Umudun baharı, çaresizliğin kışında; 31 Mart 

NECİP F. BAHADIR | YORUM

Charles Dickens, Paris ve Londra’yı anlattığı harika romanı ‘İki Şehrin Hikayesi’ şu cümlelerle başlar: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü de… Bilgelik çağıydı, aptallık çağıydı da… İnanç dönemiydi, kuşkuculuk dönemiydi de… Işığın mevsimiydi, karanlığın da mevsimiydi. Umudun baharıydı, çaresizliğin kışıydı…

Her şeyimiz önümüzdeydi, önümüzde hiçbir şey yoktu da… Hepimiz doğruca Cennet’e gidiyorduk, Cehennem’e de gidiyorduk aynı zamanda. Kısacası şimdikine o kadar benzeyen bir dönemdi ki, sesi en çok çıkan yetkililer bu dönemin en iyisiyle en kötüsünün sadece kıyas üstünlüğüyle belirlenmesini dayatıyordu.”

Türkiye’yi düşünürken Dickens’in bu sözlerini sık sık hatırlarım. Ülkenin hali pürmelaline bir açıdan baktığımda felaketi görür ve içim kararır, başka açıdan baktığımda ise umudun tomurcaklandığını görür, içim içime sığmaz.

Hangisi gerçek?

İkisi de… Şairin dediği gibi, “Oluklar çift birinden nur akıyor, diğerinden kir!”

Nereden baktığınıza, hangi oluğun altında durduğunuza bağlı.

‘Karamsar’ olmak için sebepler var şüphesiz ama ‘umutlu’ olmak için de çok neden var. Toplum ‘son umutlarımı’ büyük oranda tüketmesine rağmen ben yine de umudun tarafındayım. Umut ölürse insan da ölür.

‘31 Mart dönüm noktası olur mu?’ sorusuna cevap ararken filozofun o sözü de aklımda; “Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk kurban değildir, suç ortağıdır.”

Suç ortaklığı kolay bozulmaz biliyorum çünkü en güçlü en sağlam ortaklıktır.

Korku dağları sarmış!

Erdoğan’ın birkaç gün önce, “Ben gidiyorum!” mesajına, “Dur, gitme!” diye ağlamaklı formül üretenler boşuna değil. Onların derdi Erdoğan falan değil kendileri, akibetlerinden duydukları endişe. Korku dağları bekliyor. Eğer bir yerde zulüm hükümran ise zalimlerin kendi gücünden değil, halkın verdiği destekten, toplumun olup biteni seyretmesinden ve alkışlamasındandır.

AKP politikalarının zulme evrilmesinin en büyük nedeni 2014 yerel seçimlerinde halkın Erdoğan’a verdiği destekti. O akşamı dün gibi hatırlıyorum; seçim sonuçlarına, seçmenden bir uyarı bekleyen Erdoğan bile inanamadı. Zaferini kutlarken balkondan parti büyüklerini uzaklaştırdı, sadece ailesine yer verdi. Halktan aldığı vizeyle cehennemin kapılarını açtı, yıllarca sürecek istibdat ve zulüm dönemini başlattı.

Can Yücel’in şu sözleri de kulağımda küpe: “Değerinizi bilmeyen insanlar için boşa mücadele etmeyin. Onları layık oldukları insanlara bırakın ve sakın arkanıza da bakmayın.”

Keşke Can Baba gibi kayıtsız kalabilsem. Hazreti Peygamber’in (sas) “Hak etmediğin bir muamele gördüğünde unutma, o kişi senin değerini bilmeden ölmez.” sözü hükmünü yürütecek. Buna kalpten inanıyorum.

Ve her şeye rağmen; yüreğimdeki yaralara, ağzımdaki cam kırıklarına inat Türkiye umurumda… Haliyle siyasete, seçimlere ilgisiz kalamıyorum. Umut ince bir hilal gibi Kaf Dağı’nın arkasından göz kırpıyor sanki.

31 Mart dönüm noktası olur mu?

Dönüm noktası derken anladığınız ‘hemen büyük değişim’ ise hayır; sandık ertesi günü kökten değişim getirmez. 31 Mart’ta ‘yerel yöneticiler’ seçilecek. Şehri kimin yöneteceği belli olacak. Fakat her ne kadar sandık ‘yerel idarecileri’  belirleyecek olsa da, bu 31 Mart seçimlerinin ‘genel sonuçlar’ doğurmayacağı anlamına gelmez.

Turgut Özal ve ANAP örneği

Bu ülkede ister yerel, ister genel hatta ara seçim olsun her sandığın çok yönlü sonuçları oldu.

Örnek mi?

1989’da halk sadece belediye başkanlarını seçmek için oy kullandı. Ama iktidardaki Turgut Özal yönetimine öylesi bir ders verdi ki… ANAP’lı Oltan Sungurlu, “Üzerimizden silindir geçti.” dedi. Özal ise tepkisini, “Millet bizi uyardı ama kantarın da topuzunu fena kaçırdı.” cümlesiyle gösterdi.

Halkın desteğini yitiren Özal, ‘21,75’lik oy oranına’ aldırmadan Çankaya Köşkü’ne çıktı. Fakat orada rahat oturamadı. 1989 yerel seçimleri ilk bakışta yerelin dışında ‘büyük değişim’ doğurmadı ama seçimden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı. ANAP’ın sesi kısıldı, muhalefet yüksek sesle konuşmaya başladı. Mahalli idarelerde iktidar olan ‘sol’ eline geçirdiği fırsatı hoyratça harcadı. Solun yönetimindeki belediyelerde yaşanan skandallar, yolsuzluklar ve başarısızlık sola ağır darbe vurdu.

1992’deki ara seçim ve ardından 1994 yerel seçimleri, solu mahalli idarelerde iktidardan düşürürken bir başka siyasi hareketin doğumuna sahne oldu. Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş hareketi RP, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere yerelde iktidara geldi. Belediye yönetimlerine yepyeni soluk getiren RP, 1995 seçimlerinde sandıktan birinci parti çıktı. Erdoğan’ın ayak seslerini Türkiye 1994 yerel seçimlerinde duydu. O yürüyüş AKP iktidarıyla sonuca ulaştı.

O günlerin siyasi tartışmalarını hatırlıyorum, merkez sağ ve soldaki partiler Milli Görüş’ün ‘ayak seslerini’ doğru okuyamadı. Yorum ve analizlerini mevsim şartlarına kadar indirgedi. Ekranlarda, gazete sütunlarında, “Havalar güzeldi, laikler pikniğe, muhafazakarlar sandığa gitti.” basitliğinde  değerlendirmeler yaptı. Sağ ve solun denenmişliği ve başarısızlığının üzerine oturan RP’li belediyeler önüne çıkan fırsatı çok iyi kullandı. Yerel iktidarlarını on yıllara yaydıkları gibi RP’yi ardından AKP’yi genel iktidara taşıdı.

Yerel seçim deyip geçmeyin!

Evet, 31 Mart’ta sadece belediye başkanları seçilecek. Fakat yerel seçim deyip geçmemek lazım. Pekala ‘genel sonuçlar’ doğurabilir. Erdoğan yanlış stratejiyle seçimi kendisi için güven oylamasına dönüştürdü. Türkiye’de sandık her zaman çok boyutlu değişimlere gebedir. Doğru, 1 Nisan sabahı ufuktan ‘nur topu’ gibi yeni bir iktidar doğmayacak. Erdoğan koltuğunu yitirmeyecek, AKP’nin Meclis’teki sandalye sayısında değişiklik olmayacak. Fakat işin ‘ama’sı var.

Nedir o?

Beş yıl önce Erdoğan’ın liderliğindeki AKP İstanbul ve Ankara gibi iki büyük şehri kaybetti. Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Nasıl mı? İmamoğlu, Erdoğan’ın ayarlarını fena halde bozdu. Erdoğan hukuku ve yargıdaki kadrolarını kullanarak İmamoğlu’nun önünü kesebilmek için ‘yeni oyunlar’ kurmak zorunda kaldı. Kısmen başarılı da oldu.

2019 seçimleri İmamoğlu gibi bir ismi çıkardı. Erdoğan, İmamoğlu’nun ‘cumhurbaşkanı adaylığını’, CHP’nin de katkılarıyla güçlükle engelleyebildi. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı fakat partisi AKP 2002’deki oy oranına geriledi, yüzde 35’lere düştü. Eğer sistem değişmemiş olsaydı, AKP tek parti iktidarını yitirmiş olacaktı.

AKP, çözülme sürecine girdi

Bugün Meclis’te ittifak ortağı MHP ile birlikte ancak muhalefet blokunun bir adım önünde. Erdoğan bütün çabalarına ve sandık  sihirbazlığına rağmen 2019 yerel seçimlerinde başlayan AKP’deki erimeyi durduramadı. AKP bugün, erimeyle birlikte ‘çözülme’ sürecine girdi. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kazanması AKP’nin hezimet düzeyindeki düşüşünü örttü. Erdoğan ve AKP’nin muktedirliği sandıktan devşirdiği güçten değil, muhalefetin dağınıklığı ve savrukluğundan. Eğer muhalefet oyun kurabilseydi Erdoğan siyaset meydanında bu kadar kolay at oynatamazdı.

Ben, 31 Mart’ın, tıpkı 1989 ve 1994 yerel seçimlerinde olduğu gibi ‘dönüm noktası’ olma potansiyeli taşıdığına inanıyorum. AKP’nin İstanbul’u kazanması bu gerçeği değiştirmez. Kazanmak da ‘zarların hileli’ olmasına rağmen kolay değil. 31 Mart gidenlerin uğurlanacağı, yerine geleceklerin ufukta belireceği bir seçim olacak. Yeni dönemin ‘ayak seslerini’ duyacak Türkiye.

İlk kez 31 Mart’ta kırılma bekleyenlerin oranı çok yüksek. 10 ay önce karların yağdığı dağlarda ‘umutlar’ yeniden yeşermekte. 31 Mart AKP’nin en çok zorlanacağı seçim olacak.

Bu hüküm cümlelerini Erdoğan’ın ‘Bu benim son seçimim’ mesajı üzerine söylemiyorum. Onun siyaseti bırakıp bırakmayacağını bilemem fakat şunu söyleyebilirim ki, siyaset onu çoktan bıraktı. Eskiden sadece güçlü değil, şanslıydı da. Hep dört ayağının üzerine düşerdi. Şimdi düz yolda yürümekte zorlanıyor, ayakları birbirine dolaşıyor.

Artık Erdoğan’ın ‘bahtı yaver’ gitmiyor. Tahtını, büyük oranda bahtının açıklığına borçluydu. Siyasette yelkenlerinizi şişiren ‘rüzgarı nereden aldığınız’ çok önemlidir. Şu ana kadar bahtının da yardımıyla rüzgarı hep arkasından alan Erdoğan bugün siyasetin ve tarihin sert esen rüzgarına karşı yürüyor.

Üstad Çetin Altan ölümüne yakın, “Hayal ettiğimiz ülke bu değildi!” diyerek karamsarlığa bürünse de yine onun tabiriyle, “Enseyi karartmamak lazım.”

Bir yanda ‘umudun baharı’ diğer yanda ‘çaresizliğin kışı’… 31 Mart’taki sandık Türkiye ve siyaset için ‘dönüm noktası’ olma potansiyeli barındırıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin