Yahya Kemal, ‘İstanbul şairi’ sıfatına halel getirmemek adına son payitahtın hemen her köşesi için bir iki mısra dillendirir. Boğaziçi köyü, onun kelimelerinden şöyle nasibini alır: “Kandilli yüzerken uykularda/ Mehtâbı sürükledik sularda…”
Şimdilerde ise ay ışığı, mazisini arar halde. Çünkü Boğaz, sonradan görmeliğin ve İstanbul ruhundan bihaber tiplerin oyuncağı olmuş durumda. Onlar için artık ne söylense kifayetsiz, geçelim. Kandilli, güzel Üsküdar’ın güzel bir semti…
Letafetini sınırları dâhilinde bulunduğu eski kapıdan alıyor. Kandilli deyince o meşhur rasathane akla gelse de mahut yer, merkeze epey uzakta, söyleyelim. Beykoz istikametine giden herhangi bir otobüse binin, Beylerbeyi, Çengelköy, Vaniköy derken buraya geleceksiniz. İsminin çıkış hikâyesi IV. Murad dönemine uzanıyor, bir söylencenin kanatlarında. Buna göre padişah-ı zaman, Bağdat seferine çıkmazdan evvel, buraya bir saraycık kondurur. ‘Bağdat Fatihi’ olarak Osmanlı ülkesine avdet eder ve buraya yerleşir. Oğlu Şehzade Mehmed, saray-ı mezkûrda dünyaya gelir. Bunun üzerine sarayın önünde yedi gün yedi gece kandiller yanar. İsmin menşei böyle ama o çok sevdiği oğluna saltanat nasip olmaz, hatırlatalım. Şunu anladık: İstanbul’da tek bir ağaç kalmayıncaya kadar her yer ‘İnşaat’ nidalarıyla çınlayacak. Allah’tan Boğaz var da, denize ev yapmak gibi düşünceler yok şimdilik. Kandilli’nin sırtları çoktan işgal edilmiş. Merak eder de tepelere tırmanırsanız manzaraya şahit olursunuz. Yahya Kemal’e kızmayın lütfen, o gördüklerini yazmış, siz de görmediklerinizle avunun artık…
O bayırı tırmanın
Eski evlerinin çoğunu korumuş olmaları bile bu zamanda alkışı hak ediyor. Tarihî; meskenlerin önünde Kuzguncuk’taki gibi ‘fotoğraf çekmek yasaktır’ uyarısı yok şimdilik. Yorulmam diyorsanız bayırı tırmanın. Çünkü her adımda buranın geçmişine yol alacaksınız, yani eski köylülüğüne. Yer yer musluklu ama akmayan çeşmelere tesadüf edeceksiniz. Hayrat sahipleri, bu hali görse ne derdi acep? Sağlı sollu sokaklara giriverin, hiçbir adres sormadan üstelik. Kandilli Camii, diğer Boğaziçi camileri kadar bakımlı değil, sanki küskün duruyor. Sade bir mimarî; üslupta inşa edilmiş olan cami, iki katlı ve ahşap çatılı.
Şair Sultan’ın ‘kız lisesi’
Adile Sultan, II. Mahmud’un kızı, Abdülmecid’in kız kardeşi. Onu hanedan tarihinde mühim hâle getiren husus ise divan sahibi tek kadın şair oluşudur. Şair sultan, eşini ve dört oğlunu genç yaşlarda kaybetmesinin ardından dünya ağrısı ruhuna yuva yapar ve burada oturmak istemez. Buraya bir kız okulu yapılmasını vasiyet eder, böylece 1986’da yangınla harap olacak Kandilli Kız Lisesi ortaya çıkar.
Mevlevîlerin selam vermediği cami
IV. Mehmed’in ‘hünkâr şeyhi’ Vanî; Mehmed Efendi, 17. yüzyıl Osmanlı’sının ateşîn simalarındandır, tıpkı muarızı Niyazî;-i Mısrî; gibi. Çengelköy istikametinde bulunan ve ismiyle müsemma semtin bu esrarengiz camisine de yolunuzu düşürün. Caminin banisi, tasavvuf erbabının tekkelere kapattırıp dervişleri öldürttüğü için sevmedikleri ve ‘Vanî;-i cani’ diye andıkları Vanî; Mehmed Efendi. Öyle ki Mevlevîler, Boğaz’dan kayıkla geçerken camiye sırtlarını dönerlermiş. Bu âdet halen devam ediyor, hatırlatalım.