ANALİZ | ABDULLAH SALİH GÜVEN
Diyanet’in Hizmet Hareketi hakkında yayınladığı rapor hakkındaki değerlendirme yazılarıma devam ediyorum.
Çok kullanılan bir tabir objektif olmak ama bir insan ne kadar objektif olabilir, onu bilmiyorum. İşin aslına bakarsanız objektif bir fizik terimi. Ansiklopedilerin verdikleri manaya göre “fotoğraf makinesi, dürbün, mikroskop gibi optik aygıtlarında, cisimlerden gelen ışınları alıp ekran üzerine yansıtan mercek ya da mercekler dizgesinin adı” objektif. Sosyal bilimlerde kullanım alanı gündelik hayatla örtüşük, yani tarafsız olmak demek. Fakat bir insan için tarafsızlığın imkansızlığını savunan nice görüş var. Ben de bu yüzden şüpheliyim, bir insan ne kadar objektif olabilir diye.
Önceki yazımda da dedim: Önyargılarımı bir kenara bırakarak, alabildiğine objektif ve tarafsız bir gözlükle okuyacağım raporu diye. Fakat başta ifade edeyim, Diyanet’in rapor sunumu, sunumdaki önyargılar, sığlıklar, bağlamından kopartılmış beyanlara dayanarak ahkam kesmeler, tahkirler, tezyifler benim bu bakış açımı kırdı. Buna rağmen kendimi zorladım. Allah’a şükür, George Orwell’in 1984 romanında tavsif ettiği gerçeklik algısını kaybetmiş, devletin ceberut baskısıyla yaptığı propagandalara sorgusuz sualsiz inanan kişiler değiliz. Tarihin sayfalarına mal olmuş hadiselerden de söz etmiyoruz. Son 3-4 yıldır Cemaat’e karşı devletin orantısız gücünü kullanarak yaptığı hafızalarımızda canlılığını koruyan zulümlerden bahsediyoruz. Diyanet’in yaptığı da devletin bu zulmünü meşru göstermek için olsa gerek, Fethullah Gülen’in söylem ve eylemlerinde kendini gösteren din anlayışını ortaya koymak. Allah’a hamdolsun, dini ilimler noktasındaki müktesebatımız Din İşleri Yüksek Kurulu’nun raporunu tahlil etme ve bir kanaate ulaşmamıza yeterli. Ağzı olanın havuz medyasının sayfaları ve ekranlarında yazıp konuştuğu bir yerde, 35 yılını dini ilimlerin tahsiline vermiş bir insan olarak ben de yazar ve konuşurum. İster gerçeğin ifadesi, isterseniz kibir olarak görebilirsiniz bunu. Rabbim kalbimi biliyor.
ÖNEMLİ OLAN İSLAM’IN KENDİSİ
Şimdi başlangıçta niyet halinde zihnimin ve kalbimin derinliklerinde var olan tarafsız bakış açımı kaybetmiş olsam da ulaştığım sonuçları sizlerle paylaşacağım. İşin aslına bakarsanız tarafsızlığımı kısmen kaybettiğimi söylemem bile, benim samimiyetimim göstergesidir. Çünkü her şeyden önce söz konusu olması gerekli olan ne Fethullah Gülen Hocaefendi ne de Diyanet. Önemli olan hepimizin dini olan İslam. Onun doğru anlaşılması ve hayata doğru bir şekilde yansıtılması. Bu noktada benim durduğum yer, yanlışımı gösterene rahmet okumak. Yeter ki muhatabım yanlış dediği şeyi, aklın, fıtratın ve ilmin sabite ve ölçütlerini kullanarak temellendirsin.
Adetimdir, Kur’an meali dahil hangi kitabı okursam okuyayım, elimde mutlaka bir kurşun kalem vardır. Enis bir arkadaşımda gördüm bu uygulamayı yıllar önce. Ben de taklit ettim. Altını çizdim önemli gördüğüm yerlerin. Kitap bittikten sonra altı çizili yerlerden gerekli gördüklerimi fişlere yazar, konularına göre tasnif eder ve zarflara koyardım. Bir sohbet, konuşma veya makale hazırlığım esnasında o fişler imdadıma yetişirdi eskiden. Zamanla fişleme teknikleri değişti ama benim alışkanlığım hala devam ediyor. En önemlisi ben, okuduğum her metni yazarı karşımdaymış gibi okurum. Tasdik, tebrik veya itirazlarımın hepsini kitabın kenarına not ederim Sorum varsa yazarım. Çelişkileri varsa, “10 sayfa önce şöyle diyordun, buradan neden böyle” der, sanki yazarıyla münazarada bulunurum. Yer yer cedel yaparım onunla. Raporu da böyle okumaya başladım. Elimde kalem, altını çiziyorum önemli tespitlerin. Katılmadığım yerlerin yanına kanaatimi ifade eden kısa cümleler yazıyorum ve hakeza.
AYETİN HÜKMÜ SİZE DE İŞLİYOR…
İsterseniz baştan başlayayım: Mehmet Görmez imzasını taşıyan sunuş başlıklı iki sayfalık yazı, idam sehpasına çıkartılmış bir insana suçlarını yüzüne karşı okuma gibi bir çağırışım yaptı benim zihnimde. Ama bir tek fark var: İdam sehpasından önceki mahkeme safahatında idamlık mahkûma kendini müdafaa etme hakkı tanınır normalde, burada o yok. Sapkın din anlayışı ile başlayan ithamlar, ‘F…’ ile devam ediyor. Neyse bu önemli bir nokta ve buna geri döneceğim.
Giriş bölümü ayrı bir fecaat. Önyargının hakaret şeklinde kendini gösterdiği ifadelerle dolu. “Devşirme, örgüt, örgüt ele başı, hain, gözü dönmüş, cani, robot, zındıklık, dalalet, yalancı peygamberlik” ve daha neler. Giriş şu ayet meali ile bitiyor: “Sonuç olarak, kıyamet gününde kendi günahlarını eksiksiz yüklendikleri gibi bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından da yüklenmiş oldular. İşte görün, yüklendikleri şey ne kadar kötü!” (Nahl, 16/25). Amenna ve saddakna. Ayetin hükmü sadece Fethullah Gülen için değil bu rapora imza atanlar için de geçerli. Dolayısıyla bu rapor ile gerek Hocaefendi’ye ve eserlerine gerek Cemaat’e ve mensuplarına ve gerekse İslam dinine karşı bakış açısını şekillendiren, davranış tarzını belirleyen herkesle ahirette hesaplaşacaklar. O kişileri saptırdılar mı, doğru yola mı ilettiler, günahlarını mı üstlendiler, sevap mı kazandılar, hepsi de ahirette ayan beyan ortaya çıkacak. Bekliyoruz.
NEDEN GÜLEN?
Birinci bölüm, “Gülen’in Kendisini Takdim Şekli” başlığını taşıyor. En basit mantık kurallarını işletip mukayese yapabilen bir insanın burada şu soruyu sorması gayet doğal: Neden Gülen? Neden ‘terör örgütü elebaşı’ değil? Saygı veya seviye diyerek verilecek cevaplar tatmin edici olmaz. Çünkü açıkça hakaret olan, tezyif ve tahkir ihtiva eden kelimeler, kavramlar, ithamlar, tavsifler var rapor boyunca. Başka bir açıdan bakıldığında “Gülen” yerine “terörist, terör elebaşı.” vs. denilmesi, 17-25 Aralık’tan bu yana siyasiler tarafından hemen her gün kullanıldığı için hiç de yabancısı olmadığımız, Joseph Goebbels’in propaganda tekniklerine daha uygun. Subliminal mesaj verme açısında da enfes. Verilen önyargılı hükmün halkın zihninde tahkimi de bununla daha kolay.
Açıkçası, ben Gülen tabirine takıldım. İki ayrı kişi mi kaleme aldı, editöryal bir hata mı, yoksa komisyon içinde ya da raportör, uzman ve üyeler arasında bir anlaşmazlık mı var, diye düşünüyorum şu an… Yoksa okudukları 80 kitap, dinleyip izledikleri 670 saat yani 40 bin dakikalık konuşmaların sonucunda “Bu kadar da olmaz!” diye mi düşündüler acaba? Vicdanları mı el vermedi Hocaefendi’ye ‘terörist’ demeye? Hangisi?
Aldığım notları ve değerlendirmelerimi tek tek paylaşacağım devam eden yazılarımda. Bu yazıyı bitirirken bir sonuca varayım: Aslında adetim değildir kitabı sonuna kadar okumadan nihai bir kanaate ulaşmam. Fakat raporun 53. sayfasına gelince demiştim ki: “Dağ fare doğurdu.” Bana göre tabi, “Dağ fare doğurdu.” Fare doğuran dağa veyl olsun!