YORUM | M. NEDİM HAZAR
Cahiliye Dönemi, gelir uçurumlarının yol açtı sınıf farklarıyla kendi elitini kurgulamış bir devirdi.
Söz, devrin en önemli güçlerinden biriydi ve hassaten aşağılama, kötüleme, küçük düşürme bir tür kabiliyet ve sanat olarak addediliyordu. İslam, mevcut sınıfsal yapıyı bir yandan minimize ederken, diğer yandan çok kat’i ve keskin kaideler koyarak özellikle kamu önündeki aşağılama, küçük düşürme ve böbürlenmeyi bıçak gibi kesti.
Hz. Bilal ve Hz. Ebubekir’i aynı namaz safında bir araya getiren bu yakınlaşma ve terbiye oldu.
Bu yüce din, kimilerini eğlendirmek yahut hoşça vakit geçirmek niyetiyle ifade edilse dahi, bir kişinin bile incinip, rencide olabileceği tüm söz ve hareket kümelerini kesin bir çizgiyle ‘Kul hakkını gasp’ olarak tanımlar ve kabul eder.
Bu bir çerçevedir.
Bırakınız söz, hareket ya da yazılı olarak ifadeyi, iması bile bu cümleye girer.
Haysiyet herkes için kutsaldır ve dokunulmazdır. ‘Öteki’nin onur ve haysiyetini zedeleyecek –velev ki doğru olsa bile- kusur ve eksikliklerini dile dolamayı hoş görmeyen bir dine mensubuz. Dokunuyorsa, kırıyorsa, hırpalıyorsa katiyen yasaktır. Hele ki inançla alay etmek…
Kur’an-ı Kerim, iman esasları, peygamberler gibi konularda böylesi alay içinde olanları ‘mümin’ sıfatından çıkarıp ‘münafık’ sınıfına koyar. Ve açıkçası hiç de hoş bir akıbet öngörmez.
Gücü ve varlığı ‘her şey’ zannedip mevcut pozisyonundan dolayı kibir ve gurura kapılarak bunu görenlerin hazin sonunu sert ifadelerle anlatır yüce kitabımız. Zira girilen bu yolun sonu bellidir. Gurur ve kibir, ardından iyice büyüklenme ve sahiplik hissinin pekişmesi…
Sair insanlara (dikkat buyurun sadece Müslümanlara ya da kâfirlere değil) yükseklerden bakarak onları küçümseyen, hafife alanlar için bekleyen bir ateş olduğundan bahseder kutsal metin. Ve ‘Vay haline!’ diyerek durumun dehşetine vurgu yapar:
“Vay haline her hümeze ve lümeze’ nin ” (Hümeze / 1) Ayetin anlamı muhteşem ve ürpertici: “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen kimselerin vay haline!”
Çok enteresan iki kelime… Ve bir de üçüncüsü var: Hutame! Kutsal kitap soruyor: “Sen Hutame nedir bilir misin?” Cevabı hemen veriyor: “Allah’ın tutuşturulmuş ateştir!” (Humeze / 6)
Aslında ardışık bir ruh hali. Belki biri başlangıç, diğeri akıbet. Gizli planda kalan menfi hislerin artık frenlenemeyip görünür hale gelme durumu. Ruh halinden pratiğe geçiş. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, İbni Abbas, İbni Zeyd ve Ebu’l-Aliye gibi ‘büyük’ referanslar ile meseleyi tefsir ederken bir de örnek verir: Velid Bin Muğire…
Hümeze Sure-i Celile’si bütün dikkati bu mevzu üzerine inşa ederken başka yerlerde de aynı bahis, aynı önemle zikredilir.
Örneğin Hucûrat/ 11): “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır! Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır! Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Bu ayetin indiriliş sebebi de ilginçtir. Yine Merhum Elmalılı’nın anlattığına göre; Hz. Safiyye b. Huyey, Rasûlullah’a gelerek, “Bazı kadınlar, ‘Ey Yahudi kızı Yahudi!’ diyerek benimle alay ediyorlar!” diye şikâyette bulununca, Peygamber Efendimiz (sav) ona “Neden babam Harun, amcam Musa, zevcim de Muhammed demedin?” buyurmuş ve bu vaka üzerine ayet nazil olmuştur.
Diğer bir rivayete göre ise; Ebu Cehil’in oğlu İkrime Hz. Müslüman olduğunda, bazı kimseler ona “Bu ümmetin firavununun oğlu” demişler; o da çok gücüne giden bu sözü Allah Resulü’ne şikâyet edince ayet nazil oluyor.
Vakıa kesin, hüküm ve ceza da öyle. Buna rağmen günümüz imanlı insanlarının bu mayın tarlasında yürürken son derece dikkatli ve hesaplayarak hareket etmesi, konuşması gerekmekte. Sokaktaki insandan siyasetçisine, sıradan esnaftan aklı başında entelektüeline kadar neredeyse hemen herkeste bir kutuplaşma, ötekileştirme, nefret ve aşağılama artık standart donanımımız oldu.
Şüphesiz toplumu bu hale getirenlerin vebali çok daha büyük ve affedilir gibi değil.
Ancak, bu durum bu tuzağın içine çekilenleri temize çıkarmıyor ne yazık ki!
Hasılı kelam;
Lümeze’den Hümeze’ye geçip Hutame’ye koşanların vay haline!