YORUM | M. NEDİM HAZAR
Merhum Tecer’e ve şiirine büyük saygı duymakla beraber ne zaman ‘Orada bir köy var uzakta’ şiirini dinlesem içimde hep bir burukluk olur.
Malum, Ahmet Kutsi Tecer o şiirinde köyden başlayarak, eve, dağa, sese oradan yol gibi birtakım soyut-somut şeylere uzanan, ‘ulaşamazsak da bizimdir’ felsefesini anlatır.
Ve şu sorusu gelip zihnimin baş köşesine kurulur:
‘Gidemediğin, gezemediğin, gelemediğin köy senin olabilir mi?’
Tarihçi değilim elbet ama sanki bir yerlerde Osmanlı sultanlarının ‘Devlet-i Aliye’ye ait olmayan’ topraklara adım atmadıklarını okumuştum. Bu yazılı olmayan kaide Sultan Abdülaziz istisnası dışında hep uygulanmış.
Tecer’in şiiri perspektifinden bakıldığında ecdadın, ‘benim değilse gitmem’ mantığını benimsediklerini söylemem mümkündür sanırım.
Dikta rejimlerinin ilk kurbanları medya olmakla beraber en acımasız kıyıma uğrayan mizah duygusu oluyor sanırım.
Levent Kırca hayatta olsa başı dertten kurtulmazdı.
Ergenekon denen derin devletin, siyasal İslamcılığın, faili meçhullerin, terörün ve bin türlü pisliğin ortaya çıkma fırsatı olan süreci görmezden gelen yahut tam tersi tam da sarayın arzu ettiği açıdan gören mizah dergileri -Cafcaf gibi siyasi süprüntüler hariç tabii- bu ülkenin özgürlüğü ve demokrasisi için zerre miktar katkı yapıyor, diyemeyiz.
Kendileri öyle deseler de bu böyle değildir…
Tayyip Erdoğan bu ülkedeki en büyük kıyımı ve işgali medya alanında yaptı.
Zaman, Samanyolu, İpek grubuna açtığı savaş darbeden yıllar yıllar önceydi.
Geçtiğimiz gün başka bir vesile ile belirtmiştim.
Bu ülkede demokratik seçimlerin en büyük teminatlarından biri Cihan Haber Ajansıydı.
Siyasal İslam gemi azıya almadan, ne kadar baskı yapsa -seçim gecesi siber saldırı yapacak kadar gözleri dönmüştü- da CHA, seçim sonuçlarını en doğru şekilde veriyordu.
Bunu bizzat pek çok CHP ve MHP’liden duydum.
Dolayısıyla dikta rejimi önce özgür medyayı boğdu.
Diğerleri “yiyin birbirinizi” mantığıyla ses çıkarmadılar.
Hatta Ruşen Çakır gibi sahte demokratlar neredeyse kına yapacak hale geldiler.
Sonuçta bir iki etkisiz muhalif medyadan başka özgür bir mecra kalmadı.
Ve emin olun 14 Mayıs sonrasında, eğer arzu ettikleri neticeyi alırlarsa artık ondan da söz edemeyeceğiz.
Sözcü, Cumhuriyet gibi gizli saray mevkutelerini saymıyorum zaten.
Seçim öncesi nasıl Erdoğan’ın siyasi Truva atları birer birer kimliklerini açık ettiler, aynen öyle de seçim sonrası- Karanlık odacılar hariç- medyada da havuz yalakalarının yanına geçecek, muhalif görünümlü medya tayfasını göreceğiz.
Türkiye tamamen açık hava hapishanesine çoktan dönüşmüş durumda.
Bir iki cılız ses ve nefesin de en fazla bir ay sonra -inşallah yanılırım- sona ereceğini düşünüyorum.
Kimi ırkçı, kimi kişisel zaaflar, kimi Ergenekon hassasiyeti, kimi de içindeki kin ve hasetten dolayı, muhafazakâr ve cemaat medyasının ipini çekenlerin kötü dönemi başlayacak.
Ve fakat…
Bir de madalyonun bu yüzü var.
Bir dönem Youtube videolarına ağırlık vermiştim.
Abone sayısının belli bir miktar olacağına inanıyordum.
Maalesef öyle olmadı.
En dandik, üfürükten içerikler on binlerce “tık” alırken bin bir sıkıntı ve imkânsızlık içinde çektiğimiz videolar, birkaç yüz kez ancak izlendi.
Açık söyleyeyim, bir süre sonra artık boşuna çaba sarfettiğime inandım ve içerik üretmeyi bıraktım. (Bu arada kanalımı merak ediyorsanız şurada)
Mesele benim Youtube kanalım değil şüphesiz.
Günlerce araştırma yapıp, saatlerce bilgisayar başında yazmak için uğraştığımız yazı, arzu ettiğimizin binde biri kadar bile rağbet görmüyor.
Elbette bu işi başarıyla götürenler var.
Onları gerçekten takdir ediyorum.
Onlar gibi olmanın mantığı da yok zaten.
Herkesin bilgi, birikim ve tarzı farklı olmalıdır.
Ben öyle düşünüyorum en azından.
Her neyse uzatmayacağım.
2014 yılında polisler TOMAlarla çalıştığımız kuruma çöktü.
Panzerler, helikopterler ile Anayasayı göz göre çiğnediler.
Türk halkı, aydınları, siyasileri Kutsi Tecer’in dediği gibi davranmadılar.
Gitmeseler de gelmeseler de o kurum onların değildi çünkü.
Ve maalesef kurulduğundan beri kandırılıyordu Türk halkı.
Gitmediği köy onun olamaz çünkü.
Okumadığı gazete ya da yazar da onun olamaz.
İzlemediği film de onun değildir, dinlemediği müzik de.
Şimdi bir anket yapsam, eminim TR724 için “Abi çok faydalı, iyi ki var” diyecektir binlerce insan.
Hatta bana, “Abartıyorsun, okuyoruz işte!” filan da diyenler çıkacaktır.
Halkın anketlerde belgesel izlemesi gibi bir şey geliyor bana bu durum.
Okumuyoruz, ilgilenmiyoruz, en basitinden abone olmuyoruz, beğenmiyoruz bile.
Sonra da orada bir köy var uzakta romantizmi yaşıyoruz.
İş, laf üretmeye geldi mi üzerimize yok.
Ama iş, abone olmak, alıp okumak kısmına gelince nedense merhum Tecer’in şiirindeki mantık devreye giriyor: Orada bir site var uzakta, abone olmasak da okumasak da, o site bizim sitemizdir!
Soru yine orada duruyor elbette.
Okumadığın bir site, yazar senin olabilir mi?
Abone olmadığın kanal da senin değildir.
Kitaptan tiyatroya, gazeteden televizyona kadar aynı şey geçerli. Siyasal İslamcıların, Ergenekoncuların, holdingcilerin, çetelerin TV programları izleniyor, siteleri takip ediliyorsa ve buna haysiyetli karşı duruş gösteren, meslekî kriterler ve insanî değerler açısından bahsi geçen güruhtan kat be kat ileride de olan bu mevkuteler okunmuyor ve izlenmiyorsa, kimse kusura bakmasın, sizin değildir!
İzlemediğin film, takip etmediğin TV, okumadığın gazete, almadığın dergi, kitap senin değildir. Uzaktadır ve bir gün acı şekilde yakınında olan şeylerin seninle bütünleştiğini, ailenin, geleceğinin karakterini oluşturduğunu çok acı bir şekilde fark edeceksin. Ne yapayım ben gidemediğim köyü kardeşim?
Birbirimizi kandırmayalım.
İçli köftede Ramazan kampanyası yapıyorum, ilgilenen yazsın.
Muhabbetle.
Hemen hemen bütün yazılarınızı takip ediyorum. Ama sadece tr724 platformu uzerinden yapıyorum okumalarimi. youtube kanalından da mutlaka yayınları hergun dinlemeye calisiyorum. IJA uzerinden sizin gibi cesur ve fedakar gazeteciler için karınca kararınca destek olmaya çalıştım. Bu yazinizi okuyunca her zaman ki gibi sizin yazılarınızı okumanın ayrıcalığını bir kez daha hissettim. Bazen düşüncelerinize katilmasam da harcadığınız emekler için teşekkür ederim. Kendi açımdan söyle bir hatırlatma yapmak isterim. Odeme yaptığımda yaptığım ödemenin %100 tr724 gideceğine emin olduğum bir platform olmasını istiyorum. Kesinti yapılmayan bir odeme platformunuz mevcut mu?
Patreon.com/tr724’ten desteklerinizi yapabilirsiniz
…olsun be abi…
Allah biliyor ve nâzır ya…
Sonra melekleri görüyor ya…
Muhlisler, sâdıklar ve salihler var ya…
Ve şehitler haberdar ya…
Ve Abim değil mi:
…nefis cümleden edna
vazîfe cümleden âlâ…
yıllar sonra hürriyete kavuştuğumda acaba tr724 duruyor mu dedim evet duruyordunuz olduğunuz yerde nasıl sevindim. hasretle geçen yazılarınızı okudum okudum yeniden dışarda da yerimi aldım elhamdulillah…
haklisiniz hocam..dun yutubda icerik uretmeye ara verdiginizi gorunce mahzun oldum…fakat herhalukarda sizi seviyoruz…duygu dunyanizi, insan olmayi isleyis tarzinizi, onceleri sinema dunyasindan tadlari aktarisinizi sevdik…bunlarin normallesmeye katkida bulundugunu, bulunacagini, farkli yelpazeleri, sanati takibe devamin ileriye matuf bir zemin olacagini dusunuyorum..butun bunlar aslinda daha yuksek degerde, fakat halen en alt seviye ihtiyaclar kapsamibda seyrediyor hadiseler, ilgiler…normallesecegiz…kolay gelsin
Bence bir anlık öfkeye kapılmış birisi gibi ani gelişen duygularınızı yazmış zannına kapılıyorum. Geçmişi bu şekilde yâdetmenizi gayet iyi anliyorum. Ben de sizin kadar meselelere ofkeleniyorum. Bir musibet ki basimizda ensemizde boza pişiriyor. Ülkede yaşayan birisi olarak ümüğümüzü öyle sıkıyorlar ki Allah’ın lutfettiği soluğu bile zor alıyoruz. Her türlü ihtilâttan men edilmiş durumdayız. Her türlü durumumuz tarassut altında. Herhangi bir insanî kıpırdanmamız olsa soluğu karakolda mahkemede alıyoruz. İstirahat yeri cezaevi oluyor. Hak, hukuk hak getire. Buna rağmen, bu halde bile bırakın abone olmayı beğeni yapmayı en kısıtlı imkanlarla her türlü riski alarak sizleri takip etmeye çalışıyoruz. Bunu da bahtiyarlik sayiyoruz. Kapkaranlık odamıza ışık ve ümit oluyorsunuz. Yaşama ümidimizi kaybetmemeye çalışıyoruz. Sizi bir kişi takip etse ve gözüne fer ayaklarına derman gönlüne ümit olsanız değmez mi? Siz de bu şekilde yazarsanız biz ne yapalım o zaman. Geçmiş geçmişte kaldı ve kader oldu. Hayiflanmanin bir anlami yok. Hak elbetteki aranacak hemde sonuna kadar. Her sey yikildiysa tekrar kurmak gerekir . Fenerin ışığını yakıp yol guzergahını aydinlatmak gerekir. Nedim Bey, sizin yazilarinizi yaklasik otuz senedir takip ederim. İlk defa bu şekilde yazınızla karşılaşınca bu yorumu gayri ihtiyari yazma ihtiyacı hissettim. Haddimi aştıysam özür dilemesini de bilirim. En azından siz özgürce köfte yapıp satabiliyorsunuz veya istediğinize ikram edebiliyorsunuz. Bu imkanı burada bulamayanlar da var. Teşekkür ederim hayirli calismalar dilerim. Şimdiden hayirli bayramlar.
Icli köfte iyidir, zira iclidir. Bizim köyümüze bakisimiz gibi degildir. Biz köyümüze icli bakamiyoruz. Bakiniz 1950li yillardan itibaren sehirlerde yasayan etkin esraf büyük sehirlere göctü, onlarin yerini de nüfuzsus nüfus olarak köylüler doldurdu.
Ayni sey sey Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinde yasandi. Sehirlerdeki nüfuslu ve nüfuzlu Türkler büyük sehirlere göcünce yerlerine nüfuzsus Kürtler yerlesti.
Gel zaman git zaman bati sehirlerine yerlesen Türk köylüleri kasabali olmaktan öte gecemezken, dogu sehirlerine yerlesen Kürtler bir halk oldu, kimligini percinlestirdi. Öyle percinlestirdi ki, düne kadar Türk sehri olan Diyarbakir, Van ve daha bircok Türk sehrine artik Kürt sehri diyoruz.
Fakat ciddi bir sorun var. O Istanbula, Ankaraya göcen nüfuzlu Türkler geri dönemeseler de Diyarbakiri, Van´i Kürtlere birakmaya niyetli degiller. Haksiz da sayilmazlar.
Haksiz sayilmasalar da bu gidisle alacaklari yok. Cünkü bu isi icli olmamak, samimiyetten uzak kalmak, evet akce isleri mahvetti.
Gazetenin yazarlarinin tabana kizmaya hakki yok. Ikircikli davrandiniz, akce islerinden yazmaya cizmeye zamaniniz olmadi, sonra Avrupalara geldiniz, bi birlik olamadiniz veya gazetecilik yapmak icin cemaat yönetimini ikna edemediniz veya etmediniz. Cemaat yöneticileri bi tahsidat yapsa, her bir cemaat ferdi 10 Cent yardimda bulunsa su an Türkiye gercekleri sizin üzerinizden ögrenirdi.
Yapmadiniz, simdi su kadar destek beklerken yarisina bile niye ulasamadik diye oturun bi düsünün. Yazari tenzih ederim ama Cevheri Güven´e yaslanip gazetecilik yapiyorum demesin kimse. Cevheri Güvenin yaptigi Cevheri Güvenindir.
gargamel seni herkes tanır…
çok şerbetlendik inan…
ama senin de bir görevin var…
Fikrin varsa yazabilirsin, yayinliyorlar
Yazıdan alıntı:
“Ve maalesef kurulduğundan beri kandırılıyordu Türk halkı.”
Benim bir türlü çözemediğim bir konu bu.
Türk halkı kandırıyor mu, kandırılıyor mu?
Tavuk mu yumartadan çıktı, yumurta mı tavuktan?
Aydınları, kanaat önderleri mi Türk halkını yanlış yönlendirdi, yönlendiriyor, problemli bir kültürü besliyor; yoksa Türk halkı mı kendi kandırılmasını tercih ediyor?
Türk halkı fail mi, kurban mı?
Bana Türk halkı kandırılıyor sözü pek ikna edici gelmiyor? Bu halkın aklı yok mu? Vicdanı yok mu?
Hadi bir defa kandırıldı diyelim, 10 sene de hep ve hep kandırılamaz ki!
Her insan kendi tercihlerinden sorumludur. Yoksa seçim yapmanın, insanları tercihleri nedeniyle hesaba çekmenin bir anlamı kalmaz.
Yukarıdaki soruya dönecek olursak: Şimdilik anladığım kadarıyla hem yumurta tavuktan çıktı, hem de tavuk yumurtadan.
Türk halkı hem kandırıyor, hem kandırılıyor.
Bu işte halkın da payı var, aydınlarının, kanaat önderlerinin de.
Birkaç gün önce bir gazetede Türkiye´deki yaklaşan seçim ile ilgili bir haber okumuştum.
Adama soruyorlar, kimi seçeceksin? “Tabii ki Erdoğan”, diyor. “O bizden biri, alnı secdeye gidiyor, karısı başörtülü…”
Sanıyorum tüm olumsuzluklara rağmen seçmen kitlesinde bu önemli bir etken.
Burada sormak gerekmiyor mu, bu neden böyle diye?
Bazıları diyecek ki, bu da cumhuriyetin suçu, halkımızın dinine baskı yaptılar.
Tamam da, dinimiz bu mu, her şey şekil mi? Şekil için tüm değerlerden – hak hukuk, adalet, emnaneti ehline vermek, suç ve suçluyu övmemek… – haklı olarak vaz mı geçtik?
Dinimiz buysa, cumhuriyet bence haklı olarak baskı yapmış. Ahireti bilmem ama, böyle bir din anlayışından en azından bu dünyada kimseye fayda yok, ama zararı çok.
Bu anlayışta olmayanlar bu insanların çok olmasının ve bu tercihlerinin faturasını ödemek zorunda mı?
haklısın…