bugün yaşananlara benzer yolsuzluklar, yüz yıl önce de yaşanmış ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında halk açlıktan kırılırken “devletlûler” ve “yandaşlar” ceplerini doldurarak köşeyi dönmüşlerdi.
İHTİKÂR
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde bir taraftan askeri problemlerle uğraşırken diğer taraftan askerin ve halkın beslenme meselelerini çözmek zorundaydı. 1911’den bu yana savaşan bir devletin silahaltına aldığı iki milyona yakın askeri ve yirmi üç milyon civarında bir nüfusu beslemesi çok zordu.
Bu nedenle savaşla birlikte en önemli problemlerden birisi “iaşe” oldu. Osmanlı ekonomisi sanayiye değil, tarıma dayanıyordu ve genç nüfusun askere alınmasıyla toprakların işlenmesi imkânı iyice azalmıştı.
İttihat ve Terakki yönetimi, çeşitli tedbirlerle halkın en azından ekmek, şeker, yağ, gaz gibi temel ihtiyaçlarını çözmek için bir dizi tedbir aldı. Ancak savaşın uzamasıyla birlikte bu tedbirler yetersiz kaldığı gibi bir de hemen her yerde “ihtikâr” yaşandı.
“İhtikâr”, yani bugünkü ifadeyle “karaborsa” önemli bir zenginleşme aracına dönüştü. Temel ihtiyaç maddelerini alıp stoklayan kişiler, fahiş fiyatlarla piyasaya sürüyor ve bu yolla haksız kazanç elde ediyorlardı.
Bu kişilere “harp zenginleri” deniyor ve zengin oldukları yıla göre de eski takvimle “1330 yılı zengini, 1331 yılı zengini, 1332 yılı zengini” adı veriliyordu. Elbette bu kişiler, İttihat ve Terakki’ye yakın olan yani tek parti idaresinin zengin ettiği isimlerdi.
Halk ise dünyanın en yüksek enflasyonunun altında eziliyor, maaşını alamayan memurlar zor geçiniyordu. Ciddi bir “harp fakiri” kitle ortaya çıkıyor, ekmeğin karneye bağlanması ve zaman zaman narh uygulamasına gidilmesi de halkın aç kalmasını engelleyemiyordu.
KÜÇÜK EFENDİ: KARA KEMAL
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihat ve Terakki adına iaşe konusunu çözmek için görevlendirilen kişi şair Necip Fazıl’ın kuzeni olan Kara Kemal’di.
Cemiyet içinde Talat Paşa’ya “Büyük Efendi” denildiğinden kendisine “Küçük Efendi” denilen Kara Kemal, daha önce İstanbul’da esnafı örgütleyerek onları İttihatçıların “paramiliter” gücü haline getirmişti. Görünürdeki amaç, azınlıkların elindeki ticari faaliyetlerin Türklere geçmesiydi.
Savaşın ilk yılından itibaren özellikle İstanbul’da halk açlıkla boğuşurken yolsuzluk iddiaları ayyuka çıktı. Demiryollarında asker sevkiyatının asıl yoğunluğu oluşturması, gıda nakliyesini engellemekteydi.
Buna çözüm olarak trenlerde bazı vagonlar emtia nakliyesine ayrıldı. Bu vagonları kiralayan tüccarlar, Cemiyete yakın kişilerdi ve “fırsatçı ve istifçi” bu kişiler, kısa zamanda “vagon ticareti” ile zengin oldular. Diğer yeni zenginler de ordu ihalelerini alan müteahhitlerdi.
İttihat ve Terakki bu kişilerin suiistimallerine büyük ölçüde göz yumdu, hatta kendi zenginlerini oluşturmak için destekledi. Hâlbuki bu “zamane zenginleri”, devletin imkânlarını kullanarak ticaret yapıyor ve halkın daha da fakirleşmesine neden oluyorlardı.
Bir taraftan Anadolu’nun ürünleri İstanbul’a taşınırken diğer taraftan da ithalat yoluyla temel gıdaların teminine çalışılıyordu. İaşe probleminin halli işi önce ordunun üzerinde kalmış, fakat problem çözülemediğinden İaşe Nazırlığı oluşturularak başına yine Kara Kemal getirilmişti.
Geniş yetkilerle yeni bakanlığın başına geçen Kara Kemal savaşın son birkaç ayında halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştıysa da “suiistimal” iddiaları yine eksik olmadı. Çözüm olarak fakir halka günlük yemek dağıtan “aşhaneler” açıldı ve devlet, karaborsayı ortadan kaldırmak yerine fakir halkı doyurmak yolunu seçti.
Ortada çok büyük rant dönüyor ve bu da rekabete yol açıyordu. Nitekim Talat Paşa’nın himayesindeki Kara Kemal’le Enver Paşa’nın himayesindeki Levazım-ı Askeriye Müdürü Topal İsmail Hakkı Paşa iaşe meselesindeki rant yüzünden karşı karşıya gelmişlerdi. Yeni zenginlerin başında da genellikle Kara Kemal’le İsmail Hakkı Paşa’ya yakın kişiler geliyordu.
Ziya Gökalp’in “ne zamandır teşkilatın içindeyim, ancak bizi Büyük Efendi mi, Küçük Efendi mi yönetiyor, bilemedim” sözüne bakıldığında Kara Kemal’in konumu ve iaşe meselesinin ona bırakılması, daha iyi anlaşılacaktır.
AHLÂKİ ÇÖKÜNTÜ
Savaş yıllarında bir kesimin aşırı zenginleşmesine karşılık geniş halk kitlelerinin fakirleşmesi, beraberinde ahlaki çöküntüyü getirdi. İstanbul’da sokaklar, dilenen insanlarla dolup taşarken kumar, alkol ve kadın ticareti anormal boyutlara ulaştı.
Savaş esnasında yolsuzlukların da etkisiyle dünyada en yüksek enflasyon Osmanlı Devleti’nde yaşandı. % 1400’e ulaşan enflasyona karşılık memur maaşları sadece % 50 artmıştı. Zahire fiyatlarındaki artış da İstanbul’da % 1970’e çıktı.
Zenginler “francala ekmek” yerken fakirlerin ekmeği “vesikalık ekmekti”. Fakirin ekmeğinin içinde; mısır koçanı, saman ve süpürge tohumu gibi hayvan yemlerinden toprağa kadar her şey vardı. Halkın çoğunluğu yiyecekleri ancak tezgâhlarda görebiliyor, yollarda açlıktan insanlar bayılıyor, yiyecek bir şey bulamayanlar ise açlıktan ölüyorlardı.
İnsanlar ekmek bulabilmek için ev eşyalarını, hatta elbiselerini satmak zorunda kalıyorlardı. Kışın yakacak bulmak da mümkün olmuyor, az miktardaki odun ve kömür karaborsada çok yüksek fiyatlarla satılıyordu.
Bu arada Cemiyetin zenginleri, zenginliklerine zenginlik katıyorlardı. İttihat ve Terakki’nin birçok ismi de bu yolsuzluklarda yer alıyor, örneğin beş on kuruş maliyetle ithal edilen şeker halka iki yüz, üç yüz kuruşa satılıyordu. Bu zenginler rantın devamı için savaşın bitmesini de istemiyorlardı.
DEVLETİN MALI
İttihat ve Terakki birçok yola başvurmasına rağmen savaş yıllarında halkın açlık problemini çözemedi. Bunda her yerde görülen harp zenginlerinin o zamanki adıyla “ihtikâr” yani karaborsayı tercih etmelerinin önemli bir payı vardı. Hükümetin basına yansıyan karaborsa iddialarına tepkisi ise gazeteleri kapatmak oldu.
Karaborsa öyle boyutlara çıkmıştı ki dönemin iki mecmuasında bir yıl arayla ihtikârla ilgili dini içerikli iki makale yer almıştı. Bunlardan birincisi 1917’de Ceride-i Sufiye’de Mustafa Fevzi, diğeri de 1918 yılında Sebilürreşad’da Babanzade Ahmet Naim tarafından kaleme alınarak ihtikârla ilgili hadislere yer verilmiş ve “karaborsacılık yapanın Peygamberimiz tarafından lanetlendiği” ifade edilmişti.
Bugün iktidarın her şeyi “üst akılla” açıklamasına karşılık İttihatçılar da yolsuzluk iddialarına azınlıkların elindeki zenginliğin Türklere geçtiği şeklinde cevap veriyorlar, hatta gazetelerde “Ey Türk zengin ol!” söylemiyle propaganda yapıyorlardı.
Bu nedenle, Türklerin zenginleşmesi için “yolsuzluk ve karaborsa” normal görülüyor ve Kemal Tahir’in ifadesiyle “kapıkulu ve devletin desteğinden vazgeçmeyen, vurguncu bir parazitler sürüsü ve Karunlar” ortaya çıkıyordu.
Yüz yıl önceki örneklere bakıldığında bu dönemde de “bu dövizleri kim satın aldı?” sorusunun cevabının AKP tarafından zengin edilen kişiler olduğu belli değil mi?
Kaynakça: Ahmed Naim, “İhtikâra Dair”, Sebilürreşad, S. 366, 1334; Mustafa Fevzi, “İhtikâr Hakkında”, Ceride-i Sufiye, S. 128, 1333; T. Öğün, “Birinci Dünya Savaşı’nda İstanbul’da Kıtlık, Karaborsa ve Vurgunculuk”, History Studies, 2018; Ş. Sertel, Ş. Yedek, “İttihat ve Terakki’nin Küçük Efendisi Kara Kemal”, Tarih Okulu, 2015, S. 24; M. Kadri Vural, “Savaş Yıllarında Milli Burjuvazi Oluşturma Gayreti Olarak Harp Zenginleri ve Buna Dair Eleştiriler”, ÇTTAD, S. 16, 2015.