Ana Sayfa Türkiye Vur, sen de vur!

Vur, sen de vur!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Devir, sıkılı yumruğun para ettiği devir. Dem, öfkenin geçer akçe olduğu, nefretin parladığı dem… Vurmak afili bir gösteriş, patlatmak şöyle göğsünü gere gere!

Hatırla, tüm zalim devirleri ve zalimlerin vuruşlarını. Miras aldığın ortak ve birikmiş nefret ile vuracaksın ki yiğit görsün vesayetin yeni sahipleri.

Hatırla mesela, Şubat’ın en zemherili dönemlerini. Hani boğmak için kendisine benzemeyeni vuranların köşe başını tuttuğu, yalanların, iftiranın, algıyla oyun hamuru gibi oynayanların çamurlu vicdanlarını hatırla! Hani vurmuşlardı da, her vuruşu bir zafer madalyası, her darbeyi bir övünç vesilesi saymışlardı manşetleriyle, yazılarıyla!

Nefret ve zulümden başka birikmişi olmayanların heybelerindekini benzersiz bir kinle boşaltışlarını unutmamışsındır daha.

Bu yüzden önce sen vur, vurmayı miras alan vesayet devirlerinin başkahramanı! Sen vur ki, vurarak ömür süren, kinle beslenenlerin asla ölmediklerini, her dönem yaşadıklarını bilelim. Dün kucağına yerleştiğin zihniyetin bugünden farklı olup olmaması mühim değil, biliyorsun günün efektifi nefret ve savletle, şöyle ağzın dolu dolu hakaretleri, ezberindeki küfürleri savurarak, yumruğunu indir ki zulmün vitrin kahramanlarını görsün tarih!

Sorulmuyor nasılsa günahlar vururken, ilk vuran sen ol bu yüzden, önemsiz sırtında taşıdığın tarihsel kin, bakmıyor kimse öfkeyle şişirdiğin hörgücüne…

Sen vuracaksın ki, arkandan yeni zalimliklerin nevzuhur cengaverleri yetişsin sana! Bak, onlar da bunca zamandır içlerine ata ata biriktirdikleri nefreti, nasıl bir coşkun hırs ve zevkle boca ediyorlar üzerimize!

Vurunca hakikatin değişeceğine inananları galiba en safları. Durunca gerçeğin can yakan tablosu belirecek çünkü. Bu sebeple hiç durmadan, nefes bile almadan, sorup sorgulamadan vurulmasına inanıyorlar.

Veya inandırılıyorlar. Fark etmiyor son tahlilde…

Nefreti standart donanım olarak bünyelerinde taşıyan her devrin vurucu timi! Senin kostüm değiştirmene bile gerek yok biliyorsun. Birkaç tel kıla tav olmaz başka hesap peşinde koşanlar. Bu yüzden ne sen zahmet et kostüm değiştirmeye, ne de onlar inanmış gibi kandırsın seni. Tiyatroya gerek kalmadan doğrudan vur sen. Bak açılacak önün…

Fark edecekler nasılsa. Önce gizli övecekler… Fark etmediler mi, haber uçur, paylaş sağda solda. Kabul görecek ve adamlar sınıfına alınacaksın. Yerin hemen şurası, bak tekaüt İslamcının yanı. Hani ömrü boyunca dişe dokunur on kuruşluk katma değer üretememiş, fikir fukarası amcanın yanı. Bak o da yaşına başına bakmaksızın nasıl cevval, nasıl faal! İcap ederse ve zaruret olursa beraber vurursunuz, baltanın sapı uzun nasılsa, tutacak yer mi yok sana! Bir vuruşluk yer açılır sana da!

Kandıralı sen de vur!

Boş ver önemsiz bu zamanda kabiliyet, zekâ seviyesi, işe yararlılık. Önemli olan safını belli etmen. Biliyorsun vurmak sırayla değil parayla! Makamla, imkânla… Kurul sofraya!

Vururken şöyle bir de nara savurursan, yeme de yanında yat! Gözdesi olursun bu vurma çağının…

Yıkama yalamayı her devirde becermiş, bütün sezonların en aktif oyuncusu biliyoruz sen dünden hazırsın vurmaya! Spikeri hatırlama boş ver; “yapma Sabri, oradan vurulur mu yani!” günü değil bugün. Mesafe tanımadan vur, tüm gücünle aban, gelişine vur! Yıkama, yağlama yetmiyor artık sadece, biliyorsun. Onları da yap, yapma demiyoruz elbette ama şöyle gerile gerile üç adım geri, şeref tribününe göz ucuyla bakarak koş topa ve aban…

Kıyıda köşede kalmış, unutulmuş, ezilip horlanmış ama namusuyla, haysiyetiyle gelmiş bugüne kadar. Sana sesleniyorum saklanma. Ve utanarak vurman en çok can yakanı bilmiyorsun. O yüzden göğsünü gere gere vur, elini korkak alıştırma!

Bırak suret-i haktan görünme rollerini, kıyıdan köşeden çakarsan boş kalır eteğin. Bu nedenle gir sıraya, katıl halaya.

Gün vurma günüdür, dem kin ile öfkeyle tekmeleme…

Bir çift söz de vurulana dair etmek lazım. Rumî’den geliyor. Şöyle buyuruyor koca üstad:

“Birisi keçeye, halıya sopa ile vurup durursa, o sopalar keçeyi, halıyı dövmek için değil, tozlarını çıkarmak içindir!”

Senin içinde varlıktan, benlikten tozlar var; o tozlar, halının tozları gibi silmekle birden bire geçmez!

Bir bela gelince, bir derde, bir ıstıraba düşünce başına gelen zahmetlere katlanınca, gâh uyurken, gâh uyanıkken o keder tozları sen farkına varmadan azar azar uçar giderler!”

HENÜZ YORUM YOK