Vakitsiz bir ‘Güz Baladı’

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Haksızlık etmek istemeyiz yaza, sabahın tan vaktine vurgunuz diye geceye haksızlık etmek istemediğimiz gibi…

Ancak, bütün mevsimleri hızla kendine çeviren kara kışın bunaltıcı kasvetini yüklenen baharın ve yazın bir an önce bitmesi umuduyla her sabaha uyandığımızı da belirtmek isterim.

Bu nedenle arzu ederiz ki, bir an önce Eylül gelsin ve hazanın hiç de eğreti durmadığı gönüller asli limanına demirlesin tekrar.

Öte yandan farkındayız Eylül, ayrılığın ilk durağı, hüzün yüklü bulutların ilk uğrağıdır. Ve yine biliriz ki Eylül ile başlar tüm hasretler.

Ve fakat sahte baharlara karnımız tok artık. Kendi kendini kandırmayı marifet sananlardan olmadık çok şükür. Kara kış bildiğimiz bir mevsim. Nicedir aşina olduğumuz bir iklim. Epey uzun zamandır nefes borularımıza çöken kasvetli zemheriyle kesilmiş takatlerimiz. 

Biliyoruz, artık sıralamasının önemi kalmadı mevsimlerin. Hangisi ne kadar sürer, nerede biter mühim değil artık. Zira o kadar çok yalancı bahar ile kandırılmaya alıştırılmışız ki, her gelen baharı hakiki bahar safdilliğiyle karşılamaz olduk artık.

Ve size bir itiraf, belki hiç gelmeyecek bile olsa, imanımız sarsılmaz geleceğine olan inancına ama kabullenebiliriz aslında. Esasen hayat da galiba biraz böyle bir şey. Bir bahardan başka bahara giderken, yanılgılardan ders çıkarmak galiba.

Kışın kasvetini iliklerimize kadar hissettik. Baharın yalancılar panayırı olduğunu hakkalyakîn tecrübe ettik, yaz ise genzimizde kekremsi bir nedamet ve yanılgı yanığı tadı bıraktı. Şimdi veda ederken bize, istiyoruz ki tez gitsin ve tez gelsin hazan mevsimi. Biz hüzün insanlarıyız zira…

Ufuklarımızı saran külrengi bulutların faniliğine dair en ufak bir şüphemiz yok ve elbette sarsmıyor hakiki baharlara olan inancımızı ama sahte müzevirlerin çığırtkanlığına da karnımız tok artık.

İş bu nedenle sonsuz bir hazan, bitimsiz bir güz hüznüne de hazır ve razıyız. Nasibimize bu düştü, der eyvallah ile beraber çekeriz keder katarlarımızı eylülün nemli kuytuluğuna. Biliriz ki Eylül’de verirler mutlaka bir şilte iflah olmaz hüzünbazlara.

Belki canımız yandı lakin şunu öğrendik artık çok şükür: Her bahar gerçek olmayabilir, yalancı baharların mutlu ettiklerine bakıp kurulan panayırlara da aldanmamak lazım. Güneşin billur bir değirmen öğütücüsü gibi gam ve kasveti öğüteceği, kayaların sertliğine kafa tutan minicik damarların bir şimşek keskinliğiyle çeperleri delip neşv-ü nema bulacağı hakiki baharlara kadar güzün yaraları tedavi edici hüznüne ihtiyacımız var şimdi.

Şen şakrak türkü tutturanların sahte ütopyalara kanıp son durak sanıp inenlerin aldanmışlığı için bile eylüle olan ihtiyaç büyük. En çok da biz muhtacız sonbaharın sekine cezbedici serinliğine.

Güneş buğday tarlalarını kavurduğu gibi kavurdu sineleri, başaklar kadar yanık yüreklerimiz. Kupkuru bir mevsimin, çatlattığı topraklar suyun dirilticiliğine muhtaç. Ellerini açmasını bilmeyenlerin aç sineleri anlayabilmesini beklemek ham hayal!

İstiyoruz ki, bitsin artık bu kurak mevsim. Gitsin bunaltıcı yaz. İstiyoruz ki, açıp teker teker cerahatini akıttığımız yaralarımızı tekrar kapatıp, zamanın tedavi ediciliğine teslim edelim. İstiyoruz ki; gelsin artık hazan mevsimi, gelsin güz…

Gelsin istiyoruz artık Eylül…

Yağsın yağmurlar ve seyreltsin gözyaşlarımızı yanaklardan süzülen. Hiç bu kadar sabırsızca beklememiştik. Hasretle ve kıymet bilerek… Beklemeyi bilen, karşılamayı da bilmeli değil mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Hazan ve zemheri herkesi farklı zaman dilimlerinde yakaladı. Tıpkı kamerî aylar gibi bir döngü şeklinde devir daim ediyor. Bahar çiçekleri de hep aynı zamanda açmıyor iç dünyamızda. Hep hazan, hep bahar olmuyur. Ancak istisnaî olarak iki cenneti de yaşayanlar olabiliyor. İçeride geçirdiği günlere kıyasla ailesi ve sevdikleri ile evinde geçirdiği günler cennet misaliydi (ne yazik ki cennet kokan o günleri de ailesine zehir eden tipler de yok değil).

    Nazaret arkadaşım nezaret, cezaevi ve tahliyeyi sırasıyla anne rahmi, dünya ve ahirete benzetmişti. Yaşadıklarımı dikkate alınca ben de benzer duyguları hissetmiştim.

    Bazen şunu soruyorum, tahliye olduktan sonra neden iki cennet olmasın ki. Biri bu dünyada huzur ve hakkaniyet içerisinde tamamlanacak bir ömür diğeri de vakî-a suresindeki müjde.

    Her ne ise, mevsim hep hazan olmayacak. “Kızgın kumların üzerinde inlettiğiniz Bilal” birgün karşınıza dikilecek ve ihanet ettiğiniz antlaşmayı size soracak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin