Vasiyeti üzerinden Hocaefendi’yi anlamak

AHMET KURUCAN | YORUM

Osmanlıca olarak kaleme aldığı vasiyeti odasında ilk dinleyen talihli insanlardan biriyim. Abdullah Aymaz Hocam vasiyeti ağır ağır tane tane okurken hazirûndan her birinin başı yerlerde derin derin düşüncelere dalmıştı. Hıçkırıklarla ağlama yoktu ama kimisi göz yaşlarını yanaklarına doğru akıtarak hüznünü dışa yansıtırken, kimisi de çığlıklarını içine gömmüş sonsuz hülyalara dalmıştı. Kim bilir; herkes kendi iç dünyasında neler neler düşünüyordu?

Vasiyet kamuoyuna açıklandıktan sonra o hissiyat tufanını bir kenara bırakıp daha rasyonel bir zeminde düşünmeye başladım. Metni önüme alıp defalarca okudum ve şu soruyu sordum; Hocaefendi vefatından birgün önce bir vasiyyet yazsaydı bu vasiyeti ile arasındaki fark ne olurdu? Bilmiyorum sizler de bu gözle baktınız mı? Bakın isterseniz. Ben baktım ve ulaştığım sonuçları sizlerle paylaşmaya karar verdim.

1- Vasiyetin ne zaman kaleme alındığına dair net bir tarih yok. Ama vasiyette en son 1966 yılında gerçekleşen borçlanma olayından bahsettiğine göre vasiyet 1966 yılı sonrasında kaleme alınmış.

2- Onlarca insanın şehadetiyle sabit ki, “Vefat ettiğim yerde beni tanıyanlardan ricalarım” diye kaydettiği ve ödenmesini istediği borçlarının hepsini Hocaefendi sağlığında fazlasıyla ödedi.

3- “Düz kırmızı battaniyenin dışındaki herşey hizmetim zannı cihetiyle oturduğum yere alındığı için geriye kalan herşeyin.” Bu önemli bir cümle. İhtimal Hocaefendi burada 1966 sonrası ister Kestanepazarı isterse 1976’da Bozyaka yurdunu geçinceye kadar kalmış olduğu Mektupçu, Kardeş ve Çeşme gibi evlerde Hizmet mensupları tarafından döşenen ev eşyalarını kastediyor.

Halbuki şahsi şahitliğimi konuşturarak söyleyeyim, Hocaefendi 1984’den sonra kaldığı her yerde şahsi olarak kullandığı tüm eşyaların parasını kuruşuna kadar kendi cebinden vererek almıştır. Bu benim kendi şahitliğim. 1984 öncesinde de aynı hassasiyeti gösterdiğinden adım gibi eminim. Şahitlerine sorulabilir. İlla bir örnek ver derseniz hemen ifade edeyim; Hocaefendi kampa her ay 6500 dolar kira ve yediği içtiği her şeyin parasını kendisi ödüyordu.

Son 5-6 ayını geçirdiği Âsûde için de bu yazıyı yazarken ilgililerden bizatihi sorarak öğrendiğim bilgiye göre kira bedeli ve yeme-içme masraflarını bizatihi ödemiş.

4- Şahsi eşyalarının parasını kendi te’lif gelirlerinden ödemiş, oturduğu yere aylık kirasını zamanında vermiş, hiç kimseye maddi olarak borcu kalmamış, kütüphanesindeki kitapları hibe etmiş, kitap ve bant gelirlerini tüm gelirlerini dünyanın dört bir yanındaki Hizmet kurumlarına da bağışladığına göre vefatından bir gün önce böylesi bir vasiyet yazsaydı sorusuna geri döneyim; ne yazardı sizce? 

Bu sorunun cevabı şu; hiçbir şey yazmasına gerek yoktuBu şu demek değil midir; dünyaya geldiği gibi gitti. Hem de kefen parası ve defin masraflarını da kendi cebinden (2 bin dolar) ödedi. Şimdi tam da burada çoklarımızın zihnine gelen, “Neden vasiyetini yenilemedi?” sorusuna cevap bulmuş olmuyor muyuz?

5- ‘Neden vasiyetini yenilemedi’ sorusuna verdiğim ‘gerek yoktu’ cevabımı açmak isterim: 1966 sonrası yaşamış olduğu hayat ile 2024’e kadar yaşamış olduğu hayat standartında hiç bir değişiklik yok. Hem de maddi açıdan çok daha geniş imkanlara sahip olmasına rağmen.

Dünya görüşünü ve duruşunu hiç değiştirmemiş. Sizce de öyle değil mi? İsteseydi cemaat içinde sahip olduğu konumu, te’lif gelirleri ile sırça saraylarda yaşayamaz mıydı? Kötü insanların attığı iftiralarda olduğu gibi Ayvalık’tan Gemlik’e zeytinliklere sahip olamaz mıydı?

Enes Ergene Hocam yakında yayınlanacak yazısında bunu ifade ederken şöyle diyor: “Şahsen bu tarihsel belgeyi onun hayatının; fikir ve düşüncelerinin, dini, insanı, ahlaki, vicdanı bir meşruiyeti olarak görüyorum.” 

El-hak öyledir.

6- Gelelim son bir soruya; 20 bin 20 dolar para ve 12 bin 640 dolar tutarındaki küçük altına. 20 bin 20 dolar üç ayrı zarfta çıktı. Her bir zarfın üzerinde “Te’lif Parası” diye yazıyordu. Demek ki çeşitli zamanlarda kendisine gelmiş te’lif paralarının toplamı bu.

Pekala neden tuttu bu parayı?

Çoklarının bildiği gibi Hocaefendi çok cömert bir insandı. Bir insanın ister harçlık ister seyahat ücreti ister düğün ve cenaze masrafları vb. hangi amaçla olursa olsun birisine verdiği para ihtiyacın onlarca kat fazlası olurdu. Dolayısıyla yakın uzak demeden çevresine dağıttığı para ile bu meblağı yanyana getirince bunun çok küçük bir meblağ olduğunu insaflı iseniz teslim etmek zorundasınız. Demek ki onu dağıtmaya imkan ve fırsat bulamadı.  

Altınlar da yakın çevresinde kendisine intikal eden düğün ve doğum hadiseleri için hediye olarak verdiği altınlar. Hocaefendi’yi tanıyan herkes yeni evlenen çiftlere hediye olarak altın gönderdiğini bilir.  Hocaefendi’nin çevresinin genişliğini düşünecek olduğunuzda bunun belki de bir-iki ayda tükenecek bir miktar olduğunu kabul etmek lazım.

Hasılı; Hz. Halid için söylendiği gibi Hocaefendi de tam da hayat felsefesine uygun bir şekilde “Âşe hamîden ve mâte fakîden” yani “şerefiyle, onuruyla yaşadı ve İslam dininin bir yitiği olarak ruhunu Rahman’a teslim eyledi. 

Nurlar içinde yatsın.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin